Zülmün ölçülemediği, acıların zafer mayaladığı günlerdeyiz. Bütün renklerin ikiye indiği, ara tonların silindiği, bütün yolların ölümle yaşama çıktığı günler... Umut, baskının yarattığı karamsarlığın
gölgesinde ve ona inat büyümektedir.
Kürdistan'da faşizme karşı sürdürülen direniş, Erdoğan diktatörlüğünün de, Türk devletinin de temellerini sarsmaktadır. Kürtler, bilinmez geleceğin karamsarlığıyla değil, yaklaşan özgür günlere olan inancın sessiz çığlığıyla direniyorlar. Tarihin en kadim halklarından olan Kürt halkı, bir bütün olarak ve en kararlı haliyle sürdürüyor bu direnişini. Bu halk, hergün birer birer düşen gençlerinin çıldırtan acısını , bastırmıyor, yüreğine gömmüyor. Onlar, acılarından zafer üretmeye mahkum olduklarını biliyorlar. Ve özgürlüğe olan inançla büyütüyorlar umutlarını. Acılarını Kürtçe hawarlarla, Türkçe çığlıklarla gönderiyorlar, dağlardaki çocuklarına.
Kürdistan dağları Türk ordusunun, elini kolunu salllayarak giremediği, kabuslu rüyası olmuştur. Kürt savaşçılarının mesken edindiği dağlar, en yüksek teknik imkanların bile dize getirilmesine yardım etmektedir. Erdoğan elindeki bütün şiddet araçlarıyla, dehşetli bir kan deryasına dönüştürdüğü bu savaşı, çok büyük kayıplar vermesine rağmen, ısrarla ve inatla, sürdürüyor.
Elindeki medya olanaklarıyla, korkunç yalanlarla toplumu avutuyor, aldatıyor. Bu yalan makinaları marifetiyle bir yanda gerçekleri görünmez kılmaya çalışırken, yine aynı araçlarla sürdürdüğü ırkçı-gerici propaganda aracılığıyla da kayıplarını dayanılır kılmaya çalışıyor.
Lakin ne elindeki teknik ve fiziki imkanlar ve ne de devasa yalan makinaları Erdoğan'ı ve Türk devletini mahkum oldukları hazin sonu yaşamaktan kurtaramayacaktır. Zalimin kılıcı her zaman keskin değildir ve yalancının mumunun söneceği saat gelmiştir.
TEK BAŞINA BİR DİRENİŞ ABİDESİ AHMET ŞIK, 'KİMİN YEĞENİ'
Ahmet Şık, 'İmamın Ordusu' adında bir kitap yazdı. Bu kitap, ilk defa FETÖ'cülerin ordu içinden nasıl ve hangi düzeyde örgütlendiklerini bütün ayrıntılarıyla ortaya koyuyordu. Bu kitaptan dolayı Ahmet Şık, FETÖ'cüler tarafında tutuklanmış ve cezaevinden yatmıştı. Ahmet Şık, o dönem FETÖ'cuların hedefiydi. Bu gün de aynı Ahmet Şık, Erdoğan diktatörlüğünün hedefindedir.
Çok sayıda Cumhuriyet yazarıyla birlikte, çıkartıldıkları mahkemeden Ahmet Şık, gücünü haklılığından almış olmanın bilinciyle, 'savunma yapmıyor, yargılıyor, itham ediyorum' diyordu, yargıç olduklarını sanan Erdoğan piyonlarının gözlerinin içine bakarak. Ahmet Şık, yaptığı bu savunmayla, Türkiye halklarına, haklı bir mücadelenin mutlaka kazanacağına inanmayı göstermiş, her durumda direnişin onuru ve sembolü olmuştur.
Savunmasının bir yerinden devlete katil dediği için sorgulanmak istenen Ahmet Şık, 'eksik söylemişim devlet seri katildir' diyerek görüşlerinin arkasında olduğunu ve daha fazlasını ifade etmiştir.
Ahmet Şık'ın değişik zamanlarda ve her zorba iktidar tarafında saldırıya uğraması, tutuklanması sıradan bir durum değildir. Çünkü O, sadece bir gazeteci değildir.Aynı zamanda ve daha çok, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin kararlı, inançlı, onurlu ve korkusuz bir neferi, yılmaz bir savaşçısıdır
Çünkü Ahmet Şık, suyunu almış bir çelik'tir.Ahmet Şık'ın dayısı Maraş katliamında mağdurların haklarını savunduğu ve onları katillere karşı korumaya çalıştığı için katledildi. Ahmet Şık, Maraş katliamından, katliamcılara ve devlete karşı mağdurların haklarını, kararlılıkla, inanç ve samimiyetle savunan avukatın yeğeni, yakınıdır. Yani Ahmet Şık, bu mücadelenin emanetçisi, iğreti duranı, rüzgardan etkileneni değil, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin fedakar ve bedel ödemiş bir insanıdır.
NURİYE GÜLMEN, SEMİH ÖZAKÇA, VELİ SAÇILIK
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, OHAL'ın zülüm araçlarından KHK'larla işlerinden alınmışlardır. Aylardan beri bu insanlar KHK zülmüne karşı direniyorlar. Bu direnişin bir yerinden aynı durumu yaşayan Veli Saçılık sürece dahil oldu. Direniş, tarihe geçen bir kararlılıkla ve direnişe karşı sürdürülen zülmün çeşitliliğiyle devam ediyor.
Nuriye ve Semih bütün zorbalıkları, direnişin özgürleştirici motivasyonuyla karşıladılar. Bütün saldırıları, cezaevinde kepçe ile kesilen koluyla gögüslemeye devam ediyor, Veli.
Nuriye ve Semih ile başa çıkamayacağını anlayan devlet, kitlelerin desteğinin büyüdüğünü görünce, direnişi kırmak için en alçak yönteme başvurdu. Nuriye ile Semih'i tutuklayarak mahpusaneye gönderdi. Buna karşı direniş bayrağını devralan Veli ise hergün gözaltına alınmasına rağmen, umutla, inançla direnmeye devam ediyor.
Veli Saçılık, günlerdir devletin bütin zorbalıklarına boyun eğmeden direnişe devam ederken, Nuriye ile Semih ise açlık grevini, en kritik günlerde mahpusaneden sürdürmektedirler.
Veli Saçılık, Nuriye Özmen ve Semih Özakça, hiç birisi, sadece kendileri için mücadele etmiyorlar ve hiç birisi bu mücadelenin sonuçlarından korkmuyor, boyun eğmiyor, zülme teslim olmuyorlar.
Mahpusanede açlık grevindeki Nuriye ve Semih'e müdahale ederek süreci kapatmak isteyen devlet, işte insanları böyle öldürüyor. İşte devlet böyle cinayet işliyor, bundan dolayı katildir deniyor devlete. Ve devlet her cinayet işlediğinden, yıkılışını bir adım daha yakınlaştırmış olacaktır. İşte bu nedenle direnenler kazanacak.
'VİCDAN VE ADALET NÖBETLERİ'
Erdoğan'ın ve Türk devletinin 7. hazirandan beri sürdürdüğü katliamcı ve savaşçı politikalar karşısında kimsenin ses çıkartmadığını düşünmek doğru değildir. Kürt metropollerinden yaşayan milyonlarca Kürt, kayyumlar tarafında gasp edilen belediye başkanlıkları ve esir alınıp zindanlarda tutulan belediye başkanları, yönetcileri ve milletvekilleri için yas tutmuyorlar. Öfke ve isyanlarını dağların doruklarında, zindanların koytuluklarında can bedeli mücadele eden, Kürt savaşçılarının hıncına ekliyorlar.
Diyarbakır'da 'Vicdan ve Adalet' nöbeti başlatan HDP milletvekilleri, milyonlarca Kürt halkının bu öfkesini ve tepkisini ifade ediyorlar. Devletin halkın katılımını engellediği bu nöbet eylemleri, katılımın sayısallığıyla değerlendirilemeyecek kadar önemlidir. Bazen eylemlerin etkisini, sonuçlarını ve önemini belirleyen sayısal büyüklük olmayabilir. Bu eylemler, diktatörlüğe biat etmeyen Kürt halkının direnişinin adıdır.
Kürt halkı gerillasıyla, kadınıyla, politikacısı, belediye başkanıyla genci, yaşlısı ve çocuğuyla ortaya koyduğu ve devletin bütün şiddet araçlarıyla bastırmaya çalıştığı bu direniş, Erdoğan diktatörlüğünün sonunu getirecek olan mücadele sürecinin bir parçasıdır ve o nedenle önemlidir.
HDP'nin Diyarbakır'da başlattığı 'Vicdan ve Adalet Nöbeti' eylemi, Türkiye metropollerine de taşınacak ve böylece sadece Kürdistan'da Kürtlerin değil metropollerde bütün Türkiye halklarının, ezilenlerinin eylemi olarak toplumsal mücadeleye güç katacak, umut ve cesaret aşılayacaktır.
Görüldüğü gibi, baskı ve zorbalık yoğun, katlanılması zor ama meydanlar da boş değil.
Gerçek şu ki, Erdoğan diktatörlüğüne karşı iki farklı coğrafyada- Türkiye ve Kürdistan'da- çok farklı toplumsal kesimler, bir çok yöntemle bir mücadele sürdürmektedirler. Bu koşullarda, AKP diktatörlüğünün yıkılmasını isteyen diğer mücadele dinamiklerinin de direnişlerini açığa çıkartmaları ve büyütmeleri önemlidir. Büyütülerek sürdürülecek olan birleşik bir mücadeleye karşı, Erdoğan'ın kendi iktidarını koruması mümkün olamayacaktır.
Sürdürülen bu mücadeleden insiyatif, tam olarak ve gerçek anlamda devlet güçlerinin elinde değildir. Dezavataj gibi görünen mevcut durumun, avantaja çevrilebileceği bir moment yaşanmaktadır. Devlet, çok arzu etmesine ve elinden geleni yapmış olmasına rağmen, başta PKK olmak üzere mücadele eden yurtsever devrimci güçleri zayıflatamamış, dahası büyümelerini önleyememiştir. Sürecin analizinin bütün şifresi bu gerçekten gizlidir. Kaybedenin kim olduğu ve niçin kaybettiği ile kazananın kim olduğu ve nasıl kazandığı bu gerçeğin doğru anlaşılmasıyla sağlanabilir.
Kaybediyorlar...kan kaybeden ağır yaralı gibi kaybediyorlar.
Erdoğan yıkılacak, çünkü bütün ezilenlerin temsilcileri olan örgütler mücadeleye devam ediyorlar.
Ne mutlu özgürlüğü kazanacak, bu zulme son verecek olanlara.