Yazının tamamını Türkiye’ye ayırıp, sol açısından tarihsel kimi önemli uğrak noktaları hatırlatıp Solun birleşmesini dert eden büyük bir kesimin hoşuna gitmeyecek kimi değerlendirmelerde bulunacağım. Türkiye Komünist Partisi'nin 10 Eylül 1920 yılında kurulmasıyla birlikte yeni kurulacak Cumhuriyet’e ve Kurtuluş savaşına destek vermek için Bakü’den Anadolu’ya gelme kararı partinin siyasetinin merkezinde Yurtseverliğin durduğunu gösteriyor. Cumhuriyet’in kuruluşuyla beraber sınıfsal yapısı burjuva karakter taşıması nedeniyle izlediği siyasette TKP’yi dışlayan baskılayan bir tarzları var. Bir zümreyi temsil eden sendika, parti kurulması yasaklanıyor. TKP illegal olarak mücadelesine devam ediyor.

Solu temsil eden TKP, 1940’lar ve 50’lerde kimi denemeler yapıyor. 1946 sendikacılığı olarak bilinen o dönemde sendikalar kuruluyor. Altı ay kadar süren bu deneyim iktidarın getirdiği yasaklamalarla sona eriyor.

İkinci paylaşım savaşı sonrası Dünya’da soğuk savaş dönemi olarak tarif edilen Sovyetler Birliği'nin bu savaşın bir tarafı olduğu bir dönemde 1950 yılında Türk Barışseverler Cemiyeti kuruldu. Başkanlık görevini Behice Boran üstlenirken genel sekreteri Adnan Cemgil olmuştur. Tam da o yıl ABD’nin Kore’yi işgali ve o dönemin hükümeti olan Demokrat Parti’nin Uluslararası siyasetteki tavrını netleştirmek açısından önemli olan Kore’ye Türk askeri gönderilmesine bakıldığında bu dernek dışında bu duruma itiraz eden yoktu. CHP ana muhalefetteydi ancak asker göndermeye temelinde bir itirazı yokken sadece yöntemsel bir karşı çıkışı vardı.

Solun yaygınlaşıp toplumda karşılık bulduğu dönem 1960 ile 1980 yılları arası. Sol bu dönemde hem iktidar arayışın da hem de ideolojik olarak bir doğrultu belirlemek için uğraş içerisinde. TİP’in kuruluşu Meclis'teki temsiliyeti, ardından gençliğin kendi talepleri ile halkın talepleri arasındaki kurduğu bağ bizim 68 kuşağımız. Temeline bağımsızlık ve antiemperyalizm mücadelesi yerleşirken hareketin gelişimine işçi ve köylü ile kurdukları bağ, Dünya'daki yaşanan gelişmeleri yorumlarken işçi sınıfının gelişimini yeterli bulmayışları aynı şekilde sermayenin de yine aynı gelişkinlikte olmadığı sonucu çıkarmaları bu kuşağın siyasi çıkarımları. Sermayenin içerisinde kötülcül bir kan arayıp oraya yoğunlaşmanın doğru olduğu savını ortaya atıyor olmaları da tabi. Gençlik, Fikir Kulüpleri Federasyonu ve Dev-Genç etrafında toplanmış durumda. Kuşağın abilerinden olan Mihri Belli, Milli Demokratik Devrim tezini hazırladığında solda büyük bir ilgi görüyor. TİP bu tezle birlikte bölünüyor. Buna gerek olmadığını sosyalist devrim için koşulların uygun olduğunu savunanlar bir tarafta kalıyor.

DİSK, 1967 yılında kurulurken sınıf sendikacılığına olan ihtiyacın iş yerlerinde işçilerin gösterdiği ilgiden anlaşılabilir. İşçiler DİSK’te örgütleniyor, grevler direnişlerde büyük artışlar oluyor. DİSK sınıf sendikacılığında önemli bir uğrak. 1970 yılında açılan kapatma davası sonrası tarihe 15 -16 Haziran direnişi olarak geçecek iki gün işçi sınıfı hareketi için önemli bir deneyim.

1970’li yıllar o kuşaktan bir abimizin tanımlamasıyla ağaçların bile Sola yattığı yıllar. Sol içerisinde birçok yapı ortaya çıkarken Çin devriminden etkilenen siyasi hareketler, yine devrimci demokrat yapılar güç kazanıyor. Hala solda bir iktidar arayışı üzerine stratejik tartışmaların olduğu dönemler. CHP ise kendi siyasi kulvarını ortanın solu olarak belirleyip solun ilgisine mazhar olmayı başarmış ve iktidar olmuştur.

Yine bu dönem NATO’nun anti komünist yapılandırmaları olan MHP ve Ülkü Ocakları solculara, grevdeki işçilere saldırıyor. 1970’lerin sonlarına doğru CHP başta olmak üzere diğer düzen partileri ülkeyi yönetmekte zorlanıyor. Sol ise hem kendi içerisindeki düşünce ayrılıklarından dolayı yaşadığı çatışmalar hem de faşistlerin saldırılarından dolayı bir iktidar arayışından çok tam bir savunma içerisinde kendisini buluyor.

Ardından da gelen 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte her şey başka bir mecraya taşınıyor. Bu darbe gerçek bir yenilgi olurken sadece fiziksel şiddet değil ideolojik saldırı da sol da karşılığını buluyor. Marksizmin hatalarından, sosyalizmin güncelliğine dair tartışmalar solu siyasette muhalif bir yöne yönlendirirken kadın, çevre, kimlikler üzerinden yeniden belirlendiği bir döneme geçiş yapıyor. Dönemin bireyselleştirilmesi bir yılgınlığa bununla birlikte küskünlüğe yol açıyor. Bu durum hala devam ediyor. Nerede proletarya diye alaylar yine o dönemin solcuları arasında yapılıyor. ”Tarih içerisinde kendisini "halk"ın, ayrışmamış bir bütünlüğün içinde eşit ağırlıklı ve nitelikli ögelerden biri olarak algılıyor. Tarihi kavrayışına sızan yüzeyselliği ve popülizmi içselleştirebiliyor.” (https://gelenek.org/solun-tarihi-ozelestiri-ve-tragedya/)

Kürt siyasi hareketinin 1980’lerin ortasından itibaren siyasetteki belirleyiciliği solun Lenin’i hatırlaması için bir şok etkisi yarattı. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı üzerinden hatırlanan bu gelişme Kürt siyasi hareketinin solu kapsamasıyla sona erdi. Kürt siyasi hareketinin ilk on yıllık süreçten sonra sosyalizmle mesafelenmesi ardından AB ve ABD ile kurduğu bağ solu rahatsız etmedi.

Sol siyasette belirleyen olmaktan çok belirlenen durumunda kalmasını örgütsel güçsüzlüğüyle açıklayamaz. İktidar olma stratejisi bir tarafa bırakılıp onun yerine iyi bir muhalif olma çizgisinin benimsenmesi aynı zamanda CHP ve Kürt siyasi hareketine her dönem eklemlenme de bir sakınca görülmemesi öz eleştiriyi hak eden önemli bir sebep.

AKP döneminde liberal solcuların etkisi altında kalan darbe dönemiyle siyasal İslamcı liberal bir partinin hesaplaşacağı düşü kuran bir sol varlık sebebini sorgulamalıdır. Özelleştirmeler karşısında kamuculuğun olmazsa olmaz olduğunu sol kendi göstermeliydi. Yine AKP döneminde otoriterleşmeyi görüp karşısındaki sağcı, sosyal demokrat ittifakı desteklemekte çekince bile göstermeyen solun gerçek sorunu birleşememek olamaz.

Haziran direnişi 2013 yılında milyonları AKP karşıtlığında ve Cumhuriyetin kuruluş ilkelerinde bir araya getirirken, Kürt siyasi hareketi burada darbeyi gördü. Çünkü AKP ile çözüm masasında Kürt halkının haklarını, barışı görüşüyorlardı. Cumhuriyeti yıkmak ve sermaye sınıfına sınırsız özgürlük ile sömürü koşulları vadeden AKP’nin özel misyonu küçümseniyordu. Cumhuriyetin kuruluşunda diktatörlük vesayet görürken yıkılışında demokrasi, özgürlük görmek akıl sağlığını yitirmek demek değil de nedir? Sorun solda bir kesimin AKP siyasetine karşıtlık geliştirirken Kürt siyasi hareketiyle ittifakını devam ettirmesinde. Bu ittifak benzerlerin birlikteliği değil güçlünün çekim mekanizmasını kullanıp yanında yer almalarını sağlamasıdır.

Kürt siyasi hareketinin desteğiyle Meclis'e giren solun bir vekilinin cezaevinde bir milletvekilinin ise kürsüde yumruk yemesi şaşırtıcı olamaz. Siyasetin düzen partileri tarafından Meclis'e sıkıştırılması uzunca bir zamandır bilinçli yapılan bir strateji. Ancak bunun sol tarafında da kabul görmesi sorunun başka boyutla da olduğunu gösteriyor.

CHP’nin seçim kazanması Türkiye’deki milyonlarca işçinin yoksulluğuna, cemaatlerin her yerde varlıklarını güçlendirmesinin önünde bir engel oluşturmayacağını göremeyen solun sorunu bir araya gelmemekte görmesi akıl tutulması dışında bir anlam ifade etmiyor. Sol ilkeleriyle, iktidar arayışıyla, işçi sınıfını örgütleme uğraşıyla, belirlenen değil, belirleyen olacağı, siyasetini dayatacağı güce ulaşmak için Marsizmi kavramak güncelliğini ve sürekliliğini sağlamak sol için en acil görev olarak duruyor.