CHP’deki değişim sadece genel başkan ve merkezi kadroların değişimiyle sınırlı kalmamış ilk yerel seçimde birinci parti olarak birçok büyükşehir belediyesini yönetmek durumunda kalmışlardır. Merkezi iktidar bu koşullarda tek başına yönetme yetisini kaybetmiştir. Seçimlerden sonraki” Normalleşme” süreci hem AKP hem de CHP için zorunlu olmuş neoliberalizmde, sermayenin çıkarlarında, Natoculukta zaten birbirleriyle yarıştıkları için aynı yolu birlikte yürümekte zorlanmayacaklardı.
Ülkenin üç büyükşehir belediyesini yöneten CHP’nin sermaye sistemini birazcık da olsa zora düşürecek bir muhalefet tarzı izlemesi kendi yönetimini de açığa çıkaracağı için tercih edilemez yeni bir dönemden geçiyor. Belediyelerdeki işleyiş açısından AKP belediyelerinden temelinde ayıran bir şey olmadığını yaşayarak görüyoruz. Sorun alışık olmayan gövdeye iktidar gömleğinin dar geliyor oluşu. Muhalefetin artık eskisi gibi olmadığını parti içerisinde anlamayan ya da değişimin sadece parti içinde sınırlı kaldığı yanılgısı yaşayan eski genel başkan ve destekçileri yine yeni siyasi tarza alışamayanların gösterdiği tepki parti içerisindeki karışıklığın ana faktörleri arasında yer alan Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş arasındaki çekişmeye uygun bir şekilde AKP’nin belirleyici siyasi hamleleri devam ediyor. AKP ortaklığın sona ermesi için zamanını kolluyor olsa da ortaklık şimdilik devam ediyor.
Belediyelerin yönetiminde ideolojik bir tarafın olmasının yanı sıra rantında büyük olduğu yerler. Son seçimlerde merkezi iktidarı elinde tutan AKP ile yerel yönetimleri elinde tutan CHP arasında bir uyumun kendisi de sadece ideolojik değil. Önümüzdeki süreçte merkezi iktidar değişikliği artık içerisinde milliyetçi tonu ağır basan bir isim ve siyasi hareketle değil siyasi İslamcı geleneği devam ettirecek bir isim ve kadrolarla olması talebi TÜSİAD’ın İmamoğlu’nu desteklemesinden hatta yatırım yapmasından da anlaşılıyor. Siyasi İslamcıların sermaye sınıfı için yol düzeltmek için yıkıcı aktör oldukları Cumhuriyetin üstünde tepinecek yeni siyasi İslamcı isimlerin iktidar olması düzen açısından en istenilecek durum olacaktır.
Bugün düzen cephesi Uluslarası siyasette yelkeni ABD ve NATO’dan yana doğru iyice kırmış denge arayışı sadece bir taktik olarak cepte durmaktadır. Gelişmelerin iç siyasete etkisinin daha hissedilir olacağını göreceğiz. Bölgedeki İsrail’in Filistin ve Lübnan işgali İran’ın müdahil olma olasılığının yüksekliği iktidar cephesi tarafından sınırlarımızın tehdit altında olduğu söyleminin sıkça dillendirileceği bir dönem olacak.
Son zamanlarda yaşanan siyasi gelişmeleri bir de bu açıdan değerlendirildiğinde burjuva düzeninin en sert siyasi çıkışı Cumhur ittifakı bileşeni MHP genel başkanı Bahçelinin Kürt sorununa dair sözleri oldu. Kısa zaman içerisinde ortaya çıkan öneriler olarak okumak yanlış olur. Kürt siyasi hareketinin uzunca bir zamandır açıklanmayan bir pazarlık masasında olduğunu, son açıklamayla birlikte sürecin bir parçası olacaklarını ilan etmeleri de ani gelişen duygusal bir yaklaşım değil. CHP de bu başlıkta Kürt sorunu vardır söylemiyle sürece destek vereceğini açıklamış oldu. Özel’in Selahattin Demirtaş ve Güneydoğu ziyareti sonrasında Esenyurt ve bölgedeki üç belediyeye kayyım atanması kafa karışıklığına neden olsa da Kürt sorununa dair çözüm önerilerinin arkasında yatan nedeninin sadece CHP’nin iç çelişkilerine yönelik bir müdahale ile sınırlı olmadığı son parti grup toplantısında Bahçelinin Öcalan çağrısındaki ısrar ve Ahmet Türk’e övgüsü bununla birlikte yeni anayasa ve Erdoğan’ın yeniden aday olup bir dönem daha Cumhurbaşkanı olması gerektiği söylemi önemli. Erdoğan’ın adaylığının garantiye alınması ve Ülkenin önemli sorunlarının çözümüyle birlikte bir seçime gitmek istemeleri düzen siyasetinin önümüzdeki dönem önemli siyasi planlarından birisi.
Kayyımlara karşı verilen tepkinin hala çözümle birlikte değerlendirilmesi halkın bu sürece sınırlı bir tepki göstermesiyle yetinilmek istendiği anlaşılıyor. Ekonomik krizinde yine aynı şekilde sınırlı bir tepkiyle geçiştirilip Şimşek ekonomisinin başarısı bekleniliyor. Merkezin de neoliberal ekonominin olduğu sistemin halka nefes aldıracak bir başarı isteniyor. Çünkü emekçi halk için nefes alacak bir alan kalmamış durumda. Asgari ücretin bütün sektörlerde ortalama ücret haline geldiği asgari ücretinde açlık sınırının altında kaldığı bir süreç işliyor.
Tarihin en kapsamlı ekonomik krizinin emekçi halkta kitlesel bir tepkiye dönüşecek koşulların henüz oluşmaması, burada Solun CHP’ye ve DEM’e teslimiyeti, sendikal hareketin yine aynı siyasi hareketlerin gölgesinde kalması bununla beraber 22 yıllık AKP iktidarının toplumun ilericilik damarına karşı yürüttüğü gericilikle yıkıcı misyonu toplumun hareket refleksini kısıtlamış seçimler bir dengeleyici görevi yerine getirmeyi başarmıştır.
Siyasette düzen cephesi hamlelerini yaparken emekçi halkın siyasetteki kitlesel ve örgütlü bir şekilde belirleyici olduğu bir yeni dönemin oluşturulması gerekiyor. Tersi durumda düzen siyasetinin teslim aldığı Sol ve sendikalarla belirlenen durumda kalması için koşullar hazır.