“Şiir kanayan
yaraya seslenir.”[1]
Sümerler’in ‘Gılgamış Destanı’nından beri köklü bir tarihe, geleneğe sahiptir şiir; Anton Pavloviç Çehov’a, “Yaşamın düzyazısı tüketildiyse, hiç değilse şiirine saygılı olmak gerek,” dedirtecek kadar…
“Dijital Çağ”, “Yapay Zekâ” çığırtkanlıkları ya da post-modern söylenceler için “tükeniyor” iddialarına malzeme yapılmak istense de; eskimeyenin peşindeki şiir, yaşam ile ilişkinin dile gelme hâli olarak var oluşumuzdur ve başkaldıran sevdalı insan(lık) olduğu sürece gündem maddemiz olacaktır.
El özet, şairler gitse de şiirleri kalacak, yaşayacaktır...
* * * * *
Jean Paul Sartre’ın, “Şiir, bir kaybeden kazanıyor oyunudur ve gerçek şair kazanmak için hep kaybetmeyi seçer,” vurgusu eşliğinde “Onları bu kadar güçlü kılan nedir” mi?
Yanıt gayet basit: “Bir şeyin nasıl sınırı olabilir/ dışında onu sınırlayan bir başka şey yoksa.”[2]
Şiir sonsuz bir özgürleşmenin sınırsızlığıdır.
İş bu nedenle “Şiir, anayasaya aykırıdır; doğanın ahlâkı kovduğu yerdedir; yasadışıdır,” der Cemal Süreya ve ekler Cahit Sıtkı Tarancı da: “Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır… Hangi sözcük, hangi sözcükle yan yana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek.”
Hakikâti sergileyen şiirin “gerekçesi”, hayata dokunup, insan(lık)ı savunmasıdır.
Kolay mı?
“Müziğin ve şiirin kaskatı doğayı gevşetip ona âdeta kanatlar takma gücü, Orpheus muammasının izahıdır.”[3]
Şiirin ne olduğunu anlamak, yine şiirle, yani varoluş biçimiyle mümkündür.[4] Yani en iyi kelimeleri en düzgün biçimde sıralayarak şiire ulaşılamaz; bakın bu konuda ne der Ülkü Tamer: “Şiir ateşin habercisidir,/ Yangının kundakçısı./ Yanardağ üstündeki kuştur şiir.”
* * * * *
Şiir yazmak başka, şair olmak başkadır; yani her şiir yazana şair diyemeyiz.
Şair olmanın ilk “olmazsa olmazı” hayatın rahle-i tedrisinden geçmektir.
Şairler gökten zembille inmez; yaşadığı toplumun, kavgaların hem tanığı ve hem de -sansürsüz!- tarafıdır.
Tam da bunun için şiirin, şairlerin toplumsal hakikâtlere mündemiç önemli rolü, işlevi, misyonu vardır. Çünkü hayatın vazgeçilemez parçası olarak aslında şairlerin şiiri köprüdür.
“Nasıl” mı sorusunu şöyle yanıtlar John Berger:
“Olayları sözcüklerle anlatmak o sözcüklerin duyulacağı ve anlattıkları olayların yargılanacağı umudunu da birlikte getirir. Tanrı tarafından ya da tarih tarafından yargılanacağı umudunu. Her iki durumda da yargı uzak gibi görünür. Oysa hemen yanı başımızda olan ve bazen yanlışlıkla yalnızca bir araç sanılan dil, kendisine şiirin seslenmesiyle, inatçı ve gizemli bir biçimde, yargısını verir. Bu yargı herhangi bir ahlâk yasasından açıkça farklıdır, ama duydukları karşısında iyilik ve kötülük arasında önemli bir gösterge olur. Öyle ki, şiir yoluyla dilin yalnızca bu ayrımı yapmak ve korumak için yaratıldığını görürüz! İşte bu yüzden, günümüzde zenginlerin haksız yere elde ettiklerini korumak için yaptıkları korkunç canavarlıklara karşı dünyada en kesin biçimde karşı duran güç, şiirdir. İşte bu yüzden, fırınların saati aynı zamanda şiirin de saatidir.”[5]
* * * * *
Kim ne derse desin hayata dokunan şiir isyan ettirmeli, içini sızlatmalı, duyumsatıp/ düşündürmeli insan(lık)ı; “poetika” böyle olmalı.
Malum kadim Yunanca’dan Batı dillerine oradan da dilimize geçen “poetika” “yaratmak” anlamını taşırken; kavram ilk kez Aristoteles’in ‘Poetika’sıyla[6] literatüre girer.
Yaratmak bir diğer yönüyle de anlamlandırmaktır; Pierre Guiraud’un, “Anlamlama, bir nesneyi, bir varlığı, bir kavramı, bir olayı, bunları anladığımızda canlandırabilecek bir göstergeye bağlayan oluştur: Bir bulut, yağmur göstergesidir, yukarı doğru kalkan kaşlar şaşkınlığın, bir köpeğin havlaması kızgınlığın, at sözcüğü bir hayvanın göstergesidir,”[7] ifadesine ekler Paul Valéry:
“Şiirlerime ne anlam verilirse anlamları odur… Şiirin amacı, hiçbir zaman belirli bir şey anlatmak değildir… Şiirin anlamı, şairin içinden geçen anlaşılabilir, olabilir olayları okura aktarmak değildir. İstenilen, okurda bir ruh hâli yaratmaktır.”
Toparlarsak: Şiirin, sadece içine giren sözcüklerden değil, girmeyen sözcüklerden de oluştuğunu “es” geçmeden, sakın ola unutulmasın:
“Şiir bir sanat olayı değildir. Bir yaşama çabasıdır önce. Yaşadığımıza tanıklık eder. Her gün yeni bir dünya içinde, her gün yeniden ve başka etkilerle duygulanan insan, her gün yeni biçimlerle söylemelidir… Mesele, bir şiir meselesi değildir. Yaşama meselesidir. Zaten ben şiiri hayattan ayrı düşünmedim. Hayatımızda olmayan mesele, şiirimizde de olamaz,”[8] der Turgut Uyar…
* * * * *
Tüm bunların ışığında “Şiir; dilin içinde ve dille birlikten meçhule doğru, yani ötekine doğru sürekli bir göçtür,” diyerek dünyayı anlama, evrenin var oluşsal gerçekliğini kavrama derdindeki şair Adonis’i önemserim; “Sözün Simyası”ndan söz eden, aykırı Arthur Rimbaud’yu önemsediğim gibi…
Behçet Necatigil’in, “Alman edebiyatının romantizmden realizme geçiş döneminin en önemli şairi” diye tanımladığı Heinrich Heine’i de…
Hele hele “Ben şair olarak/ her şeyimi,/ tüm gücümü,/ sana/ ve haklı davana/ adıyorum, işçi sınıfı!”
Ya da “Ayağa kalk!/ Yeter!/ Güneşe bak!/ Böyle dilsiz,/ böyle miskin/ yatmak da/ neyin nesi?” dizeleriyle Vladimir Mayakovski’yi…
Sonra da “Din şehit ister,/ gökyüzü kurban,/ Her zaman, her tarafta/ kan, kan, kan…” mısralarıyla Tevfik Fikret’i; ve onun “Hân-ı Yağma”sını; “Ey kan içen kargalar, bütün karanlıklar sizinle dolu!” diye haykıran “Tarih-i Kadim”ini...
Bir de “Neler yapmadık şu vatan için / kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik”…
“Gün doğmadan,/ Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola./ Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,/ İçinde bir iş görmenin saadeti, Gideceksin”...
“Dişli dişliye karşı,/ Dişlilerin arasında,/ Güçsüz güçlüye karşı...
“Cep delik, cepken delik / kol delik, mintan delik / yen delik, kaftan delik / kevgir misin be kardeşlik?”…
Nihayet “Uyuşamayız, yollarımız ayrı,/ sen ciğercinin kedisi ben sokak kedisi/ senin yiyeceğin kalaylı kapta,/ Benimki aslan ağzında,/ Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik/ Ama seninki de kolay değil kardeşim,/ kolay değil hani,/ Böyle kuyruk sallamak Tanrı’nın günü,” dizeleriyle Orhan Veli Kanık’ı…
Ayrıca “Sınıf’ın ozanıyım mimli,/ Hababam Sınıfı’nın yazarıyım ünlü…/ Şunu demek istiyorum!/ İki iş tuttum ömür boyu köklü./ Çocukları okutmaktı ilk işim,/ İkincisi,/ Yazdığımı çocuklara okutmak,” dizeleriyle kendini tanıtan Rıfat Ilgaz…
Veya “Seninle gelir, seninle gider gördüğün,/ sen kendinsin arkasından koştuğun,” dizeleriyle “Nesnelerin direncini kıran şiirin şairi”;[9] “İmge sihirbazı, titiz bir anlatı işçisi”;[10] “Felsefe ile şiirin sınırlarındaki şair”;[11] “Kahraman olmayan kahramanların yazarı”[12] Melih Cevdet Anday…
50 yıllık suskunluğun ardından, “Şiirler ses resmidir, sesle çizilir. Hayatın özünde karılmıştır mayası. Renkleri asla solmaz,”[13] diyen şair Türkân İldeniz…
Şiiri yazarken yaşayanlardan; tutkulu dizeleriyle Zuhâl’e, “Kaç yıldır evliyiz yan yanayız. Hâlâ başım dönüyor senlen, esrikim senlen, seviyorum seni. Her geçen gün daha büyük bir aşkla”. “Ben ki sana senin şahdamarından daha yakınım”. “Sen ne can kadınsındır sen. Kirpiklerinin ucuyla şarkı söylersin. Buram buram tütersin Cemal Süreya’nın yüreğinde”. “Bir su akıyorsa, bir bulut geçiyorsa, hep seninle...”. “Seni evrence seviyorum,”[14] deyip; “Dokunulmasa da, görülmese de;/ kalpte yer verilir bazısına, nedensiz...” dizeleriyle müsemma Cemal Süreya…
İlaveten Madımak’ın; “Söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım”, “Aşk bitti, şarkılar yarım…” dizeleriyle Behçet Aysan’ı…
23 Temmuz 2011’de 41 yaşında yitirdiğimiz Didem Madak’ın geriye bıraktığı dizeleri. Kaleme aldığı her şiir, bir iç çekiş, aynı zamanda bir dirençti! Örneğin “Limanı olanın aşkı olamayacağını” ifade ettikten sonra “Siz aşkı ne bilirsiniz bayım/ aşkı aşk bilir yalnız!” diyen O; ve bir de ‘Sülfür/Civa’daki, “Başkaldırı tüm destekleriyle tutuklandı/ bir tarihte./ Sonra izledik renklerin kırılmalarını/ bakışımızın kapanmasında./ Ülkem dağılıyordu, ele almalı artık/ pek ötedeki seçeneği/ alaycılığı,/ iyi ağlatı iyi güldürü için/ Ağır ağır yaklaşıyoruz eylemsizlik kıyısına/ ya da çorak kır çağırıyor, çorak kır,”[15] dizeleriyle Nilgün Marmara…
En önemlisi de “acımıza katık ettik umudu/ çıyan kuyularında yaşadık/ geçtik sınavından zulmün,” dizelerini hayatımıza katan Ahmet Telli…
Şiiri nedeniyle yargılanırken;[16] “Mücadele için yaşıyorum” vurgusuyla, “Türkiye’de olmayı yeğlerim, yeğledim zaten. Kendi adıma mücadele etmenin gereksiz olduğu bir ülkede yaşamayı hiç hayal etmedim,”[17] “Yangın Yılları”nın çocuğu; inanmışlığından ötürü başkasının kendine “Çocuksun sen” dediği için kendi gibi yürekli sevdalılara “Çocuksun sen” diyen özgün, yetkin ve aykırı Ahmet Telli…
Sanata, dünyaya ve insan(lık)a karşı yerine getirdikleri sorumluluklarıyla; sesi/ soluğu kendine özgü Onlara çok şey borçluyuz…
19 Eylül 2023 15:58:23, Çeşme Köyü
N O T L A R
[*] Avrupa Demokrat, Eylül 2023…
[1] John Berger.
[2] Lucretius, Evrenin Yapısı, çev:Tomris-Turgut Uyar, Norgunk Yay., s.18.
[3] Ralph Waldo Emerson, Denemeler: Birinci Seri, çev: Aytek Sever, DoğuBatı Yay., 2022.
[4] George Thomson, Şiir Sanatı, çev: Cevat Çapan, Üç Çiçek Yay., 1984.
[5] John Berger, Şiirin Saati, çev: Gönül Çapan, Adam Yay., 1988.
[6] Aristoteles (Aristo), Şiir Sanatı Üstüne-Poetika, Can Yay., çev: Samih Rifat, 2017.
[7] Pierre Guiraud, Anlam Bilim, çev: Berke Vardar, Gelişim Yay., 1975.
[8] Turgut Uyar, Korkulu Ustalık- Şiir Üzerine Yazılar Söyleşiler, Soruşturmalar - Bir Şiirden, Yapı Kredi Yay., 2014, s.263-264.
[9] Güçlü Ateşoğlu, “Melih Cevdet Anday: Nesnelerin Direncini Kıran Şiirin Şairi”, Birgün Pazar, Yıl:19, No:823, 18 Aralık 2022, s.13.
[10] Ayşegül Yüksel, Melih Cevdet Anday: Yapısalcılık ve Bir Uygulama, Habitus Yay., 2023.
[11] Güçlü Ateşoğlu, “Melih Cevdet Anday: Felsefe mi, Şiir mi? Sınırlarına Direnen Şair”, Birgün Pazar, Yıl:19, No:825, 1 Ocak 2023, s.12.
[12] Ayşegül Yüksel, “Ölümünün 20. Yılında Sahnedeki Melih Cevdet Anday”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2022, s.13.
[13] “Türkân İldeniz’den 2022 Dünya Şiir Günü Bildirisi: Şiir Sen Benim her şeyimsin”, Cumhuriyet, 17 Mart 2022, s.10.
[14] Cemal Süreya, On Üç Günün Mektupları ve 1967-1978 Mektupları, Can Yay., 1990.
[15] Nilgün Marmara, “Sülfür/Civa”, Daktiloya Çekilmiş Şiirler, Everest Yay., 2023.
[16] Basın açıklamasında şiir okudu: Şair Ahmet Telli’ye ‘terör’ cezası! Şair Ahmet Telli’nin 2017 yılında katıldığı basın açıklaması ve kendi kitabından okuduğu şiir gerekçesiyle “terör örgütü propagandası” suçundan yargılandığı davada 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildi. Ceza ertelendi.
Duruşma savcısı, Telli’nin açıklamada yaptığı “Dostlar, dostlar biz aylarca, yıllarca bu sokakları, bu caddeleri ‘Yaşasın halkların kardeşliği’ diye inlettik. Halkların kardeşliğinin nasıl gerçekleşeceğini bize Ulaş Bayraktaroğlu gösterdi. Demek ki dövüşe dövüşe kazanılacak bu kardeşlik” konuşması ile “Dövüşen Anlatsın” kitabından okuduğu şiirle “terör örgütü propagandası” yaptığını iddia etmişti. (“Ahmet Telli’ye ‘Terör’ Cezası!”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 2023, s.13.)
[17] Işıl Çalışkan, “Ahmet Telli: Mücadele İçin Yaşıyorum”, Birgün Pazar, 9 Temmuz 2023, s.14.