Suudi Arabistan kralı Selman Bin Abdülaziz’in veliaht değiştirme kararı, Batı basınında »büyük siyasi deprem« olarak değerlendirilirken, Türkiye basınında pek büyük haber olmadı. Seçime kilitlenmiş olan gündem şüphesiz bunun bir nedeni, ama son MGK toplantısı ve Aslı Aydıntaşbaş’ın »Mehmetçik Suriye’de manşeti« başlıklı yazısı ile bağlantılı olarak ele alınırsa, »Suudi taht oyunlarının« Türkiye için neden önemli olduğu görülebilir.
Öncelikle veliaht değiştirme kararının ne anlama geldiğini irdeleyelim. Suudi despotunun birinci veliahtlığa 1959 doğumlu yeğeni Muhammed Bin Nayif’i, ikinci veliahtlığa ise 1985 doğumlu oğlu Muhammed Bin Selman’ı ataması, basit bir kuşak değişimi değil. Her ikisi de Suudi aşiretlerinin en şahin kesimlerinden ve gerek iç, gerekse de dış politikada sert güvenlik (!) çizgisini savunan isimler. Aynı şekilde dışişleri bakanlığına getirilen Washington büyükelçisi Adil el Cubeyr de şahin kesimin temsilcilerinden. Cubeyr, kraliyet ailesinden olmamasına rağmen, katı İran düşmanlığı ile ailenin güvenini kazanmış deneyimli bir politikacı. Muhammed bin Nayif Suudi Arabistan’ın son yıllardaki »anti-terör politikalarının« baş sorumlusuydu ve içişleri bakanı olarak en ufak reform taleplerine sert tedbirlerle yanıt verdi. İkinci veliaht ve savunma bakanı olan Muhammed Bin Selman ise Yemen’e yönelik saldırıların mimarı olarak tanınıyor.
Kısacası, 79 yaşındaki Suudi despotunun kraliyet ailesinin mutabakatını alarak yaptığı bu atamalar, Suudi Arabistan’da bugün hakim olan siyasi yönelimlerin uzun bir süre için »betona dökülmüş« olacağına işaret ediyor. Yani emperyalist güçler ile sıkı ittifak, iç politikada gerici-vahşi otokratik uygulamalar, dış politikada saldırganlık ve dünya çapında islamist terör çetelerinin desteklenmesi on yıllar boyunca devam edecek.
Peki, İsrail ile stratejik ortaklığa giren, Körfez İşbirliği Konseyi’nde Katar’ı diskalifiye edip belirleyici güç olan ve ABD ile AB’nin tam desteğini alan Suudi Arabistan’daki rejim konsolidasyonu, geleneksel olarak Suudilerin karşıtları olan Müslüman Kardeşler hareketini destekleyen, ama »Petro-Dolarlara« göbeğinden bağımlı olan AKP rejimini nasıl etkileyecek?
Suudi rejim konsolidasyonunun bölgedeki askeri ihtilafları sertleştireceği belli olduğundan, Türkiye’nin – muhtemelen Suriye’de – kendisini bir sıcak savaşın içinde bulma tehlikesinin artacağı öngörüsünde bulunabiliriz. Bu da, Rojava’ya yönelik bir »güvenli bölge operasyonu« olasılığını içerdiğinden, doğrudan Kürt sorununu etkileyecek. Erdoğan’ın son günlerde sözde »çözüm sürecini« baltalaması ve »Kürt sorunu yoktur« demesi, salt seçim kampanyasına yönelik adımlar olarak değerlendirilmemeli.
Otoriter neoliberalizmi, İslamileşme sosuyla bayraklaştıran AKP rejiminin mevzi kaybetmesi, Türkiye burjuvazisinin çıkarlarına değil. Sermaye birikiminin baskısıyla bölgesel emperyalizm hevesleri peşinde olan Türkiye burjuvazisi, AKP rejiminin içinde bulunduğu krizi bir savaş ile aşma girişiminde bulunabilir. Seçim arifesinde bu olasılık hayli artmıştır. Suudi Arabistan’daki gelişmeler ve bölgede ihtilafların derinleşmesi bu süreci tetikleyebilir. O nedenle demokrasi güçleri uyanık olmalı, Türkiye sınırları içinde düşünme yanlışından kurtulmalıdırlar. Barajın yıkılmasının bir de böyle bir yanı var.
2 Mayıs 2015