Yarın yapılacak genel seçimlerde seçim sonuçlarının 7 Haziran’a göre pek değişmeyeceği konusunda neredeyse herkes hem fikir. Seçim sonuçlarının yol açacağı olasılıklar üzerine hayli yazıldı-çizildi, tekrarlamaya gerek yok. Hangi olasılık gerçekleşirse gerçekleşsin, yani AKP tek başına iktidara gelse de, AKP-CHP koalisyonu, hatta HDP’nin dahil olduğu bir hükümet kurulsa da, asıl önemli olan gerçekleşecek sonucun ezilen ve sömürülen emekçi halklar açısından ne getireceğidir.
Bir kere seçimlerin ortaya çıkaracağı seçeneklerin hepsinin burjuva iktidarı olacağını vurgulamamız gerekir. Bu, özellikle Türkiye ve Kürdistan’ın devrimci güçlerine birleşik toplumsal muhalefeti örme ve burjuva iktidarının gerçek alternatifi için etkin mücadeleyi yükseltme görevini yüklüyor. Elbette HDP’ye sahip çıkıyor, destekliyoruz, diktatörlük heveslerini kursaklarında bırakmak için HDP oylarının artmasını sağlamaya çalışıyoruz, ama asli görevlerimizi de unutmuyoruz.
Erdoğan ve Davutoğlu’nun »operasyonlar 1 Kasım’dan sonra da devam edecek« demeleri, emekçi halklara yönelik açık bir tehdittir. Saldırılarının niteliksel olarak gelişeceğini beklememiz, hatta savaşa dahi hazırlıklı olmamız gerekmektedir. Burjuvazi topyekun savaşa hazırlanıyor. Burjuvaziden öğreneceğimiz bir şey varsa, o da sınıfına sahip çıkmak ve parlamenter mücadelenin yanı sıra, daha önemli olan parlamento dışı mücadeleyi güçlendirmektir.
Savaşa karşı en etkin silah, Türk, Kürt ve tüm uluslardan işçilerin sınıfsal temelde kuracakları mücadele birliğidir. Barışı ancak bu birlik sağlayabilir. 1 Kasım seçimleri bağlamında unutmamamız gereken en temel nokta budur.