1989-1990 karşı devriminden bu yana gelişen sürecin en fazla F. Alman tekelci burjuvazisine yaradığını ve sonucunda F. Almanya’nın Avrupa’nın en saldırgan, en rafine emperyalist gücüne dönüşmesini sağladığını söylemek, yanlış bir iddia olmaz. Dahası, F. Alman tekelci burjuvazisinin, iki dünya paylaşım savaşında devasa askerî gücüyle elde edemediği etkinliği, bugün AB çatısı altında elde etmek üzere olduğu söylenebilir.
F. Almanya, 20. Yüzyıl’da dinamiğine ivme katmak için uzun yıllara gerek duyarken, bunu günümüzde bir kaç yıl içerisinde gerçekleştirebilmektedir. Örneğin eski F. Cumhurbaşkanı Köhler Mayıs 2010’da bir gerçeği, yani »ülkemizin iktisadî çıkarlarını askerî araçlarla güvence altına almalıyız« cümlesini ifade ettiği için istifa etmek zorunda kalmıştı. Sadece dört yıl sonra, Ocak 2014’de halefi Gauck »Almanya uluslararası düzeni korumak için daha fazla sorumluluk almalıdır« diyerek, militarist programa destek çıktığında ayakta alkışlanmıştı. Bugün ise devletin başında tescilli savaş kışkırtıcısı Steinmeier var ve burjuva partileri hiç olmadıkları kadar birlik ve uyum içerisindeler.
Durum böyle olunca, burjuva medyasında dış politikaya yönelik talepler çok açık ve radikal biçimde ifade edilmekte ve refah düzeyi yüksek toplumsal çoğunluk emperyalist saldırganlığın artırılmasına hazırlanabilmektedir. Uzun bir alıntıyla buna bir örnek verelim.
Liberal ZEİT gazetesinin dış politika koordinatörü Jörg Lau bir makalesinde, »Fransa’yı aşağılamadan desteklemek; Brexit’i soğukkanlı çözmek; Trump’ın Batıya vereceği zararı sınırlamak; Rusya’nın saldırganlığına kararlılıkla karşı koymak; Türkiye’yi Avrupa oyununda tutmak; Avrupa’nın Afrika halkları üzerindeki çekim gücünü azaltmak« başlıklarıyla dış politika önceliklerini sıralayıp şöyle yazıyor: »Alman dış politikası, çelişkili görünen bir dizi adımı aynı anda atmalıdır: Almanya Avrupa için daha fazla para harcamalı, ama Doğu Avrupalı komşularını liberal düzeni bozmamaları için hizaya sokmalıdır. Daha fazla Afrikalıya Avrupa’da legal fırsatlar sunmalı, aynı zamanda sınırları daha iyi korumalıdır. Ankara’daki otoriter dönüşme daha yüksek sesle karşı çıkmalı ve şimdiden, Erdoğan sonrası zaman için illüzyonu olmayan aktif Türkiye politikası geliştirmelidir. Avrupa’nın öncelikli ulusu olsa da, Almanya hedeflerinin hiç birini tek başına gerçekleştiremez. Alman dış politikasından beklenen, yeni bir sertlik ve cömertlik balansını yakalamaktır.«
Görüldüğü gibi, F. Alman tekelci burjuvazisi emperyalist-kapitalist dünya düzeninin oyun kurucularından birisi olma hedefine hızla yaklaşmaktadır. Şu çok açık: Önümüzdeki dönem, F. Alman emperyalizminin hem ülke içerisinde, hem de dünya çapında saldırganlığının artacağı bir dönem olacak. Sınıf dayanışmasının yok edildiği, işçi sınıfının farklı katmanlara bölündüğü, sendikaların silah ve otomotiv tekellerinin korucusu hâline geldiği ve reformist solun dişsiz kaplana dönüştüğü günümüz ortamında bu dönem, sadece savaş ve terör tehlikesinin artacağı değil, aynı zamanda ırkçılık ve milliyetçiliğin yaygınlaşmasıyla birlikte, sosyal ve demokratik kazanımların daha da törpüleneceği karanlık bir dönem olacaktır. Burjuvazinin »sertliğinin« ne denli sınırsız, »cömertliğinin« ise ne denli sınırlı olacağını bir kez daha göreceğiz.
5 Ağustos 2017