Yeryüzünün en güzel coğrafyasında yine "barış ve kardeşlik" varyasyonları yapılırken aynı konuda 32 yıl önce yayımlanmış olan iki kitaptan anımsatmalar
MHP lideri Devlet Bahçeli'nin 22 Ekim 2024 tarihinde İmralı zindanındaki Kürt lideri Öcalan'ı Meclis'e gelerek PKK'nin lağvedildiğini açıklamaya davet etmesiyle başlayan yeni "barış ve kardeşlik süreci" dört ay sonra 27 Şubat'ta, Meclis'te değil İmralı'dan yapılan silah bırakma ve PKK'yi feshetme çağrısıyla yeni bir boyut kazanmış bulunuyor.
Her ne kadar iktidar kanadında da, muhalefetin önemli bir kesiminde de bu çağrı tam bir "teslimiyet" belgesi olarak yorumlansa da, "Kürt Sorunu"nun devletin kahredici darbeleri sayesinde artık kesin çözüme kavuşturulacağı müjdelense de, Kürt ulusal direnişini temsil eden örgütler adına yapılan açıklamalar bir teslimiyetin söz konusu olmadığını, "barış ve kardeşlik" hedefine ulaşabilmek için her şeyden önce iktidar kanadının on yıllardır zindanlar, katliamlar, kayyımlar ve sınırdışı operasyonlarla sürdürdüğü topyekun devlet terörüne son vermesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Evet, Türkiye'ye yarım yüzyıla yakın süredir "iç savaş" acısı yaşatan bir sorun vardır... Bu sorun Kürt Sorunu değil, Türk Diktası sorunudur.
Bundan 32 yıl önceydi... Türkiye'de silahlı çatışmaların yoğunlaştığı o dönemde, devlet katında olmasa da, demokratik örgütler düzeyinde yoğun bir çözüm arayışı vardı. Sürgündeki devrimci dostlarımdan Kemal Uzun'un girişimiyle Kürt sorunu üzerine "Aydınlar ne diyor?" adlı bir kitap hazırlanmış, Belçika'dan ben de bu kitaba "Kürt sorunu değil, Türk diktası sorunu!" başlıklı bir yazıyla katkıda bulunarak şöyle demiştim:
"Tüm siyasal örgütlerin özgürce katılacağı referandumlarla ve seçimlerle ulusların kendi yazgılarını belirlemesi sağlanmalıdır. Üniter bir devlet içinde kalmak mı, federatif bir yapıda bir arada olmak mı, yoksa tamamen bağımız olmak mı? Bu soruların cevabını ilgili halkların kendileri özgürce verebilmelidir.
"Ankara’dakilerin kapılanabilmek için her türlü cambazlığı yaptıkları Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’de bile, Flamanlar nüfusun sadece yüzde 10’nu oluşturdukları halde, Brüksel Bölge Meclisi’nde ve Bölge Hükümeti’nde kendi partileriyle tam eşitlik ve karşılıklı saygı temelinde yer alıyor. Brüksel kamu kurumlarının balkonlarında arslanlı Flaman bayrağı, horozlu Frankofon bayrağı ve iris çiçekli Brüksel bayrağı yan yana dalgalanıyor. Sabah akşam Brüksel’in kapısını aşındıran bakanlar, milletvekilleri, bu kentin tüm tabelalarının iki dilde, Fransızca ve Flamanca, yazılmış olduğunu fark edemeyecek kadar ebucehil mi?"
SÜRGÜNDEKİ AYDINLARIN MESAJI...
Federal Almanya Türk-Kürt Dostluk Girişimi tarafından hazırlanarak Oberhausen'deki Ortadoğu Yayınları tarafından yayımlanan, aynı yıl İstanbul'daki Belge Yayınları tarafından Türkiye baskısı yapılan "Kürt Sorunu: Aydınlar ne diyor?" adlı kitapta şu imzalar yer alıyordu:
Nizamettin Arıç, Ali Arslan, Mevlüt Asar, Bayram Ayaz, Fakir Baykurt, Nihat Behram, Habib Bektaş, Şakir Bilgin, Adnan Binyazar, Sertaç Bucak, Heval G. Cansever, Ali Asker Ceylan, Gültekin Emre, Ozan Emekçi, Engin Erkiner, Yücel Feyzioğlu, Arif Gelen, Doğan Görsev, Aydın Karahasan, Şerafettin Kaya, A. Kadir Konuk, Naci Kutlay, Doğan Özgüden, Ömer Polat, Server Tanilli, Mehmed Uzun, Kemal Yalçın, Erol Yıldırım.
142 sayfalık kitabın önsözünde şu ortak mesaj veriliyordu:
"Tarih, halkların hak ve özgürlük mücadeleleriyle doludur. Birçok halk, bu haklı uğraşında amacına ulaşabildiği halde, Kürtlerin özgürlük için çırpınışları hep sonuçsuz kalmıştır. Kürtlerin haklarını alma davası, geçmişin acı yenilgilerine karşın durmadığı gibi, son yıllarda fark edilir bir ivme kazanmıştır.
"Türkiye de de, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki bir dizi Kürt direnişinden yıllar sonra, yeniden tarih sahnesine çıktı Kürtler. Geleneksel yasakçı politikalarında ısrarlı olan TC Devleti ise, Kürtleri askeri yöntemlerle susturma tavrını bugüne değin ödünsüz sürdürdü. Kürt halkı ile devlet arasında devam eden söz konusu mücadele, süreç içinde çok değişik boyutlar kazandı. Artık, her gün ortalama 30-40 kişi öldürülüyor. İşleyeni bulun(a)mayan cinayetlerin sayısı üç binleri çoktan aştı. İşkence, öldürme, yakma, yıkma ve Kürt köylerini boşaltarak göçe zorlama türünden olaylar kanıksanır hale geldi. Özellikle Kürt sorununda, devlet politikalarına muhalefet eden yayınların yaşama şansı kalmadı.
"Gelişmelere hangi açıdan bakılırsa bakılsın, sonuçta ortaya çıkan tablo tek kelimeyle korkunçtur! Ve bilinmektedir ki, bunun baş nedeni de, Kürt sorununun bugüne kadar adalet temelinde bir çözüme kavuşturulmamış olmasıdır. Bu belirleme, ülkedeki siyasal iktidarın, yaşananların baş sorumlusu olarak karşımıza çıktığını, Kürtlerin ulusal hak ve özgürlükleri için sürdürdükleri mücadelenin haklılığını da gösteriyor...
"Yıllardır yaşananlara, Kürt düşmanlığı kampanyalarının da yarattığı havayla ülkeyi bir iç savaşa doğru sürükleyen gelişmelere karşın, şu gerçek ne yazık ki hâlâ kabullenilemiyor: Kürt sorunu, siyasal çözüm gerektiren bir sorundur; bir halkın varlıksal haklarına kavuşma/kavuşturulma sorunudur. Bu sorunun çağdaşça çözümü, başta siyasal iktidar olmak üzere tüm toplumun sorunudur. 'Terör' gerekçesiyle de Kürt sorununun çözümsüz bırakılması ve bir halkın mağduriyetinin sürdürülmesi hiçbir zaman haklı görülemez.
"Kısacası, Kürt sorunu, siyasal-ekonomik ve kültürel değerler yönünden ülkeyi yıkıma sürükleyen ve halklar arasında onarımı olanaksız yaralar açan savaş ortamıyla, bugün her zamankinden daha yoğun ve ciddi bir şekilde tartışma gündeminin başına yerleşmiş durumdadır. Hiç kimse bu soruna seyirci kalarak, gelişmelerin dışında duramaz. Herkes, konuya daha ciddi bir şekilde eğilmek, kafa yormak ve görüş belirtmek sorumluluğuyla karşı karşıyadır.
"Tarih önünde sorumluluk bilinci taşıyan kişiler, Kürt sorununun bugünkü yaklaşımlarla sürüp gitmesine seyirci kalamazlar. Yazar, gazeteci, şair ve sanatçılar, böylesine yaşamsal sorunların yaşandığı günlerde susamayacak, susmaması gereken kişilerdir."
TÜRKİYE'DEKİ AYDINLARIN MESAJI...
Güzel bir raslantı, o dönemde, Türkiye'deki aydınlardan Asaf Savaş Akat, Taha Akyol, Çetin Altan, Melih Cevdet Anday, Mehmet Ali Aybar, Fikret Başkaya, Murat Belge, Mihri Belli, Halil Berktay, Ali Bulaç, Demirtaş Ceyhun, Şemsi Denizer, Abdurrahman Dilipak, Füsun Erbulak, Nazlı Ilıcak, Attilâ İlhan, Mustafa Kaplan, Ercan Karakaş, Mehmet Ali Kılıçbay, Yalçın Küçük, Ertuğrul Kürkçü, Aziz Nesin, Doğu Perinçek, Sungur Savran, Ali Sirmen, Server Tanilli, Mete Tunçay, Erbil Tuşalp, Tomris Uyar, Can Yücel de Cem Yayınevi tarafından yayımlanan "Kürt Sorunu: Aydınlarımız ne düşünüyor?" adlı 304 sayfalık bir kitapta bu konudaki görüşlerini dile getirmişlerdi.
30 aydınla tek tek görüşerek bu önemli belgeyi yayına hazırlayan gazeteci dostumuz Metin Sever, kitabın önsözünde şöyle diyordu:
"Yaşanan olaylar Kürt sorununu gündemin başına yerleştirdi. Artık Kürtlerin varlığını yadsımak, resmi tarih tezleri geliştirmek aklı başında hiç kimse için mümkün değildir. Bu noktaya gelinmesinde dış etkiler kadar, hatta ondan daha çok iç etkilerin, yani Kürt halkının verdiği mücadelenin büyük rolü olduğu muhakkak.
"Kürt sorunu gündemin birinci maddesi haline geldi, ama Türkiye kamuoyu sorunun farklı yönlerini öğrenme imkanını bulamadı. Yasaklar, bu sorunun tartışılmasının önünde hâlâ büyük engel oluşturuyor. Ancak hayat gerçeğini getirip dayatıyor ve tüm baskılara, yasalara karşın Kürt sorunu tartışılıyor; şimdilik biraz sisli kapalı ve dar bir ortamda da olsa. Tartışma, veriler ve bilgiler temelinde yapılamıyor, kimin ne dediği net ve açık değil. Bırakınız sokaktaki insanı, Türkiyeli aydınların bile bu konuda neler düşündüğü çok fazla bilinmiyor. Oysa tartışmalar, veriler ve bilgiler temelinde yürütülürse anlamlı olur.
"Bu çalışmanın amacı, bu sisli ortamı birazcık dağıtabilmek; Türkiyeli aydınların Kürt sorununda neler düşündüğünü genel hatlarıyla da olsa ortaya koyabilmek ve belki de bir anlamda Türk kökenli aydınlarla Kürt kökenli aydınlar arasında tıkalı olan iletişim kanallarının aralanmasını sağlamak şeklinde özetlenebilir. Bu çalışmaya Yeni Ülke Gazetesi'nin sayfalarında başladığım zaman kafamda bir kitap fikri yoktu, süreç içerisinde bu çalışmanın kitaplaşmasının her iki kesimin aydınları arasındaki iletişime yardımcı olacağını hem de bir dönem itibarıyla tarihe not düşeceğini düşündüm."
... İLLE DE ÖNCELİKLE DEVLET TERÖRÜNE SON
Üzerinden 32 yıl geçtikten sonra her iki kitabı da tekrar büyük bir dikkatle okudum.
O dönemde görüşlerini cesaretle dile getiren dostlarım arasında artık hayatta olmayanlar var... Eleştirileri, önerileri, üzerinden 32 yıl geçtikten sonra hâlâ geçerli...Kitapların yayımlandığı dönemde TC Hükümeti'nin başında Süleyman Demirel, hemen ardından Tansu Çiller vardı... Onlardan sonra bu devlete başbakan olarak Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit hükmettiler... 2002'den günümüze kadar da 23 yıldır Recep Tayyip Erdoğan...
Her birinin yönetiminde "barış ve kardeşlik" ayaklar altında, varsa yoksa devlet terörü...
Öcalan'ın İmralı'dan gönderdiği "Silah bırakma ve PKK'yi feshetme" çağrısı bir şeyleri değiştirebilecek mi?
Unutulmasın... Kürt ulusal direnişi, bizzat Öcalan'ın geliştirdiği "demokratik konfederalizm" anlayışına uygun olarak 17 Mayıs 2005 tarihinden beri Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile birlikte Batı Kürdistan/Suriye'yi temsil eden Demokratik Birlik Partisi (PYD), Doğu Kürdistan/İran'ı temsil eden Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) ve Güney Kürdistan/Irak'ı temsil eden Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) tarafından oluşturulan Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) tarafından yönetilmektedir.
Bir yandan Türk Ordusu'nun, öte yandan Suriye'de Türkiye'nin beslediği SMÖ'nün sürekli saldırısına hedef olan PYD kendini feshedebilir, ona bağlı DSG ve YPG güçleri silah bırakabilir mi?
KCK'nin Brüksel'deki temsilcisi Zübeyir Aydar da, Medya Haber'in önceki gün kendisiyle yaptığı söyleşide Öcalan'ın çağrısının DSG ve YPG'yi kapsamadığını vurguladı.
Kuşkusuz önümüzdeki günler sürprizlerle dolu...
Ancak Türk Diktası'nın sadece Kürt halkına değil, ülkenin başta Ermeniler ve Asuriler olmak üzere tüm diğer halklarına, ve de demokrasiden, özgürlükten ve eşitlikten yana tüm Türk'lere yönelik devlet terörü kesinlikle sona erdirilmedikçe, yeryüzünün bu en güzel coğrafyasında kalıcı barış ve kardeşlik hiçbir zaman gerçekleşemeyecektir.
(Artı Gerçek, 3 Mart 2025)