Kürt halkının vazgeçilmez ve devredilemez temel haklarının karşılanması, yani kısaca gerçek bir demokratikleşme için burjuva gericiliğinin uygun bir çerçeve sunmadığı yeterince açık. Bu nedenle burjuva gericiliğinin ifadesi olan milliyetçiliğin hak ettiği yegâne yer, tarihin çöplüğüdür.
Peki, yoksul Kürtler ve Kürdistan’ın bütünü perspektifinden bakınca, »çözüm« için nasıl bir yanıt gereklidir? Gelin bu yanıtı Türkiye’deki güncel »süreç« çerçevesinde arayalım.
Öncelikle »sürecin« yüzeysel söylemlerinin tali, ilkelerin ise esas olduğunu ve aradığımız yanıtı içinde barındırdıklarını vurgulamalıyız. Ve ezilenler, sömürülenlerden yana olanların »sürece« bu ilkeler temelinde müdahil olmaları gerektiğini. Nedir bu ilkeler?
Birincisi »demokratik ulus« ilkesidir. Bu ilke her türlü »ulusal« imtiyazı reddeder, yani özü itibariyle tek dil, tek din, tek kültür ve tek »ulusun« reddidir. Verili devlet teritoryasında yaşayan bütün milliyetler, diller ve inançlar eşittir; azınlıkta olanlar, çoğunlukta olanlara karşı koruma altındadır.
Demokratik ulus tek devlet dilini reddeder. Ortak bir anlaşma dilinin olup olmayacağına bütün milliyetler birlikte karar verir. Herkesin kendi ana dilini seçme, kendi ana dilinde eğitim görme; basın-yayın, iletişim ve idarî hizmetlerden kendi ana dilinde faydalanma hakkını kullanması hiç bir şekilde engellenemez. Her milliyetin kendi kültürel gelişim hakkı ve milliyetlerin eşitliği, kopmaz bir bütün olarak demokratik ulusun önkoşuludurlar.
İkincisi demokratik cumhuriyet ilkesidir. Türkiye Cumhuriyeti, sınırları içerisinde yaşayan milliyetlerin gönüllü ve demokratik birlik devleti hâline getirilmeli, devletin adı milliyetlerin ortak kararı ile belirlenmelidir. Demokratik Cumhuriyet mahallî, yerel ve bölgesel özyönetimin, milliyetler eşitliğinin ve devlet teritoryasında herkes için eşit hak geçerliliğinin garantörü olarak merkeziyetçi, yerinden özyönetim ile ortak meseleleri ilgilendiren merkezî yasama kombinasyonunun bir ifadesidir.
Demokratik cumhuriyet, kendi »ulusal« meselelerini tamamen özerk halleden bütün özyönetim bölgelerinin birliği olarak bütün idarî birimlerini doğrudan seçilmiş özyönetim organlarına ve merkezî yasamaya bağımlı kılar. Özyönetim bölgeleri, tarihsel ve maddî koşullar temelinde bütünleşmiş coğrafî alanlarda, mahallî, yerel ve bölgesel düzeyde, doğrudan katılımı ve parlamenter temsilîyeti içeren, demokratik seçimlerle oluşan özerk meclislerce yönetilir. Yürütme her düzeyde yasama organlarının ve bağımsız yargının demokratik kontrolü altındadır.
Üçüncüsü demokratik anayasa ilkesidir. Demokratik anayasa, her düzeyde demokratik sosyal, hukuk ve seküler devlet anlayışını, milliyetlerin, dillerin, inançların ve cinsiyetlerin / cinsel eğilimlerin eşitliğini, yerinden özyönetim ile merkezî yasama kombinasyonunu, kolektif haklar ile bireyin özgürlüğünü, iktisatın ekolojik sürdürülebilirliğini, işbirliği ve barışçıl ilişkilere dayanan dış politika yükümlülüğünü, bölgeler arası eşitsizliğin giderilmesini ve iktisatın demokratik kontrol altına alınmasını güvence altına alır, dayanışmacı milliyetler sözleşmesi olarak herkesin katılımı ve doğrudan halk oylamasıyla kabul edilir. Özyönetim bölgeleri, demokratik anayasa çerçevesinde aynı biçimde kendi özerk anayasalarını oluştururlar.
Bu ilkeler, burjuva demokrasisinin demokratikleştirilmesi, ülkenin en temel sorununun çözüme yakınlaştırılması için vazgeçilmezdir. Kitlesel Kürt hareketinin, ezilenler ve sömürülenlerden yana olan güçlerin, güncel »sürece« bu ilkelerin gerçekleştirilebilmesi için müdahale etmeleri, geniş toplumsal ittifakı örmeye uğraş vermeleri gerekmektedir. Ucu açık »süreç« ancak bu ilkelerle gerçek demokratikleşmeye ve barışa giden yola oturtulabilir.
Süregiden güncel tartışmalar, ancak bu ilkeler ile anlam kazanacaklardır. Vazgeçilmez ilkeler çerçevesinde oluşturulacak bir program, sadece her türlü milliyetçiliğin panzehri olmakla kalmayacak, aynı zamanda bölgesel emperyalizmin gerçekçi bir alternatifi olarak bölge halklarına örnek teşkil edecek ve herkesin gerçek safını almasını sağlayacaktır.
6 Nisan 2013