Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock geçen Salı günü ABD’ne giderek hafta içinde ve sonunda çeşitli görüşmeler gerçekleştirdi. Ama sadece Baerbock değil, eski Alman diplomatları ile sermaye temsilcileri de ABD’nde çeşitli görüşmelerde bulundular, bulunuyorlar. Gerek Cumhuriyetçiler gerekse de Demokratlar ile yapılan görüşmelerin ana konusu – her ne kadar kamuoyuna açıklanmamış olsa da – Başkan Joe Biden ve sonrasında yapılacak ABD Başkanlık Seçimleri. Ki seçimler görüldüğü kadarıyla Alman emperyalizminin başını hayli ağrıtıyor.
Biden’in yaşı nedeniyle tekrar aday olmama olasılığını değerlendiren Alman burjuva medyası raflardan indirdiği eski bir formülü yeniden tartışmaya açtı: Fransa’nın nükleer şemsiyesinin korumasına öncelik vermek! 1980’lerde bu formülü Willy Brandt’ın güvenlik danışmanı Egon Bahr ortaya atmıştı. Bu satırların yazarının da katıldığı bir sohbette Bahr aynen şöyle demişti: “Reagan gibi birisinin nükleer silahların düğmelerine basabileceğini düşündüğümde, Fransız dostlarımızın nükleer şemsiyesinin altına girmemiz bana akıllı bir hamle gibi geliyor.” Bahr daha sonra medyaya düşen bu sözleri nedeniyle muhafazakârlar tarafından “ABD düşmanı” olarak yaftalanmıştı.
Fransa’nın nükleer cephanesi korumasına girmek her zaman Alman emperyalizmi tarafından ciddi bir opsiyon olarak görülmekteydi. Ancak Avrupacılar ile Transatlantikçiler arasındaki tartışmalarda “uzlaşılamaz nokta” olarak nitelendirildiğinden, hep raflarda kalmıştı. Görüldüğü kadarıyla gelecek seçimlerde “izolasyonist Trump’ın” seçimleri kazanma olasılığı Transatlantikçi şahinleri bile kara-kara düşündürmeye itmiş.
Almanya siyaseti 2016 seçimlerindeki sürpriz karşısında hazırlıksız yakalanmıştı. Şimdi ise bu hatadan ders çıkartmaya çalışılıyor. O nedenle diplomatlar, siyasetçiler ve sermaye temsilcileri mümkün olduğu kadar fazla ilişki kurmak için ABD’ne gidip geliyorlar. Almanya Trump’ın kazanması durumunda Ukrayna yardımlarının kendi sırtına yükleneceğinden kaygılanıyor. Trump’ın hâlâ ciddi bir toplumsal desteğe sahip olması, Cumhuriyetçilerin radikalleşmesi ve Biden’in yaşı Alman emperyalizmince “güvensizlik faktörleri” olarak değerlendiriliyor.
Cumhuriyetçi Parti dış politikada hâlen Trump’ın izolasyoncu çizgisini savunuyor, aynı şekilde iktisat politikalarında “USA first” noktasında duruyor ve Ukrayna’ya yapılan yardımların sonlandırılmasını talep ediyor. Trump çıkarıldığı mahkemede ceza alıp, aday olamasa dahi, Cumhuriyetçilerin Başkan Adaylığına soyunan tüm isimleri Trump’ın savunduğu pozisyonlardan fire vermiyorlar. Ukrayna konusunda hepsi hemfikir.
Aslına bakılırsa Demokratların Başkanlık Seçimlerini kazanma olasılığı bile Alman emperyalizminin bu kaygılarını gidermeye yetmiyor. Çünkü ABD Kongresi’nde Cumhuriyetçilerin çoğunluğu kazanmaları durumunda Demokrat Partili bir ABD Başkanının bütçe, iktisat, iç ve dış politikada hareket alanını kısıtlayan engelleri aşması pek olanaklı olmayacak. Kaldı ki ABD seçmenleri arasında “Ukrayna yardımları sonlandırılmalıdır” talebinin geniş taraftar bulması, Demokratların yaklaşımlarını da önemli ölçüde etkileyecek. Alman siyaset uzmanları bu durumu “Almanya ve Avrupa Ukrayna savaşına daha fazla bütçe ayırmak zorunda kalacaklar” biçiminde yorumluyorlar. Ayrıca Avrupa’daki enflasyon oranlarının yüksek olmasının, yoksullaşma baskısının artmasının ve sosyal politika alanlarında gerçekleştirilen bütçe kısıtlamalarının toplumsal rıza üretimini zorlaştırarak, Almanya’nın önüne yeni engeller çıkaracağını tahmin ediyorlar.
Zaten Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik baskısı altında olan Avrupa’nın ABD siyasetine baskı yapma olanakları da zayıflamış durumda. İşte bu nedenle Fransa’nın nükleer şemsiyesi formülü yeniden ısıtılıyor. Kanımızca asıl sorun, Batının “Küresel Güney” olarak adlandırılan ve çok kutupluluğu yaratan güçler karşısında giderek zayıflamakta olmasıdır. Kısacası emperyalist-kapitalist dünya düzeni devasa meydan okumalar karşısında debelleşmektedir. Halklar açısından sorun ise, bu durumun emperyalist saldırganlığı daha da artıracak olmasıdır.