ERDOĞAN NEDEN 23 YILDIR İKTİDARDA?

                                                   VE Ö. ÖZEL’İ BEKLEYEN GELECEK-I

Sanırım bu konu başlığı için bir kitap yazılabilir. Çünkü konu; Reformcu Sol’un kaçınılmaz geleceğinin dışında, bir bakıma, halkımızın, kendisine ve topluma karşı yapılan haksızlık ve hırsızlıklar karşısında ki tepkisiz, uyuşuk kalması ve bunlara ortak olmasıyla da yakından ilgili. Bunun nedenlerinin başında, ülkemizin tarihinden gelen sosyal kırılmalar oluşturmaktadır.  

Tarihsel sosyal kırılmalar

1-     Birinci ara başlık: Ülkemizde 1971’lere kadar sosyal ve siyasi anlamda kitlesel bir başkaldırı ve dik duruş, Şeyh Bedrettin-Börklüce-Torlak Kemal isyanından beri olmamıştır. Bu aradaki 570 sene içinde elbetteki birçok ayaklanma olmuştur. Fakat bunlar; etnik-bölgesel ve kişisel özelliklerdedir.

1971’de ki benim de içinde olduğum başkaldırı ise, hem siyasi hem de sosyal içerikte olup, kitlesel olmasa da milyonları etkileyen ve etkisine alan bir kalkışmadır. İki isyan hareketi de vahşice kıyıma uğramıştır. ‘Devlet Baba’ imajı pekiştirilmiştir. Anadolu halkında ki başkaldırı geleneğinin oluşmasını engelleyen nedenler, esas olarak devlet kıyımından öte, iki nedene daha dayanmaktadır.

Birincisi; 1402 yılı Ş. Bedrettin isyanı, Alevilik düşüncesinin bir sonucudur. Bu tarihten itibaren Alevilik giderek, hâkim sınıflar tarafından katledilerek sindirilmiş, fakat uzun vadede etkili olan ise, düşünsel olarak saptırılmış olmasıdır: a-Alevilik, İslamiyet’in bir koludur denmeye başlanmıştır, b- Yeniçerilerin Piri, Aleviliğin önderlerinden Hacı Bektaş yapılmıştır, c-Hacı Bektaş’ın doğduğu yere cami yapılarak, İslamiyet ilişkisi kurulmuştur.

İkincisi; 1971 yılı başkaldırısı, Marxist düşüncenin ürünüdür. Bu tarihten itibaren devrimciler, sadece 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle kıyıma uğramamış, aynı zamanda siyasi boşluk, İslamiyet(Yeşil Kuşak) politikası gereği, Müslüman denen hırsız ve sapıklarla doldurulmuş ve iktidar yapılmıştır. Sonuçta; halkımızın hem devlet babaya hem de manevi gücü temsil eden İslami sapkınlara karşı çıkmasına öncülük edebilecek, ortada ne devrimci Alevilik ne de devrimci Marxism kalmıştır.1990 yılında SSCB’nin yıkılması da emperyalistlerin bu projesine destek olmuştur.

2-     İkinci ara başlık: 1915 yılı itibariyle, birlikte yaşayan ve tarihsel olarak kültürel ve sosyal alışveriş içinde olan farklı uluslar, birbirine düşman edilmiş ve Türk-Müslüman olmayan halklar, İttihat Terakki iktidarınca soykırıma uğratılmıştır. *Osmanlı İktidarlarında mümkünü olmayan bu toplumsal katliam, milyonlarca Ermeni-Rum-Keldani-Süryani-Yahudi vb. halkların ölümüne-sürgününe ve dönme olmasına yol açmıştır. Bu kıyım politikası, Cumhuriyet iktidarlarında da daha düşük düzeyde de olsa devam etmiştir.  

Birincisi; halkın büyük bir kesimi, İttihat ve Terakkinin kıyıcı geleneğini devam ettiren ‘solcu’ CHP’yi değil, İttihatçılığa karşı olduğunu belirten, kendilerini ılımlı ve demokrat gösteren, Osmanlıcı sağcı partileri destekler hale gelmiştir.

İkincisi; Cumhuriyetçilik- ilericilik ve solculuk da ittihat ile bağlantı kurularak, nefret edilen siyasi değerler olmuştur; Sağcı partiler, İ.Küçükömer’in de dediği gibi ‘demokratlar’ olarak, ezilen kesimlere öncülük etmeye başlamıştır. Orduya-CHP’ye, bürokrasiye tepkinin arka planı esas olarak budur. Fakat devrimci-sosyalist grupları da benzer şekilde değerlendiren bu halk kesimi, kısmen 1971 isyanı ile bizi onlardan ayırabilmiştir. Fakat halkın bu ayrımı, onları, mücadeleye girmelerini değil, aksine, devrimcilerden kahramanlıklar beklemeyi, onların mücadeleye girip işleri düzeltmelerini bekler hale getirmiştir. Sonuç: Halk kişiliksizleştirilmiştir.

3-     Üçüncü ara başlık: Türkiye Cumhuriyeti, İttihat Terakki iktidarından devir aldığı Tekçi Üniter siyasi anlayışı devam ettirmiştir. Bu devlet politikası, diğer halklar azınlığa indirildiği için, bu defa ülkenin üçte birini oluşturan Kürtlere yönelmiştir. Tekçi Üniter devlet anlayışı, esas olarak Türk halkının uluslaşma süreci gibi sunulmuş da olsa, anti demokratik içerikte hayata geçirildiği için, Kürt halkının bir yandan derin ve sessiz tepkisine, diğer yandan da başarısız isyanlarına neden olmuştur. Bu dağınıklık, A. Öcalan’ın yarattığı örgütlenme ile toparlanmayı ve ciddi bir gücü ortaya çıkartmıştır.

Gelinen aşamada, devreye Suriye Kürtlerinin de girmesiyle, Kürt sorunu uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Şu an Kürt özgürlük hareketi, ikili bir mücadelenin içinde yolunu aramaktadır. Ya Tekçi Üniter devletin baskılarına karşı demokratik bir savaşını devam ettirerek ezilenlerin yanında olmaya devam edecek, Ya da ‘ben hakkımı alıyorum’ diyerek, ABD ve Batı’nın demokratik ulus dediği Çokçu Üniter Devlet anlayışının tuzağına düşecek. Sonuç: Kürt halkının demokratik potansiyeli, sorunlarının çözümünü, demokrasi mücadelesine endekslediği oranda devrimci, bu mücadeleden koptuğu oranda da karşı saflara savrulacaktır.  

Dördüncü ara başlık: İşçi sınıfının rolüyle ilgilidir. Marx ve Engels’in bilimsel araştırmaları, proletaryanın, kapitalizmi yıkıp yeni bir toplum kuracak tek sınıf olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Bu sınıfın rolünü, devrimcilerden daha iyi kavrayan emperyalist güçler, 1800’lerden itibaren karşı tedbirler almaya başlamışlardır. Yani işçi aristokratı(zengini) yaratmak, sendikacıları satın almak, mafya ve faşistleri üzerlerine salmak, toplu üretim alanlarını dağıtmak için; evde işi teşvik etmek, ürünün her bir parçasını farklı alanlar ve ülkelerde üretmek, parça başı iş vermek vb. tedbirlere başvurmuşlardır. Bunlar yetmemiş, din ve milliyetçilik(ırkçılık-şovenizm-geri ulusçuluk vb) devreye sokulmuştur. Bunlar da yetmez ise katliamları sırada bekletmektedirler.

Buradan çıkan sonuç: Modern anlamda komünist güçlerin dayanağı ve halkın zalimlere karşı düzenli ve etkili bir biçimde karşı çıkmasına öncülük edebilecek tek güç olan proletarya, ülkemizde yeterli nicelik gücü olmasına rağmen pasif ve etkisiz duruma getirilmiştir. Bu sonuçta kendine ‘ devrimci’ diyen grupların ve sendikaların da payı bulunmaktadır. Çünkü işçi sınıfı arasında devrimci siyasi ajit-prop ve örgütlenme yapılmamaktadır. Halkın önemli bir parçası olan kol ve kafa emekçileri, devletin ve iktidarın haksızlıklarına karşı çıkacak bilinç ve örgütlülükten yoksun hale sokulmuştur.  

Bugün her türlü haksızlık-hırsızlık-soygun-rüşvet-ahlaksızlık ve yasadışılık tavan yapmış ve egemen olmasına, dahası her emekçi ve çalışanın kazandığının %80’inin, RTE ve şürekâsının cebine aktarılmasına ve de bunu, herkes bilmesine rağmen, ezilenler ve sömürülenlerden ciddi bir ses çıkmamaktadır! Bunun tarihsel arka planını işte yukarıda anlattıklarım oluşturmaktadır.

Bu tarihsel analizin yanında, bugün yaşananları da güncellemeliyiz. Çünkü halkın biriken öfkesinin kendiliğinden de olsa ortaya çıkma tehlikesi bulunmakta ve bunu ortadan kaldırmak için egemenlerin plan ve projeleri bulunuyor. Burada CHP ve diğer düzen parti temsilcilerine görevler düşmektedir. Ve bu partilere gönül vermiş milyonlarca insanın umutları ve beklentileri yanlış kanallara aktarılarak mevcut iktidar ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Bu öylesine acemice fakat sinsice yapılmaktadır ki ezilenler ve sömürülenlerin öfkesinin patlama noktasına geldiği anlarda, yeni umut aşısı yapılarak, ya sahte darbeler ile toplum şoka sokulmakta ya da umut olabilecek liderler sahneye sürülmektedir. Böylece ülkemizde ki mevcut sistem, emperyal işleyişin güvenli alanı içine alınabilmektedir. Şimdi de bunların kanıtlarına bakalım.