Günlerdir ciddi gelişmelere yol açan ve ciddi sonuçlara gebe bir savaş yaşanıyor. Bütün dünya devletleri ve manipüle ettikleri toplumsal kesimler naklen yayınlanan savaşa kilitlenmiş durumdadırlar. Herkes evinde çaresiz insanların ölümünü veya ölümle yaşadıkları dansı izlemekte, pratik karşılığı zayıf olan bir savaş karşıtlığıyla teselli bulmaya çalışmakta, sonucun ne olacağına dair, “savaş toto” oynanarak tahminler yürütmektedir. Tek başına bu durum, yani insanların kaderlerini belirleyen böyle bir gelişme karşısındaki çaresizliği bile “dünya düzeni” diye bize dayatılan bu zulüm ve sömürü düzenine başkaldırmak için yeterlidir.
Şurası önemli. Bu savaşta, halkaların çıkarına olan bir seçenek yok. Bu savaşın kazananı halklar değil halkların düşmanları olacaktır. Ne Putin başka halkların sorunlarını çözmeye çalışan bir demokrasi kahramanıdır nede V. Zelenskiy bir özgürlük savaşçısıdır. Putin faşist bir diktatör, V.Zelenskiy diktatör olmak isteyen bir faşisttir.
Bu savaş, 1989’dan sonra şekillenmeye başlayan iki emperyalist kutup arasında yaşanan bir savaştır. Netleşen ve genel kabul gören bir diğer gerçek de budur.
ABD, AB, NATO Ukrayna’nın yanında bir kamp oluştururken Çin’in desteklediği Rusya diğer kampı oluşturmaktadır. Dünyanın geriye kalan bütün devletleri bu iki emperyalist blokla olan ilişkilerine göre konumlanıyorlar.
Bu savaşın kaybedeni başta Ukrayna halkı olmak üzere dünya halkları olacaktır. Henüz kimin kazanacağının belli olmadığı bu savaşta, Rusya'nın kazanması demek, Rusya'nın Çin’le birlikte oluşturduğu yeni gelişen emperyalist blokun güçlenmesi demektir. Bu durum NATO’cu ABD ve AB açısında kabul edilemez bir sonuç olacaktır.
Ukrayna’nın kazanması yeni gelişen emperyalist blok olarak Rusya'nın ve Çin'in önünün kesilmesi demektir. Bunu da Rusya’nın içine sindirmesi mümkün değildir.
Bu nedenle her iki olası sonuç, kimse için gerçek anlamda bir “son” olmayacaktır. Dolayısıyla bu savaş hangi anlaşma olursa olsun bitmeyecek, değişik biçimlerde devam edecektir.
Türk devletinin bu savaştaki tutumu, taraflarla sürdürdüğü çok yönlü ilişkilerinden dolayı önemlidir. Doğal olarak bu savaş Kürtleri de ilgilendirmekte, etkilemektedir.
Türk devleti savaşan taraflar Rusya ve Ukrayna ile ilişki içindedir. Bu iki ilişkinin herhangi birisinden vazgeçmeyi de düşünmemektedir. Ukrayna’ya SİHA satarken, Rusya ile de birçok konuda bağlantıları bulunmaktadır. Türk devletinin aynı zamanda NATO üyesi olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.
Kısacası Türk devleti birbirleriyle savaşan güçlerin hepsiyle aynı anda ilişkilerini sürdürmek istemektedir. Hem işgalci Rusya’dan yana hem NATO’cu Ukrayna’dan yana ikili bir tutum izlemektedir. NATO üyesi olduğu da hesaplanırsa, Türk devletinin “üçlü oyna”dığı görülmektedir. Türk devletinin bu tutumu sözde muhalefet tarafından da sahiplenilerek devlet politikası haline getirilmiştir.
“Üçlü oynama” durumunun nedenleri genel olarak bilinmektedir. Asıl bilinmesi gereken, Türk devletinin bu “üçlü oyunu” oynayabilme gücünün, kabiliyetinin ve bu oyun için açabileceği alanın olup olmadığı ve bu tavrı ne kadar sürdürebileceğidir. Yani böyle üçlü bir tavır mümkün mü? Önemli soru budur.
İp cambazlığı gerektiren bu durumun içinde çıkmak kolay değil. Savaşın gelişmesine bağlı olarak NATO güçleri, Türk devletini “tarafını belli etmeye” zorlayabilir. Bu durumda Türk devleti Rusya ile karşı karşıya gelmek zorunda kalacaktır. Diyelim ki Türk devleti, NATO'nun istediklerini yapmadı. O zaman da NATO ile sorun yaşayacaktır. Fakat bu durumdan, yani Türk devletinin Rusya ile ilişkisinden dolayı NATO, Türk devletini gözden çıkartmayacaktır. “Dere geçerken at değiştirilemeyeceğini” NATO’cularda biliyorlardır.
Diğer tarafta, Erdoğan'ın Kürdistan da sürdürdüğü savaşta, müttefiki Putin’dir. Bölgedeki hesaplar açısından, ABD’ye karşı Putin'in en yakın müttefiki Erdoğan’dır. Bu durum Rusya'nın Türk devletinde vazgeçmesini zorlaştırmaktadır. Bu nedenle hem ekonomik hem siyasal ve askeri ilişkilerinden dolayı Rusya, Ukrayna’ya SİHA verse bile Türk devletiyle ilişkilerini bozmayacaktır. Ayrıca Rusya, savaş koşullarında ikinci bir cephe açmayı düşünmeyecektir.
Türk devleti de iyi bir silah satıcısı olarak Ukrayna’yı gözden çıkartmayacaktır. Aynı şekilde NATO’ya üye olmak için savaşı göze alan Ukrayna için de NATO üyesi olan Türk devleti, vazgeçilemez bir partnerdir. böylece mevcut savaşta taraflar, Rusya’da Ukrayna’da NATO’cu güçlerde Türkiye’yi gözden çıkartamamaktadır, Türkiye’nin “rol kesiyor” gibi görünmesine olanak sunmaktadırlar.
Görüldüğü gibi kâğıt üstünde yazılı teorilere çok uygun olmasa da toplumsal/siyasal hayatın gerçekleri, çok farklı gelişebilme ihtimallerine sahiptir. Bu “farklı gelişmeler,” yani NATO’nun esnek yaklaşması, Rusya’nın görmezden gelmesi, Türk devleti tarafında avantaj olarak kullanılmaktadır. Erdoğan'ın “üçlü oynama” durumu buradan doğmaktadır.
Mesele bununla bitmemekte, Türk devleti ve Erdoğan bu savaşı, iktidarını tazelemek amacıyla da kullanmaktadır. “Büyük dünya lideri” görüntüsü yaratarak, Kürdistan’daki savaşı derinleştirmeye çalışarak, ülke içindeki “sözde” muhalefeti kuyruğuna takarak, kendi güç ve itibarını artırmak ve tekrardan seçilebilme olanaklarını büyütmek için bu fırsatı değerlendirmeye çalışmaktadır.
Peki Türk devleti, Rusya ile Ukrayna arasında hangi tarafta yer alacaktır? Buradan Türk devletinin durumu oldukça sıkıntılıdır. Türk devletinin Rusya’dan yana davranması Ukrayna’nın tepkisini çekse de Türk SİHA’larına ihtiyacı olan Ukrayna bunu çok fazla sorun edemeyecektir.
Erdoğan ve Türk devleti mevcut savaşın yarattığı kargaşayı, avantaj kabul edecek, Kürtlere ve Kürdistan’a saldırmak için fırsata çevirmeye çalışacaktır. Nasıl olsa dünya, Kürtlere karşı sürdürülen savaşı görmezden gelmekte, savaş karşıtlarının hepsinin gözleri bağlanmaktadır.
Savaşın sonunda ne olacak? Rusya bu savaşı istediği biçimde veya ona yakın bir durumda sonuçlandıracaktır. Savaş tacirliği, savaş fırsatçılığı yapan Türk devletinin ve Erdoğan’ın işi o zaman nasıl olacak diye merak etmek gerekir.