Türk devletinin cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı Erdoğan, siyasal faaliyetlerinden doalyı rehin alınıp cezevine konmuş olan HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş için 'o bir terörist' dedi.
Erdoğan bu safsatayı, Avrupa'nın ortasında, Avrupa halklarının ve devlet yetkililerinin gözlerinin içine bakarak söyledi. Hiç bir Avrupalı devlet yetkilisi, Erdoğan'a dönüp, söylenen bu sözün anti demokratik ve hukuksuz bir söz olduğunu haykırmadı. Avrupa devlet yetkililerinin bu suskunluğunu, önemsiz bir ihmal veya basit bir hata gibi görmemek lazım. Tam tersine Erdoğan, Avrupa'nın ve dünyanın tüm yetkililerine kafa tutar gibi davranırken, Avrupa devletlerinin bu sessizliğinden güç almaktadır.
Söz konusu bu devletler, Erdoğan'a karşı gösterdikleri ikircikli, tutarsız ve uzlaşmacı tutumla, Erdoğan'ın saldırganlaşmasına hizmet etmektedirler. Demokratlık sadece belli kuralları savunmakla, bu kuralları toplumsal siyasal hayatta uyguluyor gibi davranmakla olmuyor. Demokratlık, aynı zaman da bu kulların ihlal edilmesini engellemeyi de içermektedir. Erdoğan'ın Avrupa'nın ortasında ve bütün devlet yetkililerinin yanında Selahattin Demirtaş'a 'o bir terörist' demesine karşı, anında, açık ve net bir tepkinin konması demokrat olmanın en asgari koşullarındandır.
Avrupa halklarının içinde, Avrupa devlet yetkililerinin kulaklarının dolusu bir biçimde, Türkiye halklarının temsilcisine, Kürtlere ve bütün demokrat kamuoyuna yapılan bu saldırıya karşı, gösterilen tepkisizlik, en hafifinde suç ortaklığıdır. Avrupa'nın demokrasi aşığı yetkilileri, neden ağızlarını açıp bir şey söylemiyorlar? Erdoğan'ın İsraile karşı aldığı tutum konusunda yeri gögü inleten Avrupa yetkilileri, bir halkın temsilcilerine yapılan bu aşağılık saldırıya karşı neden bir söz etmediler? Erdoğan'ın yargıç olmadığını, yargıç kararı olmadan kimsenin itham edilemeyeceğini bilen Avrupa devlet yetkilileri, neden yapılan bu saldırı karşısında sessizliğe büründüler, hiç bir tepki geliştirmediler?
Avrupa devletleri şunu anlayamadılar, anlamak istemiyorlar ve anlamaktan kaçındıkları bu gerçekten dolayı, maalesef hepimizi gibi onlar da çok acı çekmek zorunda kalıyorlar? Avrupa devletleri, böyle ikircikli, kararsız ve ürkek davrandıkları için Erdoğan, bu kadar saldIrgan ve pervasız davranmaktadır. Avrupa devletleri, olan bitenin sıradan baskıcı uygulama olduğunu sandıkları, böyle düşündükleri ve bu düşünceden hareketle Türk devletine karşı daha ciddi, daha etkileyici ve önleyici bir tutum almadıkları için Erdoğan bu şekilde davranabiliyor.
Erdoğan'ın bu pervasız saldırganlığı karşısında Avrupa devletlerinin bu ilkesiz, faydacı tutumlarının bir an önce aşılması için Avrupa halklarına yönelmek, onlarla ortak bir mücadele hattı örmek gerekiyor. Avrupa halklarının Erdoğan faşizmine karşı geliştirdiği derin, yaygın ve kapsamlı tepkiyi örgütlü bir güce dönüştürmek, Erdoğan diktatörlüğünün sonunu yakınlaştıracaktır. Yoksa Merkel'in devletinde Türk istibaharatı, devrimcilere ve Kürt siyasetçilerine suikast yapmaK için elini kolunu salllayarak çalışmaya devam edeceklerdir.
Erdoğan'ın bu açıklaması, anlık bir tepkinin dışa vurumu, kontrolsüz ve öfkeyle söylenmiş bir ifade olarak görülmemelidir, görülemez. Bu açıklama, Kürtlere karşı sürdürülen düşmanlığın en bariz ve en seviyesiz ifadesidir. Ayrıca bu söylem, bir sistematik politikanın, süreklilik arz eden bir zihniyetin sözcüklere dökülmüş halidir.
Bu ifadeler, sadece hukuksal anlamda sorunlu ifadeler olmaktan ibaret değildirler. Erdoğan, sarfettiği bu sözlerle, sadece Sayın S. Demirtaş'a saldırmış olmuyor, aynı zamanda ve tas tamam, Kürtlere, Alevilere ezilenlere ve bunların temsilcisi olan HDP'ye karşı ilan edilmiş bir savaş halini ve bu savaşın ruhsal atmosferini yansıtmış oluyor. Çünkü .
Erdoğan bu açıklamasıyla hem bu savaşı görmek istemeyenlere göstermiş, hem de Kürtlere yakınlık gösterenlere ve demokrasi mücadelesini sürdürenlere gözdağı vermek istemiştir.
Erdoğan'ın bu yaklaşımının sistemli bir politika olduğunu, sürdürülen düzenli bir savaşın bir parçası olarak bu saldırganlığın yapıldığını, Erdoğan'ın bir kaç gün sonra Ahmet Türk için kullandığı ifadelerden de görmekteyiz. Kısa süre önce haksız bir biçimde tutuklanarak daha sonra serbest bırakılan ve CHP tarafında yapılan Ankara- İstanbul yürüyüşüne katılan Ahmet Türk için Erdoğan, hani hasta diye bırakılmıştı. bu nasıl hasta adam, yürüyüşte yürüyebiliyor' diyordu. Demek ki sayın Ahmet Türk'ün yürümesi, yada herhangi bir Kürt insanının ayakta kalması, yürümesi, yaşaması Erdoğan'ın çılgınlaşmasına yetmektedir.
Selahattin Demirtaş ve Ahmet Türk'ü terörist olarak niteleyen Erdoğan'ın bu yaklaşımı, aynı zamanda, Kürtlere karşı sürdürdürülen savaşın boyutlandırılmak istediğini göstermektedir. Erdoğan bu ifadeleriyle devletin büyün organlarını ve etkisi altında tuttuğu bütün kurum ve bireyleri HDP'ye, Kürtlere, Alevilere ve demokrasi güçlerine karşı saldırıya yöneltmiş olmaktadır. Erdoğan'ın bu açıktan ve hukuksuz saldırısından sonra, hangi mahkeme HDP'lilere, Kürtlere, Alevilere ve demokrasi güçlerine karşı adil davranabilir, hak- hukuk içeren bir tutum alabilir?
Önümüzdeki savaş zorlu bir savaş olacaktır. Erdoğan, savaş için çok kapsamlı bir hazırlık yapmaktadır. Bu savaşta herkesin rolü ve görevi vardır ve Erdoğan ilgili çevre ve kurumları bu role ve göreve hazırlamakta, bu amaçla, emrindeki bütün kurumlara, görevlerini hatırlatmaktadır. S. Demirtaş'a ve A. Türk şahsında yaptığı saldırı, bu kapsamda değerlendirlmesi gereken kapsamlı bir saldırıdır. Bu saldırının yaratacağı sonuçları önümüzdeki süreçte yaşayarak göreceğiz.
Ancak Erdoğan'ın ve dost düşman herkesin bir gerçeği unutmaması gerkiyor. Kürtler, taşların bağlandığı, köpeklerin salındığı köyde, gözleri bağlı ve deyneksiz dolaşmıyorlar. Herkes gibi Kürtler de olası bütün gelişemlere karşı hazırlıklıdırlar. Bir kez daha Kürtler gafil avlanıp yenilmeyeceklerdir. Bu böyle bilinsin.