Kapitalizmin yasallığıdır: ne zaman savaşlar başlarsa bir yerlerde de şampanyalar patlatılır. Yasallık Ukrayna savaşıyla bir kez daha kanıtlandı – Alman Şansölyesi Scholz’un özel silahlanma fonu için 100 milyar Euro’luk bütçe hazırlandığını ve savunma (!) giderlerinin yurtiçi GSMH’nın yüzde ikisine çıkartılacağını açıklamasının hemen ardından Alman silah tekellerinin hisse senetleri rekor seviyelere çıkarak pahalanandılar. Örneğin Almanya’nın en büyük silah tekeli olan Rheinmetall’in hisseleri yüzde 50 değer kazanırken, dördüncü büyük tekel olan ve hava savunma sistemleri üreten Hensoldt’un hisseleri neredeyse yüzde yüz arttı. Artış dalgasından sadece Alman tekelleri değil, diğer Avrupalı silah tekelleri de faydalanıyor. Burjuva medyasının ekonomi sayfaları neredeyse bütün Avrupalı silah üreticilerinin şirket merkezlerinde “olağanüstü kâr beklentilerinin” yarattığı sevinç haberleriyle dolu.
Scholz hükümeti bütçeleri artırmanın yanı sıra, silah alma prosedürlerini de kolaylaştıracağını açıkladı. Buna göre her alanda satın almalar hızlandırılarak kontrol mekanizmaları devre dışı bırakılacak. Sahiden de bu gelişme, FDP’li Federal Maliye Bakanı Lindner’in dediği gibi, “Federal devlet tarihinin en büyük ve en hızlı bütçe artışı” olacak. Ancak bu artış sadece Alman emperyalizminin strateji değişikliği anlamına gelmiyor, aynı zamanda Almanya askeri-sınai kompleksinin devlet politikaları üzerindeki etkisinin ve belirleyiciliğinin artacağına işaret ediyor. İhtilaflı bölgelere silah satışını yasaklayan yönergenin iptal edilmesi ve Ukrayna’ya “ölümcül silahlar” gönderilmesi bunu kanıtlıyor. O açıdan Alman devletinin iktisadi ve siyasi koordinatlarını militarist çizgiye teslim eden bu strateji değişikliğini askeri-sınai kompleksin zaferi olarak nitelendirebiliriz.
Transatlantikçi şahinlerin elde ettikleri mevzilerin, zaten AB içerisinde baskın konumda olan Alman emperyalizminin bu strateji değişiminin tüm Avrupa ülkeleri tarafından militarist-yayılmacı politikaların benimsenmesine neden olacağını söyleyebiliriz. Dahası Avrupa toplumlarındaki savaş karşıtı duruşun Ukrayna bağlamında enstrümentalize edilerek, bu politikalar için toplumsal rıza üretileceğini de öngörebiliriz. Militarist-yayılmacı politikaların desteklenmesi için gerekli olan toplumsal dönüşüm çabalarına şimdiden başlandı bile.
Rusya Federasyonu’na yönelik yaptırımların yanı sıra yürütülen boykot tedbirleri gülünç bir hâl alsa da – örneğin Rus kültür çalışanlarının işten çıkartılması veya Rus votkasının, hatta Rusya’da yetiştirilen kedi cinslerinin aforoz edilmesi gibi – ırkçılığa varan Rus düşmanlığı yaygın kamuoyu görüşü hâline getiriliyor. Almanya’nın bazı kentlerinde Rusya asıllı Almanların yaşadıkları mahallelerde açık ayırımcılık haberleri duyuluyor. Aynı şekilde zorunlu askerlik görevi ve emekli özel tim mensuplarının Kiev’e savaş desteğine koşmalarının “kahramanlık” olduğu tartışmalarıyla yaşamın her alanı militarize ediliyor, faşist gruplara meşruiyet sağlanıyor. Almanya’da yerleşik olan geleneksel antikomünizmin yardımıyla da NATO’yu ve silahlanma politikalarını eleştirenler “Putin dostu” diye karalanıyor, neredeyse “vatan haini” olarak ilân ediliyorlar. Hiç şüphe yok ki, bu cadı avı Avrupa burjuva toplumlarının tüm iğrençliğini gün yüzüne çıkartıyor.
Nihâyetinde Alman emperyalizmi aynı 1914’te olduğu gibi, bir kez daha Alman sosyal demokrasisine muhafazakârların beceremeyeceği bir militarizmi uygulamaya sokma ve yayılmacılığın “vatan cephesini” örgütleme görevini verdi. Scholz hükümeti de reformist toplumsal ve siyasi solu dahil olmak üzere bütün siyasi-medyatik arenayı yeni stratejinin arkasına dizerek, bu görevini “layıkıyla” yerine getirdiğini kanıtlıyor. Burada bilhassa reformist solun aşırı NATO’culuğu ile meşum bir rol üstlendiğini de vurgulamamız gerekiyor. Kaiser II. Wilhelm 1914’te “Artık partileri tanımıyorum, sadece Almanları görüyorum” demişti. Öyle ya, “vatan cephesinde” hepsi Alman olunca, enflasyonun yüzde 5 artması, yoksulluğun yaygınlaşması, sömürünün yoğunlaşması ve savaşın yükleri üzerine konuşan kalmayacak.
Öyle sansınlar!