Türkiye 1915 yılından itibaren ezilen uluslar açısından Tekçi Üniter devlet anlayışı ile yönetiliyor. Yani Kürd halkı dâhil Ermeni-Rum ve diğer uluslara karşı ötekileştirme, baskı ve şiddet Türkiye Cumhuriyetinin temel politikası olmuş.
Bu vahşet, cumhuriyet ile kapatılmaya çalışılmış, hatta siyasi partilerin kurulması ve parlamenter sistemi içeren güya demokrat politikalarla bezenmişte olsa, dünyada lider konumda olan bu Apartheid (ayrımcı) sistem, neredeyse DEM ve TİP hariç meclisteki tüm siyasi akımlar tarafından benimsenmektedir. Ayrıca siyaset belgesi olarak herkesin uymasını istedikleri yasa dışı Kırmızı bir Anayasa ile de bu politikalarını sağlam kazığa bağlamışlardır.
Bu bilginin ışığında söyleyebiliriz ki; Türk egemenlerin hiçbiri bu ayrımcı politikadan ya devrim ya da emperyalistlerin açık direktifleri olmadan vazgeçemezler. Peki, bu durumda Bahçeli’nin açıklamaları ve çabalarını nasıl okumalıyız?
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin son açıklamaları, bir önceki makalemizde de açıkladığımız gibi ‘Kürdleri, kendi oyunlarıyla kündeye getirmek’ üzerine kurulu bir plan olduğunu bize söylemektedir. Türk egemenlerini Kürdlerin ağzına bir parmak bal çalarak ( Öcalan’a kısmi özgürlük vererek veya Rojava ile diplomatik ilişki kurarak vb.) Kürd halkının ulusal taleplerini hiçe sayıp onları bu şekilde susturmak planlarının bir parçası olabilir.
Kısaca değinecek olursak:
Bahçeli’nin açıklamasıyla ortaya çıkan süreç, Kürd Hareketi ve PKK’nin, ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük’ içeren taktikleriyle, bir güreşçi deyimiyle söylersek kendi oyunlarıyla, iktidar tarafından kündeye (sırtını yere) getirilmek istenmektedir biçiminde yorumlayabiliriz. “Kürd sorunu falan yok, güvenlik sorunu var” diyen Bahçeli’nin önerisine göre Öcalan, DEM grubunda konuşma yaparak örgütü dağıttığını açıklamalıymış.
Bu öneriye 'evet' diyecek olan Kürd özgürlük hareketinin bir geleceğinin olacağını sanmıyorum. Hatta bölünecekleri öngörüsünde de bulunabilirim. Bu nedenle ‘Öcalan’a özgürlük’ içeren bu taktik, Kürd Özgürlük hareketinin temelden yanlış bir taktiğidir. Çünkü siz eğer mücadele ederek demokratik hak ve özgürlüklerinizi elde edecek olursanız, zaten Öcalan’da bu haklardan yararlanan ilk kişi olacaktır.
Ama ‘APO’ya özgürlük’ sağlandığında, Kürd halkına hiçbir hak ve özgürlük verilmeyecek ise, o zaman ‘APO’ya özgürlük’ ne işe yarayacak? Hiçbir şey! Bunu yıllar önce Akdeniz belediyesi salonunun da dile getirdiğimde, Kürd arkadaşların homurtuları ve öfkeleri hala kulaklarımdan gitmiş değil. Umarım yol yakınken bu taktiğin bir tuzak olduğunu anlarlar. Bu açıdan APO’ya özgürlük, Kürd halkının hak ve özgürlüklerinden ayrı ele alınamaz. Bu konuda, Kürd aydınlarında ki sevinç çığlıklarının buz gibi don kesileceği süreç ne yazık ki yaklaşıyor sanırım. Öcalan’ın tavrı, bilinmemekle birlikte, faşist egemenler onunla konuşup ortaya döküldüklerine göre, ciddi bir sorun olduğu ortadadır. Bu nedenle de gözümüzü uluslararası arenaya çevirerek ‘turpun büyüğünün heybede’ olup olmadığına bakmamız gerekiyor.
Uluslararası arenadan kastımız elbette ki ABD ve müttefiklerinin köpeksiz köyde(dünyada) at oynatmalarından ibaret. Dolayısıyla da dünyadaki tüm ülkelerin politikalarına müdahale etme hakkını kendinde gören faşist bir anlayışın, tıpkı ülkemizdeki politikaya benzer şekilde dünyada da hüküm sürdüğünü görüyoruz: sözde ve görünüşte demokrasi ve insan hakları ama gerçekte ise baskı, ambargo, savaş ve ölüm. Rusya’nın, Çin’in, Hindistan ve bazı ülkelerin bu canavara karşı çabaları olsa da kapitalizm kurallarıyla mücadele ettikleri için insanlık için temelde bir alternatif yaratamıyorlar.
Sonuçta ABD ve müttefikleri dünyayı istedikleri gibi yönetiyor. Dolayısıyla ABD’nin dayatması veya önerisiyle de Türkiye Rojava ilişkileri normale dönebilir.
Konumuza dönecek olursak; 5 ayrı ülke ve bölgede yer alan Kürd halkının ulusal mücadelesi de emperyalistlerin objektifinde, hem de en önemli sırada bulunuyor. ABD’nin yıllarca emek harcayıp besleyip büyüttüğü IŞİD canavarından vazgeçip son anda Kürdlere yanaşması da Kürd ulusal mücadelesinin ciddi siyasi sonuçlar doğuracağını önceden fark etmesiyle yakından ilgilidir.
Şu an kim ne derse desin Rojava devrimi ABD ve müttefiklerinin kontrolüne girmiştir.
Ve bu kontrolde;
ABD’nin Türk iktidarıyla yaptığı gizli dayanışma ve işbirliği temel bir rol oynamaktadır. Yani ABD işareti verdiğinde Türk iktidar Rojava'ya saldırmakta ve her an işgal endişesini yaratmaktadır. Araya ABD girerek Kürdlerden yana tavır almakta ve onların koruyucusu rolünü oynayarak, güya Türkiye tehlikesinden onları kurtarmaktadır. Bu tiyatro ne yazık ki Türk ulusalcılar ve çoğu Kürd kesimleri tarafından gerçekmiş gibi izlenmekte ve gerçek dışı siyasi sonuçlar, farklı biçimde de olsa çıkartılarak servis edilmektedir. Sanırım Rojava’da ki Kürd yöneticiler bunun farkındalar ama çaresizler.
Bu anlatımlardan çıkan sonuç şudur:
Türk iktidarı içte APO kartını kullanırken dışta Rojava kartını kullanabilir. Yani Rojava yerel yönetimiyle iyi ilişkiler kurarak Kürdlerin ağzına bir parmak bal daha sürebilir. Ve bu adımları atıp onlardan ve Öcalan’dan PKK’nın tasfiyesini isteyebilir. Peki, Kürdlerin hak ve özgürlükleri nerede?
Sanırım duymadınız: Kürd sorunu yok, güvenlik sorunu var! Verdiklerimiz neyinize yetmiyor! Öcalan’a özgürlük! Rojava’yı tanıyın demiyor muydunuz? Alın bunları verin güvenliğimizi’
Sanırım buna egemenlerin *‘Haka’ dansı denebilir.
Belki de başka türden parmak ballar süreceklerdir Kürd ulusunun ağzına!
Ama ne olursa olsun Türkiye'deki Kürd halkı, bu oyuna gelmeyecektir diye umut ediyorum.
*Yeni Zelanda’nın 200 yıllık savaş dansı.