AB devlet ve hükümet başkanları zirvesinde baş gösteren krizin »cimri dörtlüye« tavizler verilerek çözülmesinin ve AB tarihinin en kapsamlı malî paketinin kabul edilmesinin ardından ortaya çıkan görüngüler Franko-Alman Avrupası’nın zorlanacağına işaret ediyor. Gerçi Merkel, »zor oldu, ama sonunda uzlaşmamız önemliydi« diyerek zirvedeki krizin başarıyla çözülmesini öne çıkartıyor, ama Avrupa Parlamentosu’nun (AP) bütçeye henüz onay vermemesi, ihtilafların şiddeti artarak devam edeceğini gösteriyor.
Franko-Alman Avrupası’nın pandeminin ekonomik sonuçlarına yanıt olarak geliştirdiği malî çerçeve ilk bakışta AB’nin reaksiyon yetisini kaybetmediğini kanıtlıyor. Her ne kadar AP’nda »adalet sisteminin bağımsızlığı ve basın özgürlüğü« gibi değerler gerekçe gösterilerek malî pakete direnileceği sinyali veriliyor olsa da AP’nun zirve kararlarına fazla direnemeyeceği şimdiden belli. Çünkü AP onay vermeyi ne kadar uzatırsa, AP milletvekillerinin seçildikleri üye devletler için öngörülen milyarlık yardımların ödenmesi o denli gecikecektir. Bunu hiçbir milletvekili göze alamaz. AP dişsiz bir kaplan olarak sembolik direniş göstermektedir o kadar. Nihâyetinde yardımlara ihtiyacı olan üye devletlerin ulusal parlamentoları da onay vererek 1,8 trilyonluk AB bütçesinin sonbaharda yürürlüğe girmesini sağlayacaklardır. O açıdan Merkel-Macron ikilisinin istediklerini elde ettiklerini söyleyebiliriz.
Ancak bu gerçek başka bir gerçeği, yani Franko-Alman Avrupası’nın karşı karşıya kaldığı devasa meydan okumaların zorlamalarını yok etmiyor. Telgraf stilinde sıralamaya çalışırsak, şöylesi bir tablo önümüze çıkmaktadır:
Bir kere AB üyeleri, bilhassa Kuzey ülkeleri ile Doğu Avrupa’daki üyeler arasında aşılması güç çelişkiler birikmektedir. Brexit sonrasında Polonya, Macaristan ve Baltık ülkelerinin ABD’nin »Truva atları« hâline gelmeleri bu çelişkileri derinleştirmektedir.
İkincisi, ABD ve ÇHC arasında hiddetlenen Soğuk Savaş, ABD’nin İran’a ve Nord Stream Boru Hattını taşıyan ülkelere yönelik yaptırım tehditlerini artırması ve genel olarak salt kendi çıkarlarına göre hareket ediyor olması, henüz askerî olanaklarını geliştirememiş olan AB’nin hareket alanını daraltmaktadır.
Üçüncüsü, Alman emperyalizminin NATO’da hamiliği üstlendiği ikili olan Yunanistan ve Türkiye arasındaki ihtilafların derinleşmesi, Doğu Akdeniz sorununun çetrefilleşmesi ve Türkiye’nin Libya’daki adımlarıyla Fransa’nın bölgedeki stratejik çıkarlarını zedelemesi, Fransa ve Almanya arasında anlaşmazlıklara yol açmaktadır.
Dördüncüsü, pandeminin yol açtığı sosyal sorunların Avrupa metropollerinde sokak çatışmalarıyla kendisini ifade etmesi ve hükümetlerin bu gelişmeye artan polis devleti tedbirleriyle yanıt vermesi, toplumsal rıza üretiminin giderek zorlaşacağına işaret etmektedir.
Nihâyetinde beşincisi, iktisadî ve siyasî ittifak koşullarındaki dünya çapında görünen değişimler, tedarik zincirlerinin kısaltılma çabaları, korumacı engellemeler, ulusal ekonomilere devasa maddî yatırımların yöneltilmesi ihracat ülkeleri olan Almanya ve Fransa’nın çıkarlarına ters düşmektedir.
Sonuç itibariyle tasvirde eksik kalan bu tablo Franko-Alman Avrupası’nın başa çıkması gereken meydan okumaların büyüklüğünü göstermektedir. Merkel-Macron ikilisinin dayattıkları devasa bütçenin bu meydan okumalara yeterli olabileceği ise son derece şüphelidir. Görünen o ki, AB zirvelerinde krizler devam edecek, çünkü krizler henüz zirveye ulaşmadı.