Emperyalizmin Ortadoğu’ya merakı bir günde ortaya çıkmadı.

İlgilerinin ilan-ı aşka dönüşmesi Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte yeni dünya düzeni olarak ilan edildi.

Sınıfların, sınırların değil, inançların, mezheplerin, ulusların önemini halklara birbirlerinin boğazlarını keserek sahada deneyimlediler. Birliğin parçalanması sonucunda ortaya yeni çıkan devletlere, yüzölçümü Konya’dan küçük olan kaç tane devletin kurulacağı ise Yugoslavya’nın parçalanmasıyla görülecekti.

Hatırlayalım; Miloseviç için ”kasap” tanımlaması yapılmıştı. Bu saldırıların ardında yatan bir korku vardı. Emperyalizm sermayenin tekelleşmiş haliydi. Ekonomik boyutu böyleydi de ideolojik ve kültürel olarak yapacakları da vardı. Sosyalizm korkusunu neredeyse yüz yıla yakın yaşadılar. Ulusal kimlikler ve dinsel düşüncelerin güçlenmesi geliştirdikleri bir silahtı. Korkmuşlardı halklarla sınıfsal olarak karşı karşıya gelmeye.

Emperyalist tekellerin iki büyük paylaşım savaşında milyonlarca insanı katlettiğini hafızalardan silmek için yeni düşmanlar türettiler. Hem kendilerinin ortaya çıkarttığı sonra da yine bölgeyi şekillendirmek için karşı çıktıkları bu siyasi yapılar Ortadoğu’da çok kullanışlı aparatlar oldular. Ülkelerin iç işlerine müdahalelerin de kurdukları askeri üsler önemli bir bağımlılık ilişkisi oluştururken medyası, siyasi ilişkileri, sivil toplum örgütleri ile sağladıkları fonların kullanımı sürecin tamamlayıcılığını oluşturdu.

ABD'de 11 Eylül ikiz kulelerine saldırı sonrası El kaide'nin hedef tahtasına oturtulması yeni bir başlangıç için gerekli meşruiyeti sağlamak için yeterliydi. Saldırının hemen ardından televizyonlarda belirledikleri katillerin fotoğrafları ile günlerce analizler yapıldı hatırlayalım. Afganistan halkının Taliban rejiminden kurtarılması ve terörden arındırılması gerekçe gösterilerek Afganistan işgal edildi. İşgalin ardından NATO bölgede aktif bir rol üstlendi.

İkinci dünya savaşından sonra emperyalizmin büyük abisi ABD olurken, Avrupa Birliği de yer alan ülkelerin ortak pazarı ve hedefledikleri ülkelerin iç dinamiklerine müdahale zamanı geldiğinde işgal edilecek topraklarda kendilerine düşecek pastadan paylarını alacak bir güç olarak bazen sahada, bazen de diplomaside her zaman aktiftiler.

Afganistan’ın işgali sonrasında Irak’ta kimyasal silah üretildiği ve Dünya’yı tehdit ettiği iddiası uzun süredir devam ederken 2003 yılında ABD ve İngiltere öncülüğünde işgal başlatıldı kısa bir süre içerisinde Irak hükümeti düşürüldü. Bu silahların olmadığı daha sonraki yıllarda itiraf edilirken Irak’ta uzun süre devam edecek mezhep savaşları başladı. Saddam Hüseyin’in nasıl bir lider olduğu tartışmasına girmeyeceğim çünkü sayfalarca yer alır. Usame bin Ladin gibi. Ancak Emperyalizmin işgalinden sonra bu ülkelerde yaşananlar o ülke halklarının hiç birisine pozitif bir katkı sağlamamıştır. Irak’ta peşmergelerin kuzeyde Irak hükümetine karşı savaşması Kürt halkının özgürlüğüne bir katkı sağlamadığı gibi emperyalizmden beklentili bir özgürlük arayışının nasıl sonuçlandığının da acı bir deneyimi olmuştur.

Tunus, Mısır, Suriye ve Libya, Arap Baharı olarak bilinen bu dönemin ülke halklarının isyanı sonucu hali hazırdaki hükümetleri devirmesiyle sonuçlanan ancak sonrasında daha gerici yönetimlerin gelmesiyle birlikte emperyalizmin müdahalesiyle yeni siyasi figürleri sahaya süreceği yıllar sürecek karışıklıklar, iç savaşlar bu dönemin özeti sayılabilir.

Siyasi İslamcıların farklı modellerinin seçenek olarak sahada olduğu, gericiliğin kabullenildiği bu dönemde tek ayak direyen ülke olan Suriye, bölgede İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki işgali ve toprak genişletme hedefleriyle Suriye’ye gözünü dikmesi, Rusya’nın Ukrayna ile görünen ama onunla sınırlı olmayan savaşı, İran’ın kendisini korumak dışında bir gündeminin olmayışı, -bunu kötü anlamda söylemiyorum- Suriye’nin de kaderini diğer ülkelerle aynı duruma düşürdü.

Emperyalist tekellere sömürüde kendi ülkelerinin kaynaklarının yetersizliği ve doğallığında olan yayılmacı politikalar sonucunda bu işgaller gerçekleşiyor. Yahudi sermayesi bugün bölgede daha fazla pay istiyor. İşgal edilen ülkelerin kaynaklarının paylaşımı ve yeniden inşası bugün bütün sermaye gruplarının iştahını kabartırken Türkiye sermaye sınıfı gözünü açmış gelecek planlarını buna göre yapıyor.

Diğer Ortadoğu ülkelerinde gerçekleşen işgallerde olduğu gibi bugün de Suriye’deki işgal televizyondan canlı izletiliyor. Muhalif gruplar olarak açıklanan içlerinde en güçlüsü olan HTŞ, El Kaide'den ayrılan bir siyasi yapı İslamcı anayasayı savunan, azınlıklara, Alevilere bu anayasada yer vermeyeceklerini açıklayan bu siyasi İslamcılar dünün düşmanı bugünün kahramanı oldular.

Yaşanan bu gelişmeler sonucunda mezhepçilikle, ulusal kimlikle bir yer kapma arayışı emperyalizmin halklara bir özgürlük getirmeyeceğini bilerek siyasi pozisyon alarak büyük siyaset stratejisi kaybetmeye mahkumdur. Emperyalizmin ve sömürünün devamlılığıyla bir demokrasi talebi gerçek dışıdır.

Laiklik, eşitlik, özgürlük bunların ayrılmazlığı, halkların mücadelesi, bölgedeki barış için olmazsa olmazdır.

Emperyalizmle hesaplaşmadan, Baas rejimi ile hesaplaşmaya kalkmak ahmak kurnazlığı olur.