Erdoğan’ın papaz Brunson üzerinde Trump’la göreceli olarak karşı karşıya gelmesi, ilginç bir tartışmanın doğmasına yol açtı. Konunun kendisi, yani bir rahibin hukuksuzca rehin alınarak pazarlık konusu yapılması, başlı başına bir ahlaksızlık, başlı başına bir insan hakları ihlali ve başlı başına bir demokrasi düşmanlığıdır.
Ancak bu konu arada kaynadı ve Erdoğan’ın Trump’la uzaktan uzağa giriştikleri laf yarışı gündeme oturdu. Ve kimileri bu söz düellosunda bir “anti emperyalizm” çıkartmaya başladı. ABD emperyalizmine karşı olmanın kolaycılığı, cazibesi ve risksizliği epey taraftar toplamış görünüyor.
Erdoğan’ın ve Türk devletini yönetenlerin, Trump’la tartışmayı ABD karşıtlığı üzerinde toplumsal bir desteğe dönüştürmek istemeleri anlaşılır bir durumdur. Üstelik mevcut kriz ortamında buna fazlasıyla ihtiyaçları da var. Ancak demokratik duyarlılık adına, hak ve özgürlükler adına, Erdoğan’ın bu siyasetinde “anti emperyalizm” keşfetmek, ya masum bir yaklaşım değildirler veya tarihte ders alınmamıştır.
Esasında bu konularda hem dünya haklarının, hem Türkiye ve Kürdistan halklarının ve devrimci güçlerinin, yakın tarihte hayli tecrübeler edindikleri, bir dizi gelişme yaşandı. 1970- 2000 yılları arasında dünyada yaşanan bu gelişmelerde emperyalizm ve anti- emperyalizm konusunda çok fazla bilgi ve tecrübe kazanılmıştır. Emperyalizme karşı mücadele adı altında neler olduğunun en somut ve can yakıcı örneği İran’da olup bitenlerdir. İran’da Şah’ın faşist diktatörlüğüne karşı Humeyni ile yapılan ittifakın sonucunda kurulan İslamcı diktatörlüğün halklara nasıl bir cehennem yaşattığını her gün izliyoruz.
Ayrıca Türkiye halkları, gerici ve düşmanlık üreten bu teranelerin hiç ama hiç yabancısı değildir. Tarihin tanıklığı bir yana, şu an dünyanın son kırk yıllık siyasal çalkantılarına tanık olan herkes, bu konuda net bir fikir sahibi olacak kadar deneyimler yaşamıştır.
1973’te Bülent Ecevit başbakandı ve ABD ile önemli bir kriz yaşamışlar, Ecevit ABD’ye söz de “kafa tutmuş”tu. Bugün olduğu gibi, yine “sol” adına bir kesim, Ecevit’in bu tutumunda “anti emperyalistlik” keşfetmişlerdi. Ama yıllar içinde sanırım Ecevit’ten keramet umanlar da dahil herkes Ecevit’in “anti emperyalist” olmadığına ikna olmuştur.
Dün Ecevit’in, bugün Erdoğan’ın yaşadığı durumlar, aslında, emperyalistlerle bağımlı ülkelerin devletleri arasında yaşanması mümkün olan durumlardır. Bunlardan “anti emperyalist” “bağımsızlıkçı” bir boyut aramak, halkların örgütlü mücadelesinde umudunu kesmiş olanların, çaresizlikten doğan arayışlarıdır, en hafif deyimiyle.
Emperyalistlerin birbirleriyle veya bağımlı kıldıkları devletlerle aralarında çelişkiler olacaktır ve vardır zaten. Devrimci ve yurtsever siyaset yapanlar, mücadelenin lehine olarak bu çelişkilerden yararlanmaya çalışırlar. Ancak çelişkilerden yararlanmak, faşizmle emperyalizm arasında tercih yapmak ve bunlardan birisine dayanmak değildir. “Kırk katır mı, kırk satır mı” seçeneklerine mahkûm olamadan siyaset yapabilmektir asıl, devrimci- yurtsever” olan.
Erdoğan’ın Trump’la atışmasında “anti emperyalist” bir tutum üretmek, her ne kadar sözde emperyalizme karşı toplumun tüm kesimleriyle birlikte olmayı öneren masum bir görüntü verse de, aslında ırkçılıktan beslenen gerici ve halkların düşmanı bir yaklaşımdır.
Doğu Perinçek denen halkların ve özgürlüğün düşmanının yıllardan beri yaptığı ve savunduğu bu yaklaşımdır. Dün Rusya’ya karşı, ABD’nin ve Türk devletinin kollarında dans ederken, bugün de yine halklara ve özgürlüğe karşı Erdoğan’la birlikte aynı safta halklara karşı kin kusmaktadır. Bu alçaklığın temel nedeni, “emperyalist düşmanlara karşı kendi faşist iktidarınla bir arada” olmayı öneren, “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” diye ifade edilen ve ırkçılıkta beslenen siyasettir.
Söz konusu bu olguların ortaya koyduğu gerçeklik şudur. Emperyalizmin bir ülkede eğemen olabilmesi için varlığını dayandırdığı, birlikte halkların sömürülmesini planladıkları bir sınıfın ve bu sınıfın sahibi olduğu bir devletin olması zorunludur. Böyle bir sınıf ve bunun savunuculuğunu yapan bir devlet olmalıdır ki emperyalizm o sınıfa ve o sınıfın devletine dayanarak varlığını
sürdürebilsin.
Hiçbir emperyalist güç halkların çıkarlarını ve haklarını dikkate alarak siyasal projelerini uygulamamıştır. Ancak yine hiçbir emperyalist devlet, haklara karşı sürdürdüğü zulüm düzenini, işbirlikçileri devletler olmadan da yapamamıştır.
Somutlaştırdığımızda, kim ki emperyalizme karşı mücadele edecekse, aynı anda ve birlikte emperyalizmin dayanağı olan devlete karşı da mücadele etmek zorundadır. Zaten bir bütün olarak demokrasi, özgürlük, eşitlik ve her türlü hak alma mücadelesine karşı, ilgili ülkedeki devletin engel olmaya çalışmasının temel nedeni budur.
Bu durumda ABD emperyalizmine karşı mücadele etmenin ilk adımı faşist Türk devletine karşı mücadele etmektir. Bunun dışında emperyalizme karşı mücadele diye anlatılan hiçbir “hikâyenin” pozitif olarak, siyasal ve sosyal bir karşılığı yoktur. Tam tersine bu yaklaşımın toplumlara ve mücadeleye hayati derece de önemli zararlar verdiği bilinmektedir.
Zaten faşizme yaslanarak, faşizmin kanatları altında, emperyalistlere karşı nasıl mücadele edilecek ki? Emperyalizme karşı gerçekten halkların/ezilenlerin özgürlük mücadelesi gündeme geldiğinde, emperyalizmin dayandığı devlet devreye girecek ve hem emperyalizmin çıkarlarını hem de kendi çıkarlarını, halklara/ezilenlere karşı korumaya çalışacaktır.
“Anti emperyalizm” algısı üzerinde ABD’ye karşı Erdoğan’la kol kola bir siyasetten ve pratikten, halklar adına, emekçiler adına, kadınlar ve ezilenler adına herhangi bir kazanım beklenemez. Halkları bu beklenti içine çekmek, büyük bir kaybedişin ilk adımı olacaktır.
Emperyalizme karşı mücadele, emperyalizmin siyasal dayanağı olan rejimlere/devletlere karşı mücadeleden ayrı olarak ele alınamaz. Eğer bir yerde emperyalizme karşı mücadele, emperyalizmin dayanağı olan rejime/devlete karşı mücadele olarak ele alınmazsa, halklar ve emekçiler açısında telafisi mümkün olmayan büyük kayıplara yol açacaktır.
Zaten bu tartışmanın kendisi de halklar arası düşmanlık için değerlendirilmeye başlanmıştır. Erdoğan’da “anti emperyalizm” keşfederek, onun arkasında sıraya dizilenlerin, genellikle Kürt fobisi olan çevreler olması, ilginç değil mi? Halbuki Kürtlerle kardeşleşmeyen hiçbir siyaset “anti- emperyalist” olamaz. Emperyalizme karşı mücadelenin yolu, Erdoğan’ın arkasında saf tutmak değil, faşizme karşı ve özgürlük yolunda Kürt halkıyla birlikte mücadele etmektir.