Siyaset uzun süredir olmayan bir seyirle sokağa taştı. İnsanların seçme ve seçilme hakkının gaspına karşı defalarca saldırılması büyük bir tepkiye dönüştü. Tepkinin birden çok nedeninin olduğunu da söylemek gerek. Uzun süredir devam eden ekonomik krizin Mehmet Şimşek politikalarıyla birlikte halkın yoksulluşmasındaki artışa neden olması tepkilerin önemli nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
Gençliğin enerjisi ve öfkesiyle sokak eylemlerindeki gücü hissediliyor. Öğrencilerin eğitim hayatlarında karşılaştığı eşitsizlikler, barınma, harçlar başta olmak üzere paralı eğitimin bugünlerine verdiği zarar ile gelecek kaygısının birleşmesi AKP’nin de beklemediği bir şekle dönüştü.
Yine gençlerin eğitim hayatlarında ve sonrasında üretim sürecinin parçası olup eğitimleriyle alakası olmayan işlerde günübirlik veya kısmi süreli işlerde çalışmaları ya da işsizlikle karşı karşıya oluşları da bugünkü eylemliliklerde neden en önde olduklarının gerekçelerini oluşturuyor.
Asgari ücretin ortalama ücret haline geldiği bir dönemde açıklanan açlık ve yoksulluk sınırlarının işçiler açısından taşıdığı anlam temel ihtiyaçların karşılanabilmesi yani hayatta kalabilmek için çalışmak anlamını taşıdığını görüyoruz.. Öğrencilerin, genç emekçilerin ve tamamıyla bütün ücretli işçiler için biriken enerjinin açığa çıkmaması mümkün değildi.
Ancak biriken enerjinin ortaya çıkışının örgütsüz işçi sınıfı ile karşılanması bu süreci zorlu bir hale getiriyor. Türkiye’de sendikalara ve sendikal harekete dair söylenecek çok şey var. Ancak bu yazı da bazı şeylere değinmekle yetineceğim. Bugün 16 milyon 973 bin 61 kişinin sendikalı olabilecekken bunların yüzde 14.80’i yani 2 milyon 512 bin 33'ü sendika üyesi. Türk-iş-Hak-iş gibi hükümete yakın sendikalarında içerisinde yer alan bu sayıların işçi sınıfının sendikal örgütlülüğü açısından durumun pek parlak olmadığı sonucu çıkartılabilir.
12 Eylül darbesinden sonra çıkarılan 2821 ve 2822 sendikalar kanunu işçi ve sendika haklarını geriletmek için çıkartılmış zorlama kanunlardır. AKP kendi iktidar döneminde Türk-iş’e uyguladığı özel stratejilerle tamamen kendisine bağımlı hale gelen bir konfederasyona dönüştürmeyi başarmıştır. Yine AKP döneminde iş kolu barajlarıyla kimi sendikaların toplu sözleşme hakları da ellerinden alınmış oldu.
Sınıf ve kitle sendikacılığı açısından DİSK ve Kamu emekçilerinin önemli bir mücadele aracı olan KESK’in güncel siyasetle olan ilişkilerinin azalması ve pratikte başka yöne eğilmeleri sonucunda işçi sınıfına yönelik saldırılar karşısında uzlaşı arayışı ile beraber bir direngenlik gösterememeleri hükümet tarafından uygulanan ekonomi politikalarının emekçilere kesilen faturaya rıza göstermek dışında bir işlevleri olmadı.
İşçi sınıfının örgütlü hareket etmesi için tek alanın sendikalar olmadığının altını çizip devam edelim. Sol-sosyalist siyasetlerin emekçilerin mücadeleleri ve kazanımları için bir araç olduğu geçmiş dönemlerde defalarca görüldü.
Türkiye’de TKP yıllarca yasaklı olduğu dönemlerde işçi sınıfı içerisinde örgütlenmek için arayışları oldu. Kendi kurduğu sendikalarla, derneklerle bu arayışı devam etti. 1961 yılında kurucularının çoğu sendikacılardan oluşan TİP kuruldu. Yine işçilerin örgütlenmesi siyaset alanı için önemli bir yere denk düştü. 1970’li yıllarla birlikte devrimci demokrat birçok siyasi hareket yine emekçilerin örgütlenmesi için uğraş verdiler. Ör; Devrimci Yol halkta bir teveccüh uyandıran önemli bir sol siyasi harekete dönüşmeyi başardı.
Sol bugün ise uzun süredir liberal-etnik-kimlik meselelerle meşgul ettiği siyasi aklıyla emekçiler için alternatif bir örgütlenme alanı oluşturmaktan uzak duruyor. Emekçilerin görevi ise bu durumda sona ermiyor. Gençliğin enerjisi ile emekçilerin iradesinin birleşeceği devrimci bir siyasi programın oluşturulup örgütlü hale getirilmesi öfkenin doğru yere kanalize edilmesini sağlayacak gerçek bir çıkış yolu olacaktır. CHP’nin öncülüğü bu süreci sistem içerisinde bir uzlaşıya götürür.