İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Temmuz sonunda ABD'ye ziyareti ve sonrasında başlayan olaylar zinciri Orta Doğu'da 7. Ekim 2023’ten beri süren savaş - daha doğrusu İsrail tarafından Filistin halkına karşı sürdürülen tek taraflı bir soykırımın hassas olan gelişmeleri, daha da bir çıkmaza sürüklemesi, heran daha büyük çapta bir Orta Doğu savaşının başlamasını tetikleyebilir.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD ziyareti ve ABD Kongresi’deki konuşması ve sonrasında hem Başkan Joe Biden hem de Cumhuriyetçi'lerin başkan adayı Donald Trump ile görüşmesi, olası olayların gelişmesinde önemli bir rol oynadığı da söylenebilir. Kapalı kapılar ardında nelerin konuşulduğu kamuoyuna yansımamış olsa da, Netanyahu’nun bu ziyaretinden destek alarak döndüğü açıktır.

Demokratlar'ın adayı – adaylığı resmen onaylanmamış olsa da - Kamala Harris'in kısmen Netanyahu’nun Gazze’de tek taraflı sürdürdüğü savaş karşıtı bir politika izlese de seçimlerde Yahudi kökenli ABD vatandaşlarının desteğini almak için de olsa sessiz bir diplomasiyi tercih etmesi Netanyahu için bir fırsat oldu.

Netanyahu’nun ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmada "Amerika ve İsrail birlikte durmalı” çağrısının dakikalarca alkışlanması, ABD’nin İsrail’e desteğinin devam edeceği ve her koşulda İsrail’in yanında olacağının açık bir göstergesiydi. ABD için Gazze’de yaşanan insanlık dramının bir önemi yok.

İsrail tarafından İran ve Lübnan'da Beyrut ve Tahran’a gerçekleştirilen çifte saldırılarla Hizbullah'ın Lübnan'daki en üst düzeydeki askeri komutanı Fuad Şükr'üye ve Hamas'ın uluslararası ilişkilerinden sorumlu İsmail Haniye’ye İran'ın başkenti Tahran’da girişilen saldırılar açık bir meydan okumadır. Her ne kadar bu saldırılar Lübnan’ı ve İran’ı hedef almış olsa da bu meydan okumalar aynı zamanda bölgedeki diğer ülkelere de bir göz dağıdır.

Tahran’ın son otuz yılı aşkın süreden beri İsrail'e karşı ilan ettiği "direniş ekseninin" ve İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’ın Haniye'nin intikamının alınacağına dair açıklaması, Lübnan’dan ve İran’dan İsrail’le yönelecek roketlerle sınırlı mı kalacağı veya daha yoğun çaplı bir savaşa mı dönüşeceğini önümüzdeki günlerde veya haftalarda göreceğiz.

Bu saldırıların ardından daha büyük bölgesel bir savaş tehlikesinin artması da olağandır. Lübnan ve İran’ın yanısıra Yemen, Irak ve Suriye’nin de çıkacak bölgesel bir savaşa fiilen katılmaları beklense de askeri olarak ne kadar etkili olacakları bir muammadır.  

Burda merak edilen en önemli sorulardan biri ise, Türkiye’nin çıkacak olası bir bölgesel savaşta tavrının ne olacağıdır. Bu saldırıların Erdoğan’ın AKP tarafından Rize’de düzenlenen bir etkinlikte Gazze'deki savaş hakkında konuşurken "Dağlık Karabağ'a nasıl girdiysek, Libya'ya nasıl girdiysek, onlara da aynısını yapacağız" açıklamasının ardından gelmesi Erdoğan’a da açık bir meydan okumadır.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail'e yönelik bu tehditvari açıklaması iç politika amaçlı da olsa da söyledikleri uluslararası alanda dikkatleri Türkiye’ye yöneltti. Bu sözler düşünülmeden söylenmiş olsa da diplomaside bir savaş ilanı anlamı taşımaktadır. Erdoğan’ın bu sözlerinin İsrail tarafından ciddiye alınmadığının en açık göstergesi Lübnan’a ve Tahran’a giriştiği saldırılardır. Erdoğan’ın bundan sonra iç ve dış politikada atacağı adımları hep birlikte göreceğiz.