CHP'yi, büyük burjuvazinin reformcu partisi, DEM’i de Kürt halkının ulusal bir partisi olarak değerlendirebiliriz.

Bu yazı DEM ve CHP’nin demokrasi mücadelesindeki rolü ve yerini seküler yaşam açısından ele almaktadır. İki partiye de milyonlar itibar etmekte ve destek vermektedir. Fakat milyonların bu partilere olan desteğine rağmen, ülkemizdeki insan hakları-çevre sorunu-özgürlük-hayvan hakları-kadın sorunu-etnik yaklaşım- eşitlik-seküler yaşam vb. demokrasi mücadelesinde ki tüm demokratik başlıklar İslami ve Irkçı siyasi gericilik tarafından daraltılmış ve yok edilmiştir. Bu gerici siyasi figürleri sahneye çıkartan ise, 1923 burjuva devriminin laiklik anlayışıdır. Tüm sorun da zaten burada yatmaktadır. CHP’de bu işleyişe, ‘Atatürk’ün yasası diyerek destek vermektedir. DEM ise, SSCB’nin yıkılması sonrası liderlerinin Marxizmden uzaklaşması sonucu, Batı’nın Çokçu Üniter Devlet anlayışına yaklaşarak, emperyalist güçlerin temsilcisi gerici iktidarla ulusal sorununu çözme planlarına yeşil ışık yakmaktadır. DEM ve CHP, demokrasi mücadelesinin laiklik ilkesi hariç, tüm başlıklarıyla ilgilenmekte ve eylemler koymaktadırlar. Laiklik ise onları pek ilgilendirmektedir.

Bu değerlendirme ışığında; ülkemizde ki demokrasi mücadelesinin sürükleyicisi ve belirleyicisi olan seküler yaşam ve bu yaşamı koruma altına alan laiklik yasaları konusunda DEM ve CHP’in tavrını ele alacağız. Bakalım!

TÜRK USULÜ LAİKLİK 

Demokrasi sürecini doğru temellerde ele alamazsak, sanırım ülkemizde bu yöndeki tüm çabalar da boşa gidecektir. Mühendislikte referans noktasından bir milimlik sapmanın, giderek çıkış noktasından kilometreler bulan bir ayrışmaya neden olduğunu biliyoruz. Bunun için siyasette en güzel örnek, ülkemizdeki laikliğin temeli atılırken yapılan ‘küçük’ bir hesap hatasıdır. Laiklik ilan edilmiş fakat ‘referans noktasından’ bir sapma ile. İşte bu küçük sapma bugün ülkemizdeki İslami-ırkçı siyasi felaketi yaratmıştır diyebilirim.

1923 Kurtuluş Savaşı, Türkiye halklarının ortak bir davası olarak gündeme gelmiş fakat mücadele, sadece çıkış noktasında değil, ondan sonraki her aşamada da sapmalara uğramıştır. Laiklik, burjuva demokratik devrimin en önemli siyasi ayağıdır. Seküler yani dünyevi yaşam biçimini güvence altına alan laiklik yasasının temeli, feodalizmin aksine din ile devlet işlerinin tamamen ayrılması üzerine kurulmuştur. Bu gerçek, 1931 yılındaki CHP kongresinde de açıkça dile getirilmişti:

Din telakkisi vicdani olduğundan, Fırka, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin muasır terakkisinde başlıca muvaffakiyet amili olarak görür” (abç.) 

Bu tespite rağmen CHP iktidarı, bunun gereğini yerine getirmeyerek, dini örgütü (Diyanet İşlerini) devletin beynine yerleştirmişti.

Laikliğin, aslında insanların inanç özgürlüğünün güvence altına alınmasını sağlayan yasalar olduğunu görürüz. Bu sonuca Avrupa halkları ve burjuvazi, binlerce yıllık baskı, zulüm ve acılara göğüs gererek ulaşabilmişti. Tarihin damıttığı seküler dediğimiz dünyevi yaşam ile uhrevi dediğimiz dini yaşam biçimini güvenceye alan yasalara laiklik denmektedir. Bu nedenle gericilerin gerçek laiklik yasalarına karşı çıkış noktası: dini ticaret aracı olarak kullanma ve devletin desteğinden mahrum olmama olarak özetleyebilir. Bundan dolayı ülkemizdeki laiklik yasalarına karşı çıkıyormuş gibi yapıp destekleyenler esas olarak gericilerdir. Örneğin devletin desteği olmadığında, dini taraftarlarının sayısının, % 90 oranında buhar olacağını onlar bizden daha iyi biliyor. Bu nedenle gerçekten demokrasi mücadelesi vermek istiyorsak Avrupa’daki türden bir laikliği ülkemizde kurmamız gerekiyor! Ama bu konuda sadece CHP ve DEM değil, devletin politikası da mevcut laiklik sistemini korumaktan yanadır. Dolayısıyla Sosyalistler ve Alevilerin belli bir kesimi dışında, ülkemizde gerçek laikliği savunan yoktur.

Sonuçta; “Atatürkçü laiklik” adı verilen bu seküler yaşam formu değişmeden, demokrasi mücadelesi tıpkı suya yazılanlar gibi yok olup gitmeye mahkûmdur. Demokrasi mücadelesindeki kazanımlarımızı canımız ve kanımızla ödememize rağmen neden gericiler (ırkçı ve dinci) sürekli yeni mevziler kazanıyorlar dersiniz?

Bugün sadece CHP ve DEM değil, türevi olan sol, Alevilerin önemli bir kesimi, kendine devrimci ve komünist diyen grupların ve aydınların belli bir çoğunluğu da laiklik ilkesini önemsemeyen bir politika izlemektedir. Dolayısıyla Kürdler, feodal kültürün etkisi altında siyaset yaparak, kendi ulusal zeminlerinde, kadınları ön plana çıkaran bir taktik ile bu etkiyi kırmaya ve bu sorunu aşmaya çalışmaktadırlar (ki bu adım, gerçekten gericilik-feodal barajlarda önemli çatlaklara imza atmaktadır). Ne var ki milyonların beynini yıkayan emperyalist dini-feodal politikaya(ülkemizdeki laiklik gibi) karşı çıkılmadıkça ve emekçi kitlelere bu tehlike sabırla ve sistemli bir şekilde anlatılmadıkça, bu tür önemli adımlar da amacından giderek saptırılacaktır. Tıpkı Rojava’da ki 2014 devriminin ABD-Türk işbirliği ile rayından çıkarılmaya çalışıldığı gibi!

 AYDINLAR

Aydınlarımızı ele aldığımızda; bir yanıyla M. Belge gibi sayısız aydın, bu süreci doğru okuyamadıkları için, ‘yetmez ama evet’çi olmuşlar yani seküler yaşamı, insan hakları edebiyatı içinde boğup yok etmişlerdir. Yine aydınların karşı tarafta mevzilenen belli bir çoğunluğu da; mevcut laiklik sistemini savunarak, aslında ‘yetmez ama evet’çilerin yolunda, gericiliğe güç kazandıran adımlar atmaktadırlar. Örneğin Livaneli gibi etkili aydınların sadece AKP iktidarının gerici etkilerine karşı başarılı ajitasyon ve propaganda yaptıklarını fakat tüm bunların çıkış noktasını oluşturan mevcut sistemin laiklik ilkesine karşı, aşkların en şahanesini yaşadıklarını görüyoruz. Bu açıdan Atatürkçü(başta CHP’liler) ve anti Atatürkçü(başta DEM’liler) kesimler, konuya farklı şeritlerden yaklaşmışlar da olsalar, Laiklikle ilgili olarak, ırkçılar-İslamcılar ve devletle aynı amaçta birleşmektedirler.      

Anti demokratik barikatların en güçlüsü olan bu sorunun çözümü yönünde bir çalışma programı ortaya konmadıkça, demokrasi mücadelesinden kimler bahsediyorsa, bilinsin ki hem kendilerini hem de kitleleri aldattıklarını yakında yaşayacak ve göreceklerdir. Çünkü bugün RTE gidecek fakat gericilikte daha bilinçli ve kurnaz bir başkası gelecektir. Tıpkı Erbakan’ın gidip yerine RTE’nin gelmesi gibi!

Bugün ülkemizdeki çarpıcı gerçekler bize her şeyi anlatmaktadır zaten. K. Evren-T. Fevzioğlu-Çelebi gibi sayısız Atatürkçülerin varlığına bakın yeter. Yine Topal Osman’ı öven, kuran okuyan ama aynı zamanda Üç Fidan'ımızı anan İmamoğlu gibi CHP’li figürler ve ‘solcu’ devlet adamlarımız var olduğu müddetçe emekçiler ve kitlelerin kalıcı bir huzuru olamayacaktır. Açıktır ki tüm bunlar, 1923 Cumhuriyetinin yanlış temeller üzerinde yükselen yapılanmasından dolayıdır. Demokrasinin ayırıcı niteliği olan laiklik konusunda, din tüccarlarının kitleler üzerindeki etkisini sıfırlamak için yapılması gereken sadece şudur: laiklik yasası, hem seküler yaşamı(dünyevi) hem de dini yaşamı(uhrevi ) tüm istismar ve tehlikelerden koruyan biricik tedbirdir.

İşin abc’sini öğrenmeden nasıl ki konuşup yazışamazsak, aynı şekilde demokrasi konusunu kavramadan da Kürd sorunu dâhil hiçbir demokrasi adımını atamaz ve çözemeyiz. CHP ve onu takip eden ‘Sol’, demokrasi mücadelesini salt hükümete ve onun icraatlarına karşı sürdürüp kendilerini sınırlayarak bugün ülkenin şu durumunu görmemezlikten gelmektedir: kadın haklarını tanıyan ilk ülkeyiz deriz fakat her gün kadınların katledildiği bir ülkede yaşadığımızı unuturuz. Cumhuriyet hükümetinin yaptığı fabrikalarla övünürüz fakat bunların, emperyalizme bizi bağlayan hafif sanayi olduğunu ve ağır sanayinin(fabrika yapan fabrikaların) önemini bir türlü hatırlamayız. Laik ülkeyiz deriz ama dini kuruluşu devletin beynine yerleştirir ve bu kuruluşa en büyük bütçeyi veririz, cumhuriyetimiz var diyerek övünürüz fakat parlamento ve yetkili organlara hep kodamanları seçeriz. ‘Yaşasın Atatürkçü Cumhuriyetimiz’ diyerek devleti kutsarız fakat bu Cumhuriyetin organize ettiği suikastları-faili meçhul cinayetleri-katliamları-genç fidanların asılmasını ve Kürd ulusunu nasıl ezildiğini unuturuz. Dahası; ülke soyulur, çocuklar istismar edilir, uyuşturucu çeteleri ile devlet kol koladır vb. sayısız rezillik at başı gitmektedir fakat biz ordumuza, devletimize ve dinimize tek laf etmeyiz.  

SONUÇ

Çağımızda demokrasi mücadelesinin zafer elde etmesi, G. Afrika ve Rojava örneğinde de görüldüğü gibi emperyalistlerin müdahalesiyle imkânsız hale getirilmektedir. Bunun için CHP ve DEM’in öncelikle emperyalistlerle olan ilişkilerini gözden geçirmesi, emekçileri önceleyen sosyal ve sınıfsal politikaların yanında yer almaları gerekmektedir. Bu yöndeki çabamızı artırmak, onların peşinden giden milyonların kazanılması için gerekli ve zorunludur.

Proletarya ve emekçiler, kendi bağımsız seküler ve sosyal politikalarını geliştirip inşa etmedikçe, CHP ve DEM, daha ziyade onların etkisindeki kitleler bu güce katılmadıkça, gericiliğin daha uzun süre ülkemizde hâkim olacağından emin olabiliriz. Sadece Atatürk-İnönü-Ecevit-Mandela örneğinde olduğu gibi önce parlak ve umutlu, sonrasın da ise büyük hayal kırıklığı yaratan yeni lider ve oluşumların bizi beklediğini bilmemiz gerekiyor. İşte gericilik, yaşanan bu hayal kırıklığı üzerine gelmekte ve onlarca yıl halkı soyup soğana çevirmektedirler.   

CHP’nin muhtemel iktidarında da umutların giderek nasıl eridiğini birlikte yaşayacak ve göreceğiz. Çünkü emperyalist sistem kimseyi boş bırakmaz. Bunu kavrayabilir ve ona karşı mücadeleyi yükseltebilirse, CHP ve DEM’i destekleyen milyonlar, devrimci saflarda toplanabilirse ancak o zaman kalıcı ve sürdürülebilir kazanımlara imza atılabilecektir.