ABD Başkanı Joe Biden Avrupa’da merakla beklenen ilk dış politika açıklamasını yaptı ve bizce daha önceki yazılarımızda yaptığımız tespitleri teyit etti. »Amerika yeniden geldi, diplomasi geri döndü« diyen Biden, aslında pek diplomatik olmayan tehditlerde bulunmaktan da kaçınmadı. Hükümetinin kararlı bir şekilde her yerde otoritarizme karşı çıkacağını (!) vurgulayan Biden, »Rusya’nın agresif eylemleri karşısında ABD’nin boyun eğdiği günler sona erdi« dedikten sonra, Çin Halk Cumhuriyeti ile »insan hakları ve uluslararası hukukun zedelenmemesi koşuluyla iş birliğine hazır olduklarını« belirtti.
Biden’in Dışişleri Bakanlığının çalışanları önünde söylediklerinden ziyade söylemediklerine dikkat çekmek gerekiyor. Zira daha göreve geldiği ilk günlerde Theodore Roosevelt uçak gemisini Güney Çin Denizi’ne gönderen Biden yönetimi, Trump döneminden çok daha şahin dış politika izleyeceği sinyallerini veriyor. Henüz muğlak bazı veriler olmasına rağmen Biden döneminin dış politikası hakkında bazı öngörülerde bulunmak olanaklı.
ABD emperyalizminin stratejik ağırlığını Pasifik Bölgesine yönlendireceği daha Obama döneminde kararlaştırılmıştı. Biden bu çizgiyi takip edecek ve sertleştirecek. Çünkü eski general ve Raython silah tekelinin kadrosu olan Lloyd Austin’in Pentagon şefi yapılması, şahin demokrat Antony Blinken’in Dışişleri Bakanlığı görevine getirilmesi ve Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak bir diğer şahin demokrat Hillary Clinton döneminde Planlama Ekibi şefi olan Jake Sullivan’ın atanmış olması, ABD askeri-sınai kompleksinin Biden yönetiminin dış politikasını belirleyeceğine işaret ediyor.
O açıdan Biden yönetiminin »Amerika’nın en kötü düşmanı« olarak ilân ettiği Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı daha saldırgan ve provokatif bir politika izleyeceğini söyleyebiliriz. Ve bu noktada Tayvan anahtar rol oynayacak gibi görünüyor. Zaten Biden yemin törenine davet ettiği Tayvan temsilcisine »esaslı destek« sözünü vermişti. Bölgede birbirleriyle ihtilaf yaşayan ÇHC, Hindistan ve Pakistan’ın birer nükleer güç oldukları, Demokratik Kore Cumhuriyeti’nin elindeki nükleer cephaneyi büyütmeye çalıştığı, Japon militarizminin yeniden körüklendiği ve başta Rusya Federasyonu olmak üzere bölgedeki birçok ülkede hipersonik roketler konuşlandırıldığı düşünülürse, ABD emperyalizminin yeni dış politikasının ne denli büyük tehlike potansiyeli içerdiği görülebilir.
ABD – ÇHC arasındaki, şimdiden keskinleşeceği görünen çelişkiler dolaysız olarak Avrupa’daki emperyalist ülkeleri olumsuz etkileyecek. Avrupa’daki üretim süreçlerine hammadde ve enerji taşıyıcıları tedariki için yaşamsal öneme sahip olan Güney Çin Denizi’nin nakliyat yollarında meydana gelebilecek en ufak aksama, tedarik zincirlerinin çökmesine neden olabilir. Bu durumda AB ile ÇHC arasında imzalanan Yatırım ve İş Birliği Antlaşmasının da bir anlamı kalmayacak.
Biden yönetimi her ne kadar çok taraflı antlaşmaları, uluslararası diplomasiyi ve transatlantik ilişkileri önemsedikleri sözünü veriyor olsa da ABD emperyalizminin dış politikasındaki sabit hedefleri ABD-Avrupa ilişkilerini zora sokacak ve çıkar çelişkilerini daha bariz ortaya çıkaracak. Açıkçası diplomasinin geri döndüğü falan yok. ABD’nde Biden ile üçüncü Obama döneminin başladığı söylenebilir. Obama yönetiminin dünya çapındaki çatışmalar, ihtilaflar ve savaşlar konusunda yaptıkları ortada. Biden ile de farklı olmayacak. Bu kesin.