"12 Eylül sonrası darbecilerin işkence yöntemleri, İstiklal Marşı ve Türk bayrağı üzerinde yoğunlaşınca ülkenin ulusal kurtuluş simgelerine düşmanlık oluşmasının da alt yapısı oluşturuldu. 'Türkiye Solunun Yurtseverliği' Mamak-Ulucanlar-Diyarbakır cezaevlerinde bırakıldı."
Yeni Dünya düzeni olarak tarif edilen dönemde öne çıkan” Demokrasi-Özgürlükçülük-İnsan hakları” gibi başlıklar olurken işçi sınıfının varlığı tartışmaya açıldı.
Kapitalist sistemin varlığında, emperyalist işgal süreçlerinde insanlık için evrensel öneme sahip olan bu başlıkları kendilerine aitmiş gibi kullandılar. Tartışmanın içeriği işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve tepkisizliğiyle güçlendirilmek istenip halkın yaşadığı sorunlardan kapitalizmi sorumlu tutanları dinozorlukla suçlayıp kendileri yeni dönemin mucitleri gibi davranmaya başladılar. Mucitler Türkiye solundan da çıktı. Sivil Anayasa çıkarıyor diye Özal’ın yemeklerinde poz vermeye başladılar. Birikim dergisi çevresi bu işin teorik kısmını beslemek üzerine bir rol üstlenirken solun bir kısmı da pratikte gökkuşağı projesiyle birleşme arayışına girişmişti.
Türkiye solunun bu Yeni Dünya düzeni tartışmalarını 12 Eylül darbesinin ağır saldırılarının artçıları devam ediyorken karşılaması yeni sürece uyum sağlamasını kolaylaştırdı. Darbenin fiziksel şiddeti tartışılmaz ve başka ülkelerden işkence yöntemleri ithal edildiği de aşikâr. Ancak bu darbeye sebep olan en önemli neden, Cumhuriyet devriminin kamuculuk ilkesine karşı yeni dönemin ekonomik modelinin 24 Ocak kararlarına uygun olmasının istenmesi ispatı da
12 Eylül 1980 darbesinin sermaye sınıfını nasıl mutlu ettiği Vehbi Koç’un Kenan Evren'e yazdığı teşekkür mektubunda açık olarak görülmektedir. Vehbi Koç'un Kenan Evren'e mektubundaki ilgili bölüm şöyledir; ”Sayın Kenan Evren, yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatı teçhiz edecek ve onu kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar bir an önce çıkarılmalıdır. İşçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır. Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır, bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri mutlaka engellenmelidir. Zatıalilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Emrinize amadeyim.”
Yine ABD’nin 'bizim çocuklar başardı' açıklaması ve direk müdahalesi bir kenara bırakılıp darbecilerin uyguladığı fiziksel şiddetin ön plana çıkarılması solun ülkesi ile kurduğu bağı zayıflattı. 12 Eylül sonrası darbecilerin işkence yöntemleri, İstiklal Marşı ve Türk bayrağı üzerinde yoğunlaşınca ülkenin ulusal kurtuluş simgelerine düşmanlık oluşmasının da alt yapısı oluşturuldu. 'Türkiye Solunun Yurtseverliği' Mamak-Ulucanlar-Diyarbakır cezaevlerinde bırakıldı.
Bırakılan Yurtseverlik geleneğinin aynı zamanda Marksizmin reddiyesi anlamına da geldiğini söyleyebiliriz. Her ülkenin devrimcileri kendi tarihsel ilerlemelerine yani burjuva devrimlerine sahip çıkmıştır. Aslında bizim ülkemiz solunun ve 68 kuşağımızın beslendiği ideolojik saik bağımsızlık mücadelesi üzerine kurulu. Ülkemizdeki Sosyalist iktidar arayışı da 1923 devriminin programına ruhuna bağlıydı. Aydınlarımızın Türkiye’nin düzeni tartışmalarında aradıkları yeni bir düzen kurma arayışıydı. Yine devrimci gençlerin 6. Filo eylemleri, bağımsızlık yürüyüşü, yurtseverlikleri bu söylediklerimi destekler gelişmelerdi. Solun siyasette belirleyen olduğu bu dönemin kitleselliğe ulaşması bir tarafa, ülkesiyle kurduğun bağın güçlü oluşu yine tartışmalı birçok yanının olmasının yanı sıra bir iktidar arayışının oluşu kendi varlık nedeniyle eşdeğer olması da yine önemliydi.
Yurtseverlik-İktidar arayışı-İşçi sınıfı gibi kavramların son bulduğu yer, milat kabul edeceğimiz tarih 12 Eylül 1980 diyebiliriz. Devletin sınıfsal karakteriyle Cumhuriyet devrimi ilişkilendirilip Kürtlerin, Alevilerin ardından da solcuların uğradıkları ayrıştırma, şiddet ve katliamların sorumluluğu yine Cumhuriyet devrimine bağlandı. Darbe sermaye devletinin başka bir şekil alış haliydi. İşçi sınıfının örgütlü oluşu ve solun güçlenmesinin rahatsızlığı bu müdahaleyi zorunlu hale getirdi. Devrimini gerçekleştiremeyen iş sınıfı tarihte de birçok örneğiyle karşılaştığımız gibi karşı devrimle karşı karşıya kalır.
İtirazın ve direnişin sermaye düzenine karşı yönlenmemesi bunun yerine Burjuva devrimlerinin tarihsel ilerleyiş olduğu reddinin sol için Marksizm’le kurmuş olduğu bağa da zarar verdiği, işçi sınıfının tek devrimci sınıf olduğu gerçeğinin bu reddedişle muğlaklaştırdığını söylemiş olalım. Birçok gelişmeyle birlikte sol bilinçli bir şekilde kimlik siyasetine, sistemin içerisinde bir renk olmaya doğru itildi. Kürt siyasi hareketinin siyasi pozisyonuna göre şekillenen, CHP’nin içinde ya da yakınında yer alarak var olmakla yetinen bu dönemin çıktıları da olacaktı. Emperyalizmin sınır değişikliklerine neden olmasına karşı bağımsızlık savunusu yapacak bir akıl sağlığı Solda olması gerekirdi. Bu akıl kaybı önemli çıktılarından birisiydi.
Önemli sınır değişiklikleri Sovyetler Birliği'nin çözülüşüyle yine Yugoslavya’nın dağılışı birçok adını bile bilmediğimiz ülkelerin kurulmasına neden olurken, emperyalistler için yeni dönem bir taraftan birlikte yaşayan halkların olduğu ülkeleri dağıtmak, kendi içerisinde ise birlik aramak olarak tarif edilebilir. Avrupa Birliğini oluşturan ülkeler sanki dünyada yaşanan iç karışıklıklarda, fiili işgallerde yer almamışçasına, insan hakları pazarladı. Afganistan, Irak, Suriye, Filistin (yarın İran) bu ülkelerin işgallerinde yer almamış gibi, milyonlarca insanın ölmesi ya da göç etmek zorunda kalmasında sorumlulukları yokmuş gibi, Özgürlüklerin öneminin altını çizip bu ülkelere özgürlük getirdiklerini iddia ettiler hâla da bu iddialarını sürdürüyorlar. Emeğin Avrupası zokasını yutmayanlar kadar yutan solcuların olması da bu koşullarda şaşırtıcı olmasa gerek.
Sol bugün hem yurtiçindeki hem uluslarası gelişmelerin birbirini etkilediği durumlarda kendi ilkesel duruşunu sergileme kabiliyetini yitirmiştir. Bugün emperyalizmin bölgemizdeki müdahaleleri ve Türkiye sermaye sınıfının yayılmacı politikaları nedeniyle ortaya çıkan sorunlarla uğraşıyoruz. Mülteci sorunu bugün en önemli iç sorunlarımızdan birisi haline gelmişken bu sorun bazen yabancı düşmanlığı boyutuna dönüşüp yerli halkın fiziksel saldırılarına dönüştüğünde gündem olurken, sonrasında bir görünmezlik hali alıyor. Sanki milyonlarca Suriyeli Türkiye’de yokmuş gibi davranılıyor. Büyük bir kısmının ucuz iş gücü olması ağır sömürü koşulları altında kayıtsız çalıştırılmaları, yine bir milyona yakın mülteci çocuğun iş gücüne dönüşmesi eğitime ulaşamıyor oluşu gibi birçok problem açıkta duruyor. Bu görünmezlik halinin gettolaşan mülteci mahalleriyle sağlamak isteseler de ekonomik krizin işçi sınıfının tamamını daha fazla yoksullaştırdığı bu dönemde işçi sınıfının kendi içerisinde karşı karşıya gelme riski az sayılamaz.
Sol, emperyalist sistemin kendisiyle ve sermaye sınıfıyla temelden bir kavga kurgusu geliştiremez ise, ideolojik alanda da mültecilere yönelecek tepkiye faşizm karşıtı bir tepkisinin yetersizliğiyle beraber geliştirecekleri söylemleri sivrisinek vızıltısının ötesine geçmeyecektir.
AKP bölgesel gelişmelerde en önemli aktörlerden birisidir. Sol, AKP’nin gücünün abartmasıyla birlikte önemsizleştirdiği iki dönemi yaşadı. Bu hükümetinin yıkıcı misyonuyla ve sermaye ile kurduğu güçlü bağ ile iktidarına devam ediyor oluşu ve yaşanan baskılar karşısında yine seçim ve sandık siyaseti birleşmek gerektiği vurgusu anlamsızlaşmıştır. 12 Eylül öncesinde Solun darbenin yaklaştığı tespitine karşı bir direnç örgütlenememesi ile bugün yine bir toplumsal direnç olmadan CHP’den medet ummakla gölgesinde kalmak arasında faşizme karşı birleşik cephe oluşturmak gerekliliği söylemi direncin iktidar arayışından değil, CHP’yi sandıkta birinci parti yapıp AKP’yi göndermek için istendiği açık. Faşizme karşı Ecevit CHP’sinin iktidarının sonuçlarını hatırlamak gerek.
Yine bugün Türkiye solunu tamamen ipotek altına alan ve çok önemsediği Kürt sorununda emperyalizmin oyun kurma becerisinin ne kadar yüksek olduğunu görüyoruz. Yine Kürt siyasi hareketinin sorunun çözümündeki pozisyonun da solu ciddiye alan dinleyen bir tutumu da söz konusu değil. Solun ideolojik olarak kimlik siyaseti ve sosyal demokrasiyle ittifak arayışının altında yatan emperyalizmin saldırıları karşısında sömürü sistemini karşıdan cepheye alamamasından kaynaklı.
Sosyalist iktidar bir seçenek olarak; Solun gündeminden uzunca bir zamandır çıkmıştır. Ülke solunun köklerinin dışarda olduğu tartışmaları bu gelişmelerden kaynaklı. Sermaye devletine karşı mücadele ile Cumhuriyet devrimi karıştırılmamalı. Muhalif bir siyasi tarz ile tepkisellik solun içini oymaya devam ediyor. İktidar arayışı ve yeni bir Cumhuriyet arayışı kurtuluş reçetesi. Sosyalizm programının güncelliği ve aciliyeti bugün yaşanan her sorunun çözümünde reçetedir. Olmazsa olmazıdır. Bu gerçeklik dışında bir siyasi hat halkın kurtuluşuyla sonuçlanmaz tersine halkın uyutulmasına yarar zaman kaybına neden olur.
Solun sorunlar karşısında kendi programı ve ilkesel duruşunu yeniden kazanması gerekli. Güdümlü siyasetin, yön verilebilirliğinin yerini yön vermenin alacağı bir ideolojik netlik bugün için şart. Sosyal demokrasinin sol üzerindeki vesayeti kırılmadan toplumda bir karşılığının da olamayacağı bilinmeli. Birbirine benzeyenler arasında en büyüğünün tercih edilmesi şaşırtıcı olmamalıdır.