24. Nisan 1915 - 2015
4. Mayıs 1937/38 - 2023
Bir asır geçti. Gün geçmiyor ki insanlığa karşı işlenen suçların acıları ve hatıraları bize eşlik etmesin. 2015 yılında 1,5 milyona yakın kişiye karşı işlenen insanlık suçu, bir asır geçmiş olmasına rağmen bir soykırımın olup olmadığı tartışması devam ediyor. Yaşananların inkarı Türkiye'de toplumu ikiye bölüyor. Türkiye, bir devlet olarak tarihle barışmak istiyorsa, gömüldüğü sessizlik duvarlarını yıkmalı. Ermenilere karşı işlenen suçları kabul etmenin zamanı geldi. Çünkü çocuklarımızın kardeşlik türkülerini yeniden birlikte söyleyeceği bir geleceğe ihtiyacımız var.
4.Mayıs 2023
1937/38 tertelesinin üzerinden 86 yıl geçmiş. Ermeni kıyımının üzerinden ise 108 yıl
Bu vesileyle 2008 yılında almanca yayınlanan“Rüyalarımın Nehri. Bir gezgincinin yaşam yolculuğu.” (2008) ” kitabımdan bazı bölümleri sizlerle paylaşarak bu coğrafyada yaşanan acılara tanıklık etmenizi istiyorum.
„Gezginci, rüyasında kiliseden gelen çocukların sağır edici çığlıklarını duyar. Yanan evleri ve dere kenarında öldürülmüş, yakılmış cesetler görür. Kiliseye annelerinin yanına sığınan çocuklar kilisede diri diri yakılıyor. Bir kadın, bedeni yanmasına rağmen kiliseden bazı çocukları kurtarmaya çalışır. Kiliseden yaklaşık yüz metre uzakta olan dereye ulaşmayı başaramaz. Yere düşer ve kucağındaki çocuk bir çığlık atar. Çığlık deltada günlerdir insan etiyle beslenen akbabaları o kadar korkutur ki cesetleri yemeyi bırakıp uçup giderler. Ancak yerde yatan cesetlerin üzerinde havada dönmeye devam ediyorlar. Çocuklardan biri geri döner, çığlık atan çocuğu alır ve diğer çocuklarla birlikte yakındaki çalılıklarda gözden kaybolurlar.
Gezginci, ağlar ve dünya onunla birlikte ağlar. Dere, içinden haftalarca kandan başka hiçbir şeyin akmadığı büyük bir nehire dönüşür. Gezginci, tiranların zulmünden dehşet içinde uyanır. Etrafına bakar. İşçiler mışıl mışıl uyuyor. Gökyüzü, parlayan yıldızlarla o kadar aydınlık ki, gece bile gündüz kadar parlaktır o an. Çadıra gider ve bir bardak su alır. Harman yerinden, günümüze tanıklık etmek için zamana yenik düşen yıkıntılarıyla yanmış kiliseyi gözetler. Bir zamanlar bu topraklar, farklı inançlara sahip, farklı diller konuşan ve her Pazar kilise çanlarını çalan insanların yaşadığı bir yerdi diye mırıldanır”
“Genç gezginci, gördüğü rüyadan uyanmak istemez. Sonra beyaz sakallı adam tekrar belirir ve ona şöyle der: sana yerine getirmen gereken bir mesajım var. Çünkü sen de benim gibi burada olan olaylardan endişe ediyorsun. Tüm dünyaya burada neler olduğunu anlat ki burda yaşanan zulümler gizlenmesin. Burda olup biteni dünyaya anlatacağını biliyorum. Çünkü bu senin de hikayen.”
Ermeni Sorunu ve Dersim
Dersim Ermenilerin anavatanıydı ve öyledir. Bölgede tüm kadim halklar gibi onlarda kök saldılar, bölgenin ayrılmaz bir parçasıydılar ve öyleler. Vaskovan (bugün: Akçapınar), Akrak (bugün: Gözlüçayır), Oskih ya da Oskeg (bugün: Paşacık) gibi birçok yer, son olarak 1937/1938 yıllarında bu yerleşim yerlerinde girişilen katliamlar ve yağmalara rağmen, ayakta kalan kalıntılarla bu bölge halen Ermeni kültürünün izlerini taşımaktadır. 1937/1938 Dersim tertelesinde de geriye kalan tarihi binalar (örneğin kiliseler) yağmalandılarsa da, bu yapılar taşduvarlarıyla tarihi günümüze taşıdılar. Ermeni köylerinin harabeleri, ortak tarihimizin çağdaş tanıklarıdır.
16. yüzyıldan itibaren Osmanlı hükümdarları ve müttefikleri olan Bitlisli aşiret reisi Şerefhan gibi Sünni Kürt aşiretleri tarafından 16. yüzyıldan itibaren yürütülen İslamlaştırma savaşları sırasında Dersim de, Çimişgezek, Carsancak, Peri ve Pertek bölgelerindeki dış vilayetler sistemli bir şekilde İslamlaştırılarak kuşatıldı ve orada yaşayan Ermeniler ve Aleviler defalarca katledildi. Bundan dolayı Dersimliler yavaş yavaş, 1937/1938'e kadar güvenlik içinde yaşadıkları Dersim'in içlerine çekildiler. 1915 öncesi ve sonrasında da Türkiye'nin doğusundan ve güneyinden çok sayıda Ermeni geçici bir süre içinde olsa sığınmak için Dersim'e geldi.
(…)
1974 yazında on dört yaşındayken Çemişgezek iline bağlı Ulukale köyünde babamın bir akrabasına su kanalizasyonu işinde yardım ederken buranın bir zamanlar Ermeni yerleşimi olduğunu, ama artık bu bölgede Ermenilerin yaşamadığını, Ermenilerin olmadığını o zaman anladım. Artık burada tek bir Ermeni yaşamıyordu. Çatısı hala sağlam olan küçük yapı, çiftçilerin hayvanlarını beslediği kiliseydi. Çalışmalar sırasında kazdığımız her metrede yok edilen Ermeni kültürünün izlerini bulduk. Eskiden bu köy büyük bir Ermeni yerleşimiymiş, bugün ise neredeyse sadece Osmanlı hükümdarları tarafından oraya yerleştirilen Sünni Türkler yaşıyor. Dersim bölgesinde ve çevredeki vilayetlerde de, Dersim aşiret reislerinin de Ermenilerin katledilmesine katılmaya zorlandığı, buna rağmen bir iki aşiret haricinde Ermeni soykırımına Dersimlilerin katılmaığına ve Ermenileri koruduklarına dair hikayeler ağırlıklı olarak anlatılır. Bazı yerlerde ise Ermeni erkeklerinin öldürüldüğü, kadınlarının kaçırılarak zorla evlendirildikleri ve mallarının ve mülkiyetlerinin, evlendirildikleri erkeklerin üzerine geçirildiği söylenir.
Biz Dersimliler aynı zamanda Ermeni ve Aleviyiz. Çünkü toplumda bireyler arasında yaşanan tatsızlıklar ve sürtüşmelerde Ermenilere karşı dıştalayıcı bir dil kullanılmış olsa da, ağırlıklı olarak toplumda bir ayrım yapılmıyordu. Birlikte yaşadık, evlendik ve birlikte inançlarımızın ortak bayramlarını kutladık. Kardeşimin vaftiz babası bir Ermeni (Hüseyin Boğa) idi ve bize babalık yaptı. Ölene kadar Dersim'de kaldı, ruhu nehirle özdeşleşerek tüm Dersimliler gibi aşık olduğu Munzur Nehri'nde gece gündüz akmaktadır. Kendisi Dersim'i terk etmedi ve Dersim toprağında sonsuzluğa uğurlandı. Ama diğer birçok Dersimli gibi, onun çocukları ve torunları da şimdi Fransa, Almanya ve bu gezegenin başka yerlerinde sürgünde yaşıyorlar, ancak anavatanları olan Dersim'de değiller. Onlar da bizler gibi Dersim'e olan sevdalarını geçmiş anılarında yaşatıyorlar.
Çoğu akrabam olan bazı görgü tanıklarıyla sohbet ederken bir şeyi fark ettim: hikayelerinde sürekli olarak aynı acıyı anlatıyorlardı. Birçoğu konuşurken ağlıyordu. Kadınların yanaklarından aşağı akan yaşlar toprakla buluşuyordu. (...)
Bugün, Ermeni soykırımından 108 yıl sonra, Dersim 1937/38 kırımından ise 86 yıl sonra yaşanan bu soykırımların gerçekleşip gerçekleşmediği hem ulusal hem de uluslararası düzeyde tartışılıyor. Bu soruyu tarihsel bağlamda araştırmak, ne olduğunu ve nasıl olduğunu ortaya çıkarmak tarihçilerin görevidir. Her yıl 24. Nisan ve 4. Mayıs günlerinde birer mum yakarak öldürülenleri anmak ve unutmamak ise bizlerin görevi olmalıdır.
Dedemin, biz çocukken bizlere ve sonraları o dönemin tanıklarının yaşananlarla ilgili bizlere anlattığı hikayelerle, bu her iki soykırımda Anadolu’da ve Dersim coğrafyasında yaşanan katliamları hafızlarımızda saklıyarak geleceğe taşıyoruz. Biz soykırıma uğramışların torunları olarak Devletten çok fazla bir şey talep etmiyoruz. Talep ettiğimiz Türkiye'nin soykırımları inkar etmekten, bu olumsuz tutumundan vazgeçmesi, tarihinin bu kısmıyla yüzleşmesi ve uzlaşması.
(...)
Bu şiiri insanlığa karşı işlenen suçlarda hayatını kaybeden ya da canını kurtarmak için yabancı ülkelere kaçmak zorunda kalan kardeşlerime ithaf ediyorum:
Badem ağaçları
"Biz badem ağaçlarıyız
Dersim toprağının derinliklerine kök salmışız,
Ağaçlarımızdan birçok dal filizlendi,
özgür olmak için gökyüzüne uzandık.
Biz badem ağaçlarıyız
Dersim toprağına saçılmış,
Munzur Dağları'nın yaylalarında çiçek açıyoruz.
Biz kardeşiz – aynı annenin çocuklarıyız
Her baharda badem ağaçlarının pembe çiçekleriyle süsleriz kendimizi.
Biz badem ağaçlarıyız, farklı olsakta bir tek gövdeyiz
aynı kokuyu yayar ve yüzlerimizde aynı gülümsemeyi taşırız
Biz kardeşiz,
Dersim toprağı bir anne gibi besledi bizi aynı memeden
Biz kardeşiz,
düşmana belli etmemek için acılarımızı gülüşlerimizde saklarız
Biz badem ağaçlarıyız
Dersim toprağının derinliklerine kök salmış,
acılarımızı geleceğe taşıyarak birlikte yeşeriyoruz
Biz badem ağaçlarıyız
geleceğe çiçek açıyoruz
Biz badem ağaçlarıyız
Rüzgarla birlikte kardeş şarkımızı söylüyoruz
Hiçbir zorba yok edemez özgürlük ve kardeşlik sevdamızı"