Sol-içi şiddet, özünde devlet olmakla bir ve aynıdır! Özünde aynı olsa da birçok noktalarda da ayrılır. ‘Sol içi şiddet!’i karakterize eden iki özellikten bahsedebilirim.    

Sol içi şiddeti yöntem olarak seçenlerin birinci özelliği, demokrasi bilincinin yetersizliği ve kültürel geriliğidir. Eğer kendimizi(kişi veya grup olarak) geliştirememiş, bilimsel çalışma ve insani değerleri içselleştirmemişsek, şiddet, dönüp dolaşıp başlatan kişi ve grupların biricik çözüm aracı haline gelecektir. Çünkü sorunları çözmek, ancak bilgi ve beceriyle mümkündür. Şiddet ise öfkenin-duygunun zirve yapmış halidir. Peki, şiddeti neden kullanıyorsunuz? Sorunları çözmek için!

Siz evinizde bozulan radyonuzu, çamaşır makinenizi vb. bir aletinizi, öfkenizle tamir edebilir (sorunu çözebilir) misiniz? Aksine parçalayıp atarsınız! Hâlbuki bunun çözümü bilgi ve yeteneğe dayanır! Yaşamda da bozulan, sorunlu ilişkileri de aynı şekilde, en şiddetli duygularınızla da olsa çözemezsiniz. Öfkenizle yani şiddet yoluyla, aletinizi paramparça ettiğiniz gibi yaşam ve mücadele içindeki ilişkilerinizi de paramparça edersiniz!    

Şiddetin aslında devrimci düşüncenin ve pratiğin içinde yeri yoktur ve olmamıştır da! Çünkü biz devrimciler, insanlarımızı, kazanımlarımızı, değerlerimizi muktedirlere karşı korumak yani yok olmamak için, onları korumak adına, şiddeti, sadece ve sadece zalimlere karşı onu da savunma amaçlı kullanırız! Ki buda tamamen meşru ve insani hakkımızdır. Şiddetin devrimcilere ait olmadığını isterseniz Lenin ve Castro’dan da dinleyebiliriz: 

“ Sosyalizm, uluslara karşı şiddet kullanılmasını kabul etmez. Buna diyecek yok. Ama sosyalizm, genel olarak insana karşı şiddet kullanılmasına karşıdır. (V.İ. LENİN, PROLETARYA İKTİDARI VE DÖNEK KAUTSKY, sf. 166, bilim ve sosyalizm yayınları, altını çizen ben) 

“Bizler çok tutkulu insanlarız ama içimizde nefret yoktur… Politik sistemi küçümseyebilir, hor görebilir; hakkında çok kötü şeyler düşünebilirsiniz. Ama insanlara karşı nefret duymazsınız.” (FİDEL CASTRO İki ses bir biyografi, İGNACIO RAMONET, DOĞAN KİTAP, 3. BASKI Sf. 335, altını çizen ben) 

Şiddet denen hastalıktan kurtulabilmek için, iki ilişkiye ihtiyacımız var: Birincisi sınıfla (proletarya ile) ve onun hareketiyle organik bağlantı kurmak; ikincisi de demokrasi bilincinin gelişimidir. Bunlar yoksa eğer, bilinmelidir ki şiddet, bir gün (bugün veya yarın) bizimle buluşmak için randevusunu verecektir. Bundan kurtulamayız! En çarpıcı bir örnek vermek gerekirse: farklı düşünce ve örgütlenme içinde dahi olsak, eğer devrimciler zor durumda ve zalimler tarafından kıstırılmış bir durumda ise, tıpkı Mahir ve arkadaşlarının ölüm pahasına da olsa Denizlerin yardımına koşması gibi bir kültür ve bilinç ile donanmışsak, şiddet, kapımızı bırak semtimize bile uğramayacaktır.  

Buradan çıkan en özlü sonuç şudur: Sol içi şiddet; sınıf-demokrasi bilinci almamış, geri ve idealizmin etkisindeki devrimcilerin silahıdır sadece! Tıpkı tartışmaya asla gelmeyip, her işi zor(şiddet) yoluyla çözmeyi ilke edinmiş muktedirlerin ‘sol’ ve sağ akımları gibi!        

Sol içi şiddetin ikinci bir özelliği ise; onun, salt fiziki şiddet biçiminde değil, değişik, hatta kabul edilebilir kılıklarda olmasıdır. 

Bunun anlamı da şudur:     

Sol içi şiddet eğrisi; dedikodu, yalan ve iftirayla başlar, küçümseme, ötekileştirme, küfür, hakaret, pasifize etme vb. leri ile tırmanır ve doruk noktasına da fiziki şiddet ile ulaşır. İşte bu kadar geniş bir skala içerir sol-içi şiddet!

Hâlbuki muktedirlere karşı kullandığımız şiddet yöntemi, sadece savunma amaçlı olup, doğrudan fiziki karşı koyuşu içerir. Yani bu şiddetimizin içinde ne dedikodu-iftira, ne yalan-küfür, ne de insani olarak aşağılama vb. yöntemler yer alır! Yani bu saydıklarım açıktır ki, devrimcilerin egemenlere karşı da olsa, benimseyeceği ve içselleştirecekleri yol ve yöntemler değildir. Ama sol içi şiddet sürecinde, tüm bunlar sırasıyla, hem de sistemli şekilde kullanılmakta ve bu davranış ve düşünce biçimi de devrimcilik olarak lanse edilmektedir. Hatta öyle ki; çoğu devrimci kişi, yaptıklarını unutarak veya bu kategori içine kendi yaptığını almayarak, ‘sol-içi şiddeti’, şiddetle kınamakta hatta bu konuda kitaplar bile yazmaktadırlar. Tıpkı çevrecilik ile ilgili konferans verenlerin, yalnız kaldığında arabasından çöplerini dışarı attığı veya kadın haklarıyla ilgili konuşma yapanların, evde karısını dövdüğü gibi, onlar da dedikodu-iftira-küfür-küçümseme-kıskanma vb. davranış biçimlerini, devrimci kişilere karşı Marx’ist bir yöntem gibi kullanabilmektedirler. Sonra da çıkıp “biz sol-içi şiddete karşıyız!” diyebilmekteler!

Elbette ki eleştiri ve devrimci uyarıyı bu yöntemden ayıran temel ölçü, insanların duygularını değil, mantığını ve düşüncesini hedefleyen tespitler yapabilmelerinde saklıdır. Birisine tabi ki ‘oportünist, utangaç Sosyalist' vb. kulplar takabilir ve böyle genel tespitler yapabilirsiniz. Ama bunu hakaret ve küfür olmaktan çıkartan temel yaklaşım, bu tespitinizi kanıt ve örnekler vererek ispat etmek zorunluluğunda olmanızdır. Aksi halde tartışmıyor, karşımızdakini suçlayarak kavgaya davet ediyorsunuz demektir. Burada kavga, sol içi şiddeti temsil eder! Tartışmak, ikna etme veya ikna olma yolunu seçmek devrimciliktir! Ki bu da tıpkı; Alman devriminin (1849-50) yenilgi sonrası, anlaşamadığı yoldaşı tarafından düelloya davet edildiğinde, Marx’ın onu tartışmaya davet etmesi gibi!     

Özetle;   

Öfkemizi ve enerjimizi muktedirlere karşı kullanmadığımızın da itirafıdır sol içi şiddet! Bu açıdan öfke ve enerjimizi, bozulan aletlerimizde olduğu gibi, ilişkilerimiz de yani sol-içi dünyamızda kullandığımızda, her şeyi daha da kötü hale getiren yanlış bir yöntem olarak çıkacaktır karşımıza.  

Bugün ülkemizdeki birtakım devrimci grupların düşük düzeyde (hakaret-iftira-aşağılama vb.) sürdükleri şiddet sarmalı, geçmişte olduğu gibi silahlı çatışmalara ve acımasız infazlara dönüşmek için sadece zamanını beklemektedir. Bu açıdan sol içi şiddete karşı çıkanlar, ‘bana değmeyen yılan bin yaşasın’ anlayışını bırakıp, yol yakınken, bu konuda gür bir ses çıkarmak için bir araya gelmelidir.     

Ya ses verip devrimci görevimizi yerine getireceğiz, ya da ‘doğru olan sadece biziz!’ diyerek skolastik bir batağın içinde debelenmeye devam edeceğiz! İşte buda, bizim uyuştuğumuzun bir göstergesidir.