Türk devletinin içine girdiği kirli ilişkiler ağı dünyanın gözü önünde sergileniyor. Yaşananlar karşısında en basit haliyle istifa edilmesi gerekirken, sanki hiçbir şey olmamış gibi, yüzsüzce, rezaletin üstü örtülmeye çalışılıyor.

Ortalıkta devletin en tepesini işgal etmiş olan Erdoğan’dan ve ailesinden başlayarak, devletin en yetkililerinin içinde yer aldığı bir çetecilik söz konusudur. Hırsızlık, gasp, rüşvet gibi yöntemlerin hepsinin denendiği bir yönetim tarzı bulunmaktadır. Kimin kime ne kadar rüşvet verdiği, kimin kime servet değerinde hediyeler aldığı/verdiği çarşaf çarşaf yayınlanmakta, kirli çamaşırlar ortalığa dökülmektedir.

Yönetenler, yani bu iddialara muhatap olanlar, söz konusu iddialara karşı ne diyor, nasıl bir tutum alıyorlar? Düne kadar sahip çıktıkları göz bebekleri gibi korudukları, rüşveti alırken önüne yattıkları esas iddiaları ortaya atanlara da iddiaları açığa çıkartan ABD mahkemelerine de ‘bunlar FETÖ’cüdürler,’ demek gibi gülünç bir cevap vermekten başka bir şey söyleyemiyorlar.

Türkiye’de ise kuru gürültüyle suçluluklarını bastırmaya, olmazsa tehditle toplumu susturmaya, o da olmazsa doğrudan fiziki baskı uygulayarak sözde kendilerini aklamaya çalışmaktadırlar. İlgili iddiaları çürütmek gibi bir kaygıları da bir çabaları da yok. Çünkü iddialar çürütülemeyecek kadar açık ve net. Erdoğan ve şürekâsı Rezzak ile iş birliği yapmış mı yapmış. İran’a uygulanan ambargo delinmişi mi delinmiş. Bunları yapmadık diyorlar mı hayır. ne diyorlar peki. Bu iddiaları ileri sürenler FETÖ’cüdür demekten başka ağızlarında tek cümle çıkmıyor. İddiaları çürütecek hiçbir şey söylemiyor, yazamıyor, ileri süremiyorlar. İyi de FETÖ’cülerin her dediği neden yanlış olsun? Örneğin FETÖ’cüler dünya dönüyor dediler diye dünyanın dönmediği mi iddia edeceğiz? Veya FETÖ’cüler güneş doğuda doğuyor derlerse sadece onlar FETÖ’cü oldukları için tersini mi ileri süreceğiz?

‘MAN adalarına para gitmemiş para gelmemiş’ diyorlar. Bu ekip, yani Erdoğan ve şürekası gerçekten laf cambazlığından da ustalaştığını, herkesin her laf hilesini yutabileceğini sanıyorlar. Söz konusu iddia, MAN adasına paranın gidip gitmediği değil, sorun bu paranın vergi kaçıran bir yöntemle ve saltanat sahiplerine gitmiş olmasıdır. Sorun saltanatın sahiplerinin MAN adasında iş tutuyor olmasıdır. Erdoğan’ın ailesi neden MAN adasında iş yapma ihtiyacı duymuştur? Neden yatırımlarını kendi ülkesine yapmamıştır? Asıl soru bunlarken hiç ilgisi olmayan cevaplarla, sanki cevap veriliyormuş gibi, aslında sorunun üstü kapatılmak istenmektedir.

Erdoğan ve çetesi bu yöntemi MİT tırları sorunundan kullandı. Daha başka ve benzer durumlardan da örneğin Kobani eylemlerinden de kullandı. Her defasında yüzsüzce, ‘zeytin yağı gibi suyun üstüne çıkmaya’ çalıştılar.

Erdoğan ve çetesinin temel yönetim tarzı olarak kullandığı bu yöntem, aslında çok eskilere dayanan ve devletlerin çok sık kullandığı bir yöntemdir. Hem elindeki devasa imkanlarla her türlü çalmayı çırpmayı yapmaktadırlar, hem de yine ellerindeki medya olanaklarıyla yaptıkları bu hile ve rezaletlerin üstünü örtmektedirler.

 Ancak mevcut durumda, minare kılıfa sığmamaktadır. Erdoğan ve şürekası, bu yöntemle toplumu kandırdıklarını, kimsenin kendilerinin hırsız olduklarını düşünmediğini sanabilirler. Toplumun zekâ düzeyini ve düşünme yeteneğini küçümseyerek hırsızlıklarını gizleyebildiklerini düşünebilirler. Halkları ilelebet baskıyla susturabileceklerini hesaplayabilirler.

 Ancak kazın ayağı öyle değildir. Ne yaparsa yapsın olan bitenlerin toplumun hafızasında ve bilincinde, silinmeyecek bir biçimde yer etmesini önleyemezler. Bazen toplumlar bir çok gelişmeye karşı ya tepkisiz kalırlar veya ters yönde tepkiler geliştirebilirler. Böyle durumlar tarihin her döneminde ve bütün toplumlarda yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Toplumların sürdürülen baskılara zulme sömürü yalan ve komplolara karşı teki vermediği veya bunları destekler göründüğü durumların bir çok nedeni olabilir. Özellikle kitle psikolojisinin bu anlamda izlenmesi, gözlenmesi önemlidir. Gezi ayaklanmasını, Kobani serhıldanını, Kürdistan’da ve Türkiye’nin her tarafında sürdürülen kitlesel eylemleri yaratanlarda bugün sesini çıkartmadığını sandığımız
halklardı.

O nedenle bugün Erdoğan’ın kaba soygun, rüşvet ve talanına karşı bir tepkinin olmadığını düşünmek gerçekçi değildir. Halkların içten içe biriktirdiği bir öfkenin olduğuna ve bu öfkenin yakın gelecekte özgürleştirici bir dinamik olarak açığa çıkacağına inanmak, toplumsal gelişmenin zorunluluğudur. Toplumların bazen tepkisiz gibi görünüyor olmaları, onların bu rezaletlere bu sisteme ve zorbalığa rıza gösterdiğinden değildir. Kitleler ortaya çıkabilecek koşulların oluşması halinde durdurulamaz ve değiştirmenin asli gücü olarak sahaya ineceklerdir.

Unutmayalım ki tarihin her hangi bir an’ında yaşanacak olan kitlesel dönüştürücü hamle yine bu kitlelerle yaşanacaktır.

Mevcut durumda ve yaşanan gelişmelerinde katkısıyla, Erdoğan halkların gözüne meşruiyetini kaybetmiştir. Türk devletini yöneten Erdoğan ve şürekası, ne yaparsa yapsın özellikle bu son rezaletlerden dolayı onulmaz bir yara almıştır. Bütün olan bitenler, kitlelerin not defterinde, hesabı sorulacak olan icraatlar bölümünde kayıtlıdır. Günü geldiğinde bu defter açılacak ve hesaplar görülecektir.

Kitlelerin, halkların sessizliğinden dolayı faturayı kitlelere, halklara kesmek, her fırsatta halkları kitleleri suçlamak, onlara parmak sallamak isabetli bir yol ve yöntem değildir. Bunun yerine biraz da esasında bu işlerden sorumlu olanların kafasını ellerinin arasına alıp düşünmesi gerektiğini bilmek gerekir. Kitleler ve halklar, birileri istediği için değil, sosyo-politik gerekliliklerden dolayı ve birileri onları örgütlediği, harekete geçirdiği için ayağa kalkmaktadırlar. O nedenle herkes işini yaparsa kitlelerde halklarda, devrimi ve özgürlüğü kazanacaklardır.