Türkiye’de bir süreden beri 2023 seçimleri ve seçimlerde kimin cumhurbaşkanı olacağı, gündemin ana unsuru durumundadır. Biraz da iktidar bu gündemi özel olarak canlı tutmaya çalışmaktadır. Bu yolla toplum gerçek sorunlardan uzaklaştırılmak istendiği için seçim heyecanı ve telaşıyla sürdürülen tartışmalar köpürtülmektedir.
Bu tartışmaların en önemli başlıklarından birisi “Erdoğan seçimle gider mi gitmez mi?” şeklinde formüle edilen ve son derece önemli olan konu ya da sorudur.
Soruya hemen cevap verelim. “Erdoğan seçimle iktidarda gitmeyecektir, çünkü Erdoğan bir diktatördür ve hiçbir diktatör seçimle gitmemiştir.” Bu belirleme bir iddia değil gerçeğin ifadesidir.
Konuyu anlayabilmek için farklı zamanlarda ve farklı ülkelerde iktidarda bulunmuş çeşitli diktatörlerin nasıl bir tutum izlediklerine bakılabilir. Hitler’in intihar ettiğini, Mussolini’nin de Partizanlar tarafından ayağından asıldığını kaydedelim. İran’da Şah Rıza Pehlevi, Irak'ta Saddam Hüseyin, Suriye'de Hafız Esad, Mısır'da Hüsnü Mübarek, Libya’da Kaddafi, Uganda’dan İdi Amin, Şili’de A. Pinochet, Filipinler'de F. Marcos, Portekiz’de Salazar, Nikaragua’da Somoza, Rusya'da Putin, ilk akla gelen ve son 60-70 yılda iktidarda bulunmuş olan bu diktatörlerin hiç birisi seçimle iktidarda ayrılmadılar. Üstelik devletleri yöneten bu diktatörlerin listesini daha fazla uzatmak mümkün, çünkü ne yazık ki dünyamız diktatörlerden geçilmiyor.
Bu gerçek ortadayken, Erdoğan'ın seçimle iktidarı devredeceğini söylemek, ya “Erdoğan diktatör değildir veya Erdoğan’ın durumu istisnadır” demekle mümkün olur ancak. Erdoğan’a böyle bir ayrıcalık tanınmayacağına ve diktatör olduğu kabul edileceğine göre Erdoğan’ın neden iktidarı bırakamayacağına bakmak daha doğru olacaktır.
Birincisi, Erdoğan'ın izlediği politikalar ve bu politikaların yarattığı sonuçlar, Erdoğan'ın iktidarı bırakmasına engeldir. Erdoğan, sadece kendisinden ibaret değildir, bütün diktatörler gibi devasa bir sistemin ve bu sistemde beslenen sosyo/politik bir kesimin temsilcisidir. Erdoğan’ın yarattığı sistemi ve bu sistemde beslenenleri bırakıp gitme şansı yoktur. İkincisi Erdoğan, pratikleştirmek istediği politik programı henüz sonuna kadar uygulayabilmiş değildir. Fırsat elindeyken İslamcı/Türkçü ve işgalci yeni Osmanlı devletini oluşturmak istemektedir.
Özetle Erdoğan’ın diktatör olduğu ve diktatörlerinde seçimle gitmeyeceği genel sosyo/politik bir doğruysa o zaman bu doğru Erdoğan içinde geçelidir ve o nedenle Erdoğan, seçimle değil, diğer bütün diktatörler gibi halkların örgütlü mücadelesi ile iktidardan gidecektir.
İşin doğrusu şudur: Bir seçim takvimi bulunmaktadır. Türkiye'yi yönetmeye talip olan herkesin bunu hesaba katması, doğal ve zorunlu bir sorumluluktur. Bu durumda, demokrasi ve özgürlük güçleri açısında, Erdoğan'ın gitmeyeceği belli olan bu seçimin nasıl bir anlamı olabilir, diye bir soru sorulabilir. Bu soru, umutsuzluk, karamsarlık ve plansızlık yaratan zararlı bir sorudur. Ayrıca HEP’ten bu yana izlenen politikalarla yanlışlığı tescil edilmiştir.
Unutulmamalıdır ki özgürlük ve demokrasi mücadelesi, her yöntemle, her zaman ve her durumda sürdürülen bir mücadeledir. Herhangi bir toplumsal siyasal mücadeleye karar verilirken, kazanımlarının farklı olabileceği hesaba katılır ve somut sonuçların bugünden yarına açığa çıkması beklenmez. Veya spesifik olarak herhangi bir eylemin olası sonuçlarına bakılarak politika belirlenemez.
Ayrıca bu gelişmeye, yani seçime, karar veren ve süreci yöneten sistemin sahibi Erdoğan ve şürekâsı olacaktır. Demokrasi güçlerinin pozisyonu bu kararda en avantajlı biçimde yararlanmaktır. Bu durumda Erdoğan’ın bütün koşulları kazanmasına göre ayarlayacağını, kaybetmesi halinde oyunu bozacağını öngörmek kehanet değildir.
Kritik olan bu durumdur. Bu durum da Erdoğan’ın hilelerine, diktatörlüğüne, geliştireceği zorbalığa ve keyfiliğe karşı halkın örgütlü gücüne dayanan bir halk hareketine ihtiyaç olacaktır. Belki de kitlelerin böyle bir hareketi kendiliğinden gelişecektir. Böyle bir gelişme karşısında halka önderlik edecek, halkın gücüyle Erdoğan'ın politikalarını boşa çıkartacak bir yapılanma ekmek ve su kadar hayati önemdedir. Bu yönlü bir hazırlık yapılmadan ve günü geldiğinde, kitle gücünün ağırlığı, kitlelerin aktif müdahalesi ile Erdoğan'ın kafasına dayatılmadan Erdoğan'ın iktidardan gitmesi sağlanamaz.
Sistem içi muhalefet, Erdoğan'ın gitmesini sağlayamayacağı gibi Erdoğan'ın alternatifi de değildir. Erdoğan, “Millet İttifakı” denilen bu muhalefeti etkisizleştirmiş, elini kolunu bağlamıştır. “Millet İttifakı”nın yapabileceği tek şey Erdoğan’ı zayıflatmak olabilir, bundan yararlanmak önemlidir ve hepsi bu kadardır.
Tam bu noktada HDP’nin varlığının ve izlediği politikaların değeri ve önemi ortaya çıkmaktadır. Demokratik muhalefet, Kürt halkının, Alevilerin, emekçilerin kadınların ve gençlerin, kısacası bütün demokrasi güçlerinin partisi olan HDP, seçimlere katılacak, kazanmak amacıyla gerekli her türlü çalışmayı yapacak ve mutlaka kazanacaktır. HDP’nin, bu seçimi, 07. Haziran. 2015’de olduğu gibi Erdoğan’ın kabusuna dönüştüreceğinde kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Böylece demokrasi güçleri, HDP’nin varlığıyla ve ortaya koyduğu “3. yol” siyasetiyle, sistem içi çözümlerden birisine mahkûm olmadıklarını ortaya koymuş oldular. Bu durum, ezilen kitlelerin HDP’ye, izlediği politikaya, yöneticilerine, uygulayıcı kadrolarına güvenini artıran bir sonuç yaratmıştır, yaratmaktadır. Daha önemlisi, sistem içi güçlerden bağımsız politika geliştirmiş olması, kitlelerin öz/örgütlü gücüne olan güvenlerini artıracaktır. Sadece tek başına bu bile kazanılmış en büyük değer olacaktır.
Bu nedenle, bir yanda seçimlere hazırlanırken diğer yandan da diktatör olduğunu unutmadan Erdoğan’ın gitmesini sağlayacak kitle hareketlerini yaratmak, geliştirmek, desteklemek, güçlendirmek ve böyle bir halk hareketini yönetebilecek yapıyı oluşturmak, en temel ve en güncel görevdir