CHP'nin TBMM çatısı altında yumuşama ve Tayyip'e saygı, yurt dışında Türk Devleti'ni savunma gösterileri sürerken geçmişteki Ekim dramlarını unutmayalım
İki gün önce, 5 Ekim'de, İnci'nin 84. doğum yıldönümünü, ilk kez farklı bir ortamda kutladık... İnci'nin, İnfo-Türk yayınlarını gerçekleştirirken aynı zamanda yönetmekte olduğu Güneş Atölyeleri'nde ortaya koyduğu eserlerden seçmeler Brüksel'de yıllardır yaşadığımız mekandaki sanatçı dostlarımızın eserleriyle birlikte sergilendi.
O sabah İnci'ye ilettiğim mesajda "Tam 59 yılını benimle paylaştığın ortak yaşam yolunda ikimiz de 90’lara tırmanırken, takvim yapraklarının birbiri ardına giderek daha hızla düşmekte olduğunun, hayatta kalan yakınlarımızın, dostlarımızın, mücadele arkadaşlarımızın son derece azalmakta olduğunun farkındayız" diyordum...
Daha on gün önce Paris'teki sürgün dostlarımızdan yazar-çevirmen Babür Kuzucuoğlu'nu kaybetmiştik. 60'lı yıllarda önce Türkiye İşçi Partisi'nin ilk örgütlenme sürecinde birlikte olduğum sevgili dostum Babür, daha sonra Ant Dergisi'neyazılarıyla katkıda bulunduğu gibi, Dominik Cumhurbaşkanı iken Pentagon'un tezgahladığı bir darbeyle iktidardan uzaklaştırılan Juan Bosch'un yazdığı Pentagonizm adlı kitabı ve Fransız Komünist Partisi liderlerinden Jacques Duclos'nun Anarşizm adlı kitaplarını Türkçeye çevirmişti. Her iki kitabı da 1969 yılında Ant Yayınları dizisinde yayınlamıştık.
İnci'nin doğum yıldönümünü içerdiği için bir günlüğüne de olsa ikimizi de mutlu kılan, dostlarımızla bir araya getiren Ekim ayı, çok eski yıllarda tüm yaşamımız boyu unutmamız mümkün olmayan kara anılarla da dolu... Özellikle demokratlar, anti-emperyalistler ve sosyalistler için gerçekten belalı günler…
Tam 70 yıl öncesinde, 1954 yılının 7 Ekim günü... 1951 yılından itibaren tutuklanan TKP üyelerinden 184’ü askeri mahkemede, iki yıl süren duruşmaları sonucunda o gün Türk Ceza Yasası'nın ağırlaştırılmış 141. maddesi uyarınca 10 yıla kadar ağır hapis ve çeşitli sürgün cezalarına mahkum ediliyorlar...
Bu mahkumiyet sadece o hükmü veren askeri yargıçların değil, onlardan çok önce Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren Türkiye'yi yöneten, CHP'si ve DP'siyle tüm iktidarların utanç belgesidir.
Daha önceki yazılarımda da sormuştum: Hangi parti ya da partiler koalisyonu iktidarda olursa olsun, 23 Nisan 1920’de kurulan TBMM değil mi, İttihat ve Terakki’nin ideolojik mirasını üstlenerek varlığının daha ilk yılında Türkiye Komünist Partisi liderlerinin Karadeniz’de boğdurulmasına icazet veren, 1925’te Sol örgütlenmeleri ve Kürt direnişiniezmek için ünlü Takriri Sükûn Kanunu’nu onaylayarak istiklal mahkemeleri kurduran, tek parti döneminde de, çok partili dönemde de art arda sıkıyönetimler ilan ederek muhalif güçlere kan kusturtan?
Hürriyet türküleri söyleyerek iktidar olan Demokrat Parti ise 1950 seçimleriyle mutlak çoğunluğu elde ettikten sonra, Türkiye’de komünist örgütlenme ve ifadeyi yasaklayan TCK 141 ve 142 maddelerini ABD emperyalizminin dayatmasıyla daha da ağırlaştırarak hemen ardından ünlü 1951 Komünist Tevkifatı'nı başlatmış, üç yıl sonra da askeri mahkemenin mahkumiyet kararları gelmiştir.
Uluslararası planda ABD emperyalizminin tezgahıyla işlenen en büyük cürümlerden biri de, hiç kuşkusuz, Küba devriminin liderlerinden Ernesto Che Guevara'nın gerilla mücadelesi başlatmak üzere gittiği Bolivya'da CIA'nin uşakları tarafından pusuya düşürülüp tutuklandıktan sonra 9 Ekim 1967'de Bolivya Devlet Başkanı Barrientos'un emriyle katledilmesiydi.
EKİM 1967'DE, TÜRKİYE'DE ANT'A ÜMMETÇİ SALDIRI VE TEHDİTLER
Sertel'lerin sosyalist ve anti-emperyalist gazetesi Tan'ın CHP'nin kışkırttığı milliyetçi sürüler tarafından alçakça bir saldırıyla susturulmasından 22 yıl sonra, aynı Tan matbaasında dizilip basılan bizim Ant Dergisi'nin 41. sayısını Ekim 1967'de "Go Home" sloganlı bir kapakla yayınlamamızın hemen ardından ABD emperyalizminin beslemesi ve uşağı ümmetçi işadamlarının saldırısına uğrayacaktık.
Tan Matbaası'na el koyan ümmetçiler Ant'ın orada dizilip basılmasını yasakladıkları gibi, dergiyi yayına hazırlayan mürettipleri de tazminat dahi ödemeden işten attılar.
Bu alçakça operasyonun hemen ardından ümmetçi gazetelerden Bâbıâlide Sabah, 10 Ekim 1967 tarihli sayısında açıkça şu tehditleri savuruyordu: "Ey Allahsız, kitapsız, dinsiz, imansız, kızıl köpekler! Ölüm, sizlere ölüm... Ey kızıl sürüleri! İslam arslanları, Türk yiğitleri kükredi. Hudutlarımızın içinde size ve sizin bütün şer organlarınıza ölüm yağdıracağız, ölüm!"
Yine ümmetçilerin yayımladığı İttihad Gazetesi'nde de medyanın nasıl kontrol altına alınmakta olduğu şöyle müjdeleniyordu: "Daha dur bakalım, büyüğü geride. Artık isteseniz de, patlasanız da, çatlasanız da, Bâbıâli'ye el attık. Rotatifler, Kur'an ve iman hakikatlerinin neşrinde çalışacak. Müslüman gazetelerin sayısı daha da artacak; matbaaların, dağıtım şirketlerinin en yenisi, en moderni müslümanlara hizmet edecek. Tekniğin meşru dairedeki herşeyi islamiyete, onun hadimlerine hizmet edecek.”
Ümmetçilerin en etkin gazetesi Bugün'de de Mehmet Şevket Eygi açıkça katliam fetvası veriyordu: "Türkiye'de komünizmin himaye edildiğine, islamiyetin ise baltalandığına dair apaçık deliller vardır. Artık müslümanlara düşen vazife, uyanık ve hazırlıklı olmaktır. Önümüzde taze ve ümit verici bir örnek vardır. Endonezya'daki komünist kıyımı. Yüzbinlerce komünist öldürüldü. Karada vahşi hayvanlar, denizde balıklar insan etine doydu. Korkunç bir komünist kıyımı oldu. Fakat Endonezya kurtuldu."
EKİM 1971'DE DENİZ GEZMİŞ VE YOLDAŞLARINA İDAM CEZASI
Ekim ayında, 12 Mart 1971 Darbesi'nden sonra da Türkiye'nin rejimi açısından utanç verici birçok olay yaşandı.
En önemlilerinden birisi, hiç kuşkusuz, Deniz Gezmiş ve 17 yoldaşının 9 Ekim 1971'de bir sıkıyönetim mahkemesi tarafından idama mahkûm edilmesi, bu alçakça kararın rejimin kölesi medya tarafından manşetlerden büyük bir milli zafer gibi duyurulmasıydı.
Kamuoyundaki büyük tepki üzerine Askeri Yargıtay 10 Ocak 1972'de 15 devrimcinin idam cezasını hapse çevirmek zorunda kalacak, ama Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam hükümlerini kesinleştirecekti. TBMM'de CHP’lilerin bir bölümünün de dahil olduğu büyük çoğunluk bu caniyane kararı iki kez onaylayacak, üç fidan 6 Mayıs 1972 günü idam sehpasında Türkiye halklarına ve tüm insanlığa onurlu mesajlar vererek ölümsüzler arasında hak ettikleri yeri alacaklardı.
Bundan 53 yıl önce Türkiye devrimci hareketinin tarihsel liderlerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın ölümü de, Ekim ayının dramatik olaylarından biridir. 12 Mart Darbesi'nin ardından sıkıyönetimce aranan Kıvılcımlı, Türkiye’den ayrıldıktan sonra önce Suriye’ye, daha sonra Bulgaristan’a geçmiş, ne ki TKP yöneticilerinin karşı çıkması yüzünden Temmuz ortalarında önce Sofya’dan sınırdışı edilmiş, daha sonra gittiği Almanya'da Doğu Berlin’e girerek tedavi görmesi engellenmişti.
Bunun üzerine Batı ülkelerinde bir süre dolaştıktan sonra kanser tedavisi görmek üzere Yugoslavya’ya giden Kıvılcımlı 11 Ekim 1971’de Belgrad’da hayata veda etmişti.
TÜRK DEVLETİ'NİN BASKISIYLA SÜRGÜNDE BİZE UYGULANAN ENGELLEMELER
12 Mart 1971 darbesinin bizi mecbur ettiği sürgün yaşamımızda da Türk Devleti'nin bize karşı tehditleri, baskıları ve hedef göstermeleri hiç eksik olmamış, özellikle 1975 Ekim'inde doruğa çıkmıştı.
Cunta'ya karşı yurt dışında Demokratik Direniş hareketini Fransa ve Almanya başta olmak üzere çeşitli ülkelerde sahte pasaportla illegal olarak örgütledikten sonra Türk Devleti'nin Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nde isimlerimizi vererek yaptığı ihbar nedeniyle 1973'te Hollanda'da legale çıkmış, 1974 yılında da İnfo-Türk'ü kurmak üzere Belçika'ya geçmiştik.
Ancak, bu kuruluş aşamasında, Birleşmiş Milletler mültecisi statüsünde olmamıza ve Hollanda'da sürekli oturma hakkına sahip bulunmamıza rağmen, Türk Devleti Belçika makamlarının bize oturma ve çalışma izni vermesini engellemek için yine çeşitli kirli oyunlara başvurdu.
1974 yılında kaçak göçmen işçilere çalışma ve oturma izni verilmesi için bir yasa çıkartıldığı, bundan tüm kaçak Türk vatandaşları da hemen yararlandığı halde, bizim başvurularımız derhal reddedildi, üstelik gazeteci olarak BelçikaDışişleri Bakanlığı’nın verdiği geçici bir basın kartım olduğu halde Anderlecht polisi 17 Mart 1975’de ona daelkoyarak beni Hollanda’ya sınırdışı etti.
Avukatımızın itirazına karşı Belçika Emniyet Genel Müdürlüğü 25 Eylül 1975'te Adalet Bakanı'na gönderdiği Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul’la notta şöyle diyordu:
“Söz konusu kişilerin Hollanda’daki Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği Delegasyonu’na verdikleri ifadeye göre kendilerinin Türkiye’de özellikle yıkıcı faaliyetler kapsamına girecek siyasal bir geçmişleri vardır: Orduyu isyana teşvik, hükümete ve cumhurbaşkanına hakaret, yazarların tutuklanmasına karşı çıkma, ABD’nin politikalarını eleştirme, halkı isyana teşvik, komünist propaganda, sınıf savaşına teşvik... Bu koşullarda kendilerinin Belçika’da Türk topluluğunun kültürel yaşamına katkıda bulunma bahanesi altında yayın ve dağıtım faaliyetinde bulunmalarına göz yumulması sakıncalıdır. Her ne şekilde olursa olsun Belçika’da bulunmaları tam anlamıyla sakıncalıdır.”
Bu not üzerine Adalet Bakanlığı’na bağlı Devlet Güvenlik Birimi (DGB) de, 6 Ekim 1975’te, Yabancılar Polisi’ne şu talimatı veriyordu: “Haklarındaki soruşturma henüz tamamlanmamış olmakla birlikte, DGB daha şimdiden Özgüden-Tuğsavul çiftinin Belçika’ya yerleşmesine izin verilmemesi gerektiği görüşündedir.”
1978 EKİM'İNDE TİP ÜYESİ 7 GENCİN ALÇAKÇA KATLEDİLMESİ
Ekim ayının en dehşet verici olaylarından birisi, hiç kuşkusuz, bundan tam 46 yıl önce, 1978 yılında, 8 Ekim'i 9 Ekim'e bağlayan gece TİP üyesi 7 gencin ülkücü katiller tarafından hunharca katledilmesiydi.
Bu cinayetten kısa bir süre önce İnci’yle birlikte Türkiye İşçi Partisi’nin Avrupa’da örgütlenme ve iletişim sorumluluğunu üstlenmiştik. Yoldaşlarımıza kasteden bu alçakça cinayetin arka planını Avrupa kamuoyuna duyurmak için derhal üç dilde "Ankara'da katliam, Niçin?" adlı bir broşür yayımlamıştık.
Yıllar sonra, 9 Ekim 2017 tarihli t24'te yayımlanan yazısında Doğan Akın, korkunç katliamın Ülkücülerin "Reis"i Abdullah Çatlı'nın yaptığı plana uygun olarak yine Ülkücüler'in “İdi Amin”i Haluk Kırcı elebaşılığındaki bir faşist grup tarafından nasıl gerçekleştirildiğini ayrıntılı olarak ortaya koymuştu.
Katliamın kurbanları, hepsi Türkiye İşçi Partisi (TİP)üyesi olan üniversite öğrencileri Serdar Alten, Hürcan Gürses, Efraim Ezgin, Latif Can, Osman Nuri Uzunlar, Faruk Erzan ve Salih Gevence'dir.
Bu alçakça katliamın üzerinden tam 46 yıl geçmiş, ama katillerin yaptığı yanlarına kalmıştır.
Abdullah Çatlı 1996’da Susurluk’ta ölmüş, Haluk Kırcı ise yıllarca sonra çıktığı bir televizyon programında "Öldürülen iki arkadaşımızın intikamını almaya gitmiştik" diyerek işledikleri alçakça cinayeti haklı göstermeye kalkışabilmiş, yine de hakkında takipsizlik kararı verilmişti.
12 EYLÜL DARBESİ'Nİ İZLEYEN EKİM AYINDA DEVRİMCİ BİR GENCİN İDAMI
Ekim ayında işlenen bir başka cinayet ise, 22 Ağustos 1958 doğumlu genç devrimci Necdet Adalı'nın bundan tam 44 yıl önce 12 Eylül faşist rejimi tarafından idam sehpasında katledilmiş olmasıdır.
Necdet Adalı çok genç yaşta Kurtuluş Hareketi saflarında devrimci mücadeleye katılmış, 19 yaşındayken, Ankara Örnek Mahallesi’ndeki bir evin basılması sonucu, içlerinde daha sonra Filistin’de yaşamını yitiren Kemal Ergin’in de bulunduğu 4 kişi ile beraber tutuklanmıştı.
Tutuklanma gerekçeleri, 10 Temmuz 1977’de kimliği belirsiz kişiler tarafından İsmetpaşa Mahallesi’ndeki Güneyli Kıraathanesi’ne yönelik silahlı saldırıydı.
Adalı ve yoldaşları tutuklandıktan sonra Ulucanlar Cezaevi’ne konulmuş ve idam talebiyle yargılanmaya başlanmıştı. Duruşmalarında düşüncelerinden asla taviz vermeyen Adalı’nın yargılanması devam ederken 12 Eylül darbesi gerçekleşmiş, duruşmayı üstlenen sıkıyönetim mahkemesi, hakkında herhangi bir kanıt veya görgü tanığı olmamasına rağmen, Adalı'yı idama mahkum etmişti. Bir süreliğine, kendisinden sonra idam edilecek olan Erdal Eren’le de aynı koğuşu paylaşan Adalı, 8 Ekim 1980’de Ulucanlar Cezaevi’nde idam edilmişti.
Adalı’nın idam sırasındaki son sözleri ise, “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği. Kahrolsun sömürgecilik. Kahrolsun faşizm. Yaşasın antiemperyalist, antioligarşik demokratik halk devrimi” olmuştu.
Cunta döneminde daha sonra onlarca genç, kendilerini yasama meclisi yerine koyan 5 faşist generalin onaylamasıyla inançları uğruna idam sehpalarında can verdi.
Ekim acıları bununla da bitmeyecekti...
1982 seçimlerinden sonra yeniden açılan TBMM de de hız kesmeyecek, bir diğer genç devrimci, İlyas Has, Turgut Özal’ın partisi ANAP’ın tek başına iktidar olduğu dönemde, 1984’ün 7 Ekim’inde, İzmir’in Buca Kapalı Cezaevi’nde, devrimci Hıdır Aslan ise aynı yılın 25 Ekim’inde Burdur Kapalı Cezaevi’nde idam edilecekti.
Bu Ekim ayı dramlarını hatırlamak, özellikle ana muhalefet partisi olan CHP yönetiminin TBMM çatısı altında yumuşama, normalleşme ve ayağa kalkarak Tayyip'e saygı operasyonları yürüttüğü, hele hele yurt dışında Tayyip'in militarist ve yayılmacı politikalarına arka çıktığı, hattâ işi New York'taki Türkevi'ne ilişkin rüşvet suçlamaları karşısında Türk Devleti'ni savunma cengaverliğinde bulunduğu bir dönemde büyük önem taşıyor...
Ekim acıları asla unutulmaya... Bir daha yaşanmasına asla fırsat verilmeye...