Halkın siyaset yapma hakkı olarak tek işaret edilen alan olan seçimlerin bu kadar tahribata uğraması, Türkiye’ye özgü bir durum olmadığı gibi, başka özgün yanları da vardır. Ekonomik krizin derinleşmesi ile beraber, AKP’nin sermaye sınıfına sonsuz hizmet belgesini hak ettirecek geçmişine karşın bir alternatif yaratma uğraşına bir tepkidir dünkü tutuklamalar.
Yerel seçimlerin sonuçlarının kabul edilmesiyle neredeyse bütün büyük şehirleri kaybeden AKP, bir süre 'CHP ile beraber hükümet oluşturup' birlikte yönetmeyi denediler. Adı konulmamış bu modelin siyasette normalleşme olarak tarif edilen süreç bir yıl sürmedi. Eski koalisyon hükümetlerini hatırlatmak gerek. Ekrem İmamoğlu'nun sermaye ile ilişkisi, yönetirken dikkat ettiği parametreler belli. Ancak bunlar zaten AKP’nin yıllara yayılan politikası; burada bir sorun yok. Sorun İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanı adayı olmak istemesi. Erdoğan, merkezi iktidarı kimseyle paylaşmak istemediği gibi devretmekte de istemiyor.
Şu an hükümet birçok kriz başlığında oyun kurma girişiminde bulunurken, ekonomide ısrar edilen Mehmet Şimşek modelindeki ısrarın halktaki yoksullaşmayı artırması ve enflasyondaki geriye gidişin çok yavaş ilerlemesi, yine merkezi faizin gerekli seviyelere çekilmesini sağlayamadı. Şimşek'in Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce Millet İttifakı'nın da Maliye Bakanı adayı olduğunu hatırlatmak isterim. Yine Kürt sorununda kendi inisiyatifi dışında bir paradigma yaşanıyor. Uluslararası başlıktaki belirsizlikler varken, içeride hem Kürt siyasi hareketinde hem de Cumhur İttifakı'nda süreci yönetmekte karşılaşılan sorunlar varken, bu başlıkta da yönetememe hali görülüyor.
Bu kaotik süreçlerde işçi sınıfının örgütlü şekilde siyasetin belirleyeni değil, örgütsüz şekilde belirleneni olduğu bir dönemi yaşıyoruz.
AKP bu koşullarda seçme ve seçilme hakkına saldırıyor. Halkın siyaset alanı iyice daralırken, bu konunun mücadele başlığı haline gelmemesi mümkün değil. İşçi sınıfı tarihsel süreçlerde verdiği mücadelesini, 'bugün beni ilgilendirmiyor, bu mesele ben ekmeğime bakarım' basitliği ile işin içinden çıkamaz. Çünkü daraltılan siyasi alan en çok da geniş kesimiyle emekçi halkı ilgilendiriyor. Bu süreçte örgütlü siyasi alanların genişletilmesi, hükümete olan tepkinin de bu şekilde ortaya çıkartılması, işçi sınıfının düzen cephesinden kopması için elzem bir durum.
CHP ne yapıyor?
AKP hükümetinin 23 yıllık yönetiminde her sıkıştığında yardımına koşan bir ana muhalefet partisinin olması, kendisi açısından çok kıymetliydi. Siirt seçimlerinin iptal edilip Erdoğan’ın milletvekili seçilip meclise girmesinden tutun, Haziran direnişinde halkın eylemlerinin pasifize edilmesine giden süreç, yine 15 Temmuz'da AKP içerisindeki bir kliğin giriştiği darbe girişiminde Yenikapı'da Erdoğan’ın yanında saf tutması gibi birçok başlıkta rahatlatıcı, destekleyici bir çizgiyi tercih etmiştir.
Son bir yılda ise kent uzlaşısı, yolsuzluk iddialarıyla kendi kritik belediyelerinin başkanlarının tutuklanmasına gösterdiği cılız tepkiler sonucunda AKP daha da ileriye gitme konusunda cesaretlenmiştir. Uzun süredir hukukun, hükümetin talimatı dışında karar verecek bir yapısı yokken, hala adli mercilerin işaret edilip hak arayışı olarak nitelendirilmesi, yine seçme hakkına yapılan bir saldırı varken, kendisine rakip aday olarak gördüğü kişiyi gözaltına aldırmışken, sandıktaki ısrarı halkın gösterdiği tepkinin ve enerjinin sömürülmesi dışında bir anlam taşımadığını belirtmek gerekiyor.
Halkın AKP’ye karşı öfkesi yeni oluşmuş bir durum değil. Uzunca zamandır toplumda biriken enerji açığa çıkmaya başlıyor. Sermaye cephesi bunun İmamoğlu'nun gemisine rüzgar olarak esmesini isteyeceklerdir.
Halkın enerjisi düzenin dışına çıkarılıp başka bir alternatifin olduğu gerçeğiyle bir siyasi alan açılmalıdır. Sosyalistler, başkasının kayığına su taşımak yerine bu cephenin güçlenmesi için çaba sarf etmelidir. Gerçek umut burada çünkü.