Siyasal İslam insanlığın trajedilerini siyasi amaçları ve toplumsal tabanını genişletmek için kullanmakta gerçekten başarılı. Ancak bu kendi başarısı değil. Gericiliğin, dolayısıyla egemen sınıfların demagoji ve propagandalarını boşa çıkartmak ve gerçek resmi ortaya koymakla mükellef olanların basiretsizliğidir bu başarıyı olanaklı kılan. Gözden ırak bir diyarda, Myanmar’da yaşanan trajedi bunun en güncel örneğidir.
Doğru, Arakan Müslümanlarının karşı karşıya kaldıkları soykırım tehlikesi siyasal İslam tarafından dünya çapında bir propaganda aracı olarak kullanılıyor. Ama tehlike son derece reel, ki buna karşı çıkmak insan olmanın gereğidir. Ancak siyasal İslam’ın propagandasını boşa çıkartmak için de Myanmar’daki ekonomik ve sosyal ihtilafları göstermek gerekmektedir.
Petrol, doğal gaz, değerli taşlar gibi önemli hammadde kaynaklarına sahip olan Myanmar, yüzde 8 ile ASEAN ülkeleri arasındaki en yüksek büyüme hızını yakaladı. Buna rağmen halkın yüzde 70’i elektrik veya temiz içme suyu gibi temel gereksinimlere ulaşamıyor ve yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Kamu varlıklarının ve işletmelerinin özelleştirilmesi sonucu çalışma koşulları giderek daha kötüleşiyor, yoksulluk yaygınlaşıyor ve köylüler hep daha fazla toprak kaybediyorlar. Çocuk işçiliği son derece yaygın ve 5-14 yaş arası çocuklar haftada yaklaşık 60 saat çalıştırılırlarken, yaklaşık 3 milyon Myanmarlı komşu devletlerde veya Körfez ülkelerinde esaret koşulları altında göçmen işçiler olarak çalışmak zorunda kalıyorlar.
Askeri ve sivil bürokrasi, aynı Türkiye’de olduğu gibi, sadece devletin şiddet araçları olarak görev yapmıyor, aynı zamanda sermaye ve üretim aracı sahipleri olarak da egemen sınıfın bir parçası olmuşlar. Myanmar burjuvazisi, devlet bürokrasisi ile birlikte ülke kaynaklarını olabildiğince sömürüyor ve emperyalist güçlere peşkeş çekiyorlar. Bir zamanlar dünya kamuoyunda »demokrasi kahramanı« olarak görülen ve 1991 yılında Nobel Barış Ödülü verilen Auung San Sun Kyi, hükümetin fiili başı olarak egemen bloktaki yerini çoktan aldı bile.
Toplam 52 milyonluk nüfusu olan Myanmar’da 135 farklı etnik grup yaşıyor. Çoğunluğu yüzde 70 ile Birmanlar oluştururlarken, Hıristiyan ve Müslüman gruplar azınlıkta kalıyor. Tüm farklılıklarıyla Budizm ülkedeki egemen din konumunda. Durum böyle olunca, ezilen ve sömürülen sınıflara hükmetmenin, egemen iktidar ve mülkiyet ilişkilerini sürdürmenin aracı olarak etnik ve dini çatışmalar kolaylıkla kullanılabiliyor.
Demek ki söz konusu olan bir din çatışması değil, sınıf mücadelesi, yani egemen sınıfların alt sınıfları birbirlerine düşürerek, iktidarlarını sürdürme mücadelesidir. 730 binlik nüfuslarıyla en küçük, dolayısıyla en zayıf grup olduklarından, önce Arakanlı Müslümanlar hedef alınmaktadır. Çoğunluğu yoksul olan Birmanlar, Müslümanları yok ederek ve kovalayarak egemen sınıflardan pay alacaklarını zannetmektedirler. Hiç kuşku yok ki, bu bir ham hayaldir. Yoksulluklarına yol açan, kapitalist sömürüdür ve kapitalist devlet alaşağı edilmedikçe, durumlarında bir değişiklik olmayacaktır. Arakan Müslümanlarının akıtılan kanı, kapitalizmin barbarlık olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Tek çıkış yolu, dünyanın neresinde olursa olsun, sosyalizmdedir!
2 Eylül 2017