Geçen haftaki köşe yazısını »AB, AKP rejimini neden desteklemektedir?« sorusu ile bitirmiştik. Aslına bakılırsa basit gibi görünen bu soru, hem geniş bir yanıt istiyor, hem de ardından yanıtlanması gereken bir çok soruyu da beraberinde getiriyor. Olanaklar ölçüsünde bunlara burada değinmeye çalışacağız.
Ama önce AB örneğinde olduğu gibi, emperyalist güçlerin Ortadoğu’ya yönelik politikalarını nasıl şekillendirdiklerini ele almak gerekiyor. Çünkü bu politikalar ve bunlara göre atılan stratejik adımlar doğru okunamadıkları takdirde vahim sonuçları olan yanılgılara yol açar.Örneğin Kürt sorununun çözümü bağlamında ifade edilen ve »akla yatkın« gibi görünen bir çok görüşün yanılgılara dayandığını söyleyebiliriz. Misal; Kürtlerin ve Kürdistan’ın özgürleşmesinin ancak Batılı güçlerin stratejik partneri olunduğunda ve bu temelde Kürtlerin Ortadoğu’da kurucu rol almalarıyla, yani hegemonik güç olmalarıyla olanaklı olacağı görüşü Kürt kamuoyunda hayli yaygın, ki »Kürt Yüzyılı«, »Kürtler kurucu aktör« gibi, şüphesiz iyi niyetli olanların da sıkça kullandığı, sınıfsal gerçekleri yok sayan duygusal tanımlara rastlıyoruz. Ama, Kürdistan’ın dört parçasındaki koşullar göz önüne alındığında anlaşılabilir bir duygu dünyasına tercüman olan böylesi görüşlerin ne kadarı gerçekçi, ne kadarı yanılgıdır? Tarihsel koşullar, maddi şartlar, güç dengeleri ve emperyalist politikalar neleri olanaklı kılacak, neleri engelleyecektir? »Batıyla eşgüdüm« veya »Batıyı karşısına almama« olarak tanımlanabilecek bir taktik nasıl sonuçlanabilecektir?
Herkesin bunlara kendince bir yanıtı vardır muhakkak, ama biz farklı bir noktadan, emperyalist devletler ve siyasetleri açısından yaklaşalım.
1989/1990 karşı devriminden bu yana dünyanın geniş bir bölümü üzerindeki hakimiyetlerini yenileyip, genişleten emperyalist devletler, dış politikalarını giderek daha kararlı biçimde uluslararası hukuku stratejik hedeflerinin hizmetine sokarak, eğerek, ezerek şekillendirmektedirler. Artık dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir rejime karşı kullanılacak ekonomik, politik veya askeri şiddet için BM Güvenlik Konseyi’ne ve BM Şartı’na başvurulmamakta, onun yerine medyatik propaganda ile üretilen meşruiyet kullanılmaktadır. Tekellerin ve sermayenin çıkarları »ulusal çıkar« hâline getirilmekte ve »legalite«, yani yasallık yerine salt sübjektif bir kategori olan meşruiyet gerekçesiyle müdahalelerde bulunulmaktadır. Üretilen meşruiyetin konusu ise stratejik çıkarlara göre istenildiği gibi değiştirilebilmektedir.
Peki, uluslararası hukukun üstünlüğü yerine, bir biçimde üretilmiş bir meşruiyetle hareket eden emperyalist güçlerden herhangi birisine dayanarak sağlanacak bir »özgürlük« veya »bağımsızlık« (Barzani örneğine bkz.) sahiden de özgürlük veya bağımsızlık olabilir mi? Veya »Kurtlar Sofrası« Cenevre’den, halkların direnişi olmadan Suriye için adil bir çözüm çıkar mı? Hayır! Hayır, çünkü tarihsel yasallıktır: ezilen ve sömürülenlerin kendi eseri olmayan özgürlük, özgürlük değildir. İşte bu yasallığı da hiç bir meşruiyet, hiç bir strateji ve hiç bir diplomatik (!) taktik değiştiremez.
6 Şubat 2016