“Edebiyat,

içimizdeki donmuş denize

inen balta olmalıdır.”[1]

“Haksızlığa başkaldırmayan; şair, yazar olamaz… Neye yarar edebiyat bir itiraz, bir isyan barındırmıyorsa,”[2] saptamasını önemseyenlerdenim…

Çünkü V. İ. Lenin’in, “İnsanlar her zaman siyasette aldatmanın ve kendini kandırmanın aptalca kurbanları olmuşlardır ve tüm ahlâki, dini, politik ve toplumsal söylemlerin, beyanların ve vaatlerin arkasında şu veya bu sınıfın çıkarlarını aramayı öğrenene kadar da öyle kalacaklar,” saptamasındaki üzere; neresinden ve nasıl bakılırsa bakılsın, edebiyatın -nihai kertede- politik olduğundan, ideolojik bir biçimlenişe sahip olduğundan şüphe duymadım: “Çağımızda politikanın dışında kalmak diye bir şey yoktur. Bütün meseleler politiktir ve politikanın kendisi bir yalanlar, kaytarmalar, ahmaklık, nefret ve şizofreni yığınıdır,” vurgusundaki üzere George Orwell’ın…

Bir şey daha: Etienne de La Boétie’nin, “Devlet, toplumu, kurdurduğu bağımlılık ilişkileri zinciriyle ve yeniden ürettiği hâkim ideolojiyle sürekli bir denetim altında tutmakta ve bireylerin erginleşmesini önlemektedir”; ve de V. İ. Lenin’in “Cehalet gibi bir olgu olduğu sürece, politik aydınlatmadan söz etmek çok zordur. Okuma yazma bilmeyen, politikanın dışındadır, ona önce abc’yi öğretmek gerekir. Bu olmadan politika olamaz, bu olmadan sadece söylenti, dedikodu, masallar, önyargılar olur, ama politika olmaz,” vurguları unutulmamalıdır![3]

* * * * *

Bunlardan “Neden” mi söz ediyorum?

Gayet basit! Cengiz Gündoğdu’nun, “Yakup Kadri gerçekçidir. Ama asıl amacım yazınsal yapıtlar nasıl irdelenir bunu göstermek. Başlıyorum,” vurgusuyla giriş yaptığı ‘Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Türk Yazınında Gerçekçiliğin Temel Taşı’[4] başlıklı yapıtında, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun o verimli huzursuzluğuna ayna tutuyor” iddiasındaki (!?) “Sivil Toplumcu”/ “Birikimci”lerin ‘Huzursuz Bir Ruhun Panoraması-Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Edebiyat ve Düşünce Dünyası’[5] kitabına yönelttiği kapsamlı eleştirilerden hareketle…

Cengiz Gündoğdu (Hocam)’ın eleştirel değerlendirmesi, yapıtı derleyen Yalçın Çakmak ve Özge Dikmen için, “Türkçeyi yeni öğrenmiş bir yabancı gibi yazıyorlar.” (s.9) “Yalçın Çakmak ‘bilgi’ verirken bilgisizliğini gösteriyor,” (s.92) notlarıyla başlarken; “başroldeki”(!) “Murat Belge’de Proust takıntısı var” (s.13) Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na, “Balzac olma görevi verildi” (s.14) diyen “akraba”sı için de “Kendilerine sonsuz bir güvenle, öznel duyumlarıyla nesnel gerçeği saklamaya yeltenmişler.” (s.11) “Kitabın yazarlarının saçları, ‘devrim’ dedikte diken diken oluyor. Bir de gerçekçilik demeyeceksin,” (s.19) notlarını düşüyor.

İşte kimi imzalar için bazı değerlendirmeler!

“Tanıl Bora da kendini çok bilgili sanıyor. Bu sanıyla da gözü kapalı ateş ediyor.” (s.29)

“Mehmet Özden çokbilmiş. İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra demokrasiye geçtiğimizi bile biliyor. 1950’lerde bütün solcular susturuldu. Solcu şairler tek bir şiir bile yayınlayamadı. Komünistlerin tutuklanması… 6-7 Eylül olayları… Devleti ele geçiren burjuvazinin sınıf egemenliğine demokrasi diyor Mehmet Özden.” (s.35)

“İbrahim Şahin, Yakup Kadri’nin gerçeğini göremez… İbrahim Şahin yazınsal dünyamızın nasıl başıboş olduğunu gösteriyor. ‘Ben bilmem’ demiyor. Durmadan yazıyor, bu yazı yayımlanıyor, bu yazı okunuyor. Kimseden tık yok.” (s.38)

“Murat Cankara’nın… yazısına yanıt verip vermemeyi düşündüm. Çünkü yazı çok karışık.” (s.41) “Murat Cankara, tıpkı sabun köpüğüne benziyor.” (s.46)

“Yavuz Çobanoğlu’nun kavramlarla çelik çomak oynadığını görüyorum. Çelik çomak oynarken sayıklamasını göstermek zorunlu” (s.47-48)

 “Funda Şenol’a göre Yakup Kadri, ‘… bir erkek evlat olarak Kahire’de hayata başlaması…’ Ne ilginç bilgi değil mi? Hiç kimse Yakup Kadri’nin, ‘… bir erkek evlat olarak Kahire’de hayata’ başladığını bilmiyordu. Funda Şenol, bu bilinmeyeni bulgulamış, okura aktarıyor… Kitabın yazarları, kendilerini olağanüstü bilgili, biz zavallı okurları da olağanüstü bilgisiz görüyorlar” (s.56)

“Zeynep Uysal’ın yazısına nereden başlayacağımı bilemedim. Yazı karmaşık, bir ordan bir buradan başlıyor.” (s.71)

“Emre Bayın’ı okuduktan sonra şunu düşündüm. Anlamadan bir yazı yazabilir miyim, ya da okurun anlayamayacağı yazı yazabilir miyim. Emre Bayın, ikisini de yapıyor. Hem kendinin, hem okurun anlamayacağı yazılar yazıyor.” (s.127)

“Hasan Çuşa’yı okudukta, bu kadar özensiz konuşmayı nerede öğrendi, dedim.” (s.145)

Cengiz Gündoğdu’nun belirttiği üzere: “Tüketimin egemen olduğu günümüzde her şeyin hızlı bir biçimde yok edildiğini ya da değersizleştini görüyoruz. Bu bağlamda dil ve düşünceler de tüketilmekte; hatta yok edilmekte, adaletsizlik ve hukuksuzluk hüküm sürmekte”yken;[6] dahası var da…

O hâlde burada durup, coğrafyamızdaki “yetmez ama evet” diye haykıran “sivil toplum”cu tahrifat konusunda parantez açmadan geçmeyelim…

* * * * *

Karl Marx’ın, “Hegel ‘yönetim’ gücü ile ‘yargı’ gücünü burjuva-sivil toplum alanına bağladığına göre, hükümet gücü gerçekte bürokrasi adıyla açıkladığı yönetimden başka bir şey olmuyor.”[7] “İnsan, özel birey olarak davrandığı sivil toplumdaki yaşamında öteki insanları araç olarak görür, kendisini de araç derekesine düşürür ve yabancı güçlerin oyuncağı olur,”[8] notunu düştüğü -XVII. yüzyılın “doğal toplum” kavramına karşıt!- “sivil toplum” önerisi Avrupa Sol partilerinin temel çıkmazlarındandır.

Larry Diamond’dan, “Gönüllü, kendi kendini oluşturan, kendi desteklerine sahip, devletten özerk, özel alan ile devlet arasında aracı niteliğine sahip, örgütlü bir sosyal yapılanmadır. Bu yapı, yasal düzen veya ortak kurallar dizisi gibi özgürlüklerin ve özerkliklerin güvencesi olan kurumsallaşmış bir temele oturur. Bu, hem devlet iktidarını sınırlayıcı, hem de o iktidarı hukuka dayandığı sürece meşrulaştırıcı bir gücü bağrında taşır. Dolayısıyla; sivil toplum, devletten özerk olmayı içerir; ama ondan yabancılaşmayı zorunlu kılmaz. Bir başka deyişle sivil toplum, devlet iktidarına karşı dikkatli; ama saygılıdır,”[9] satırlarını aktararak soralım: Hangi toplum kuruluşu “sivil toplum kuruluşu” dur, bunun ölçütü ne?

Tamam! “Toplumun, devlet kurumları dışında, kendi kendisini yönetmek amacıyla kurduğu demokratik yapıya ‘societas civilis/ sivil toplum’ dendiği”nden söz edilip, “Devletin parçası olmayan bir kamu alanı”nı ifade edilip, “Yurttaşların bir araya gelerek haklarını savunma” imkânına dikkat çekilir…

Ancak bu tür “izahlar”ın, balığın baştan koktuğu kapitalist vahşet çukurunda, “sivil nedir?” diye sordurtmaması mümkün mü?

Elbette “Hayır”!

“Sivil Toplum”un ne olduğuna dair iki yaklaşım var: Birincisi, “Sivil Toplum”a, “Bireysel özgürleştirici,” gözüyle bakıp yere göğe sığdıramayan liberalizm; ikincisi de “Sivil Toplum”u baskı ve sınıf çatışması alanı olarak tanımlayan sosyalizm.

Ortası yok!

Kapitalist tarihin en büyük yalanlarından birisi olarak “sivil toplum, insanların gönüllü olarak katıldıkları/ kendi isteklerine dayanan hukuk sistemi ile teminat altına alınmış farklılıklarını güvence altına almak için ortaya konulmuş bir medeni ortaklık” olarak tanımlansa da, Karl Marx ile Friedrich Engels’in işaret ettikleri gibi, “sivil toplum” ve devlet antitezlerdir. Friedrich Engels, devletin -siyasi düzen- ikincil unsur olduğunu, sivil toplumun -ekonomik ilişkiler alanı- ise belirleyici unsur olduğunu söyler. Böylece yapı ve üstyapı -sivil toplum ve devlet- Marksist sistemde temel bir diyalektik ilişki içerisindedir.

* * * * *

“Ortası yok!” saptamamıza “Var” yanıtını(!?) verir, “Birikim”ciler…

Onlar da kim mi?

Ahmet Yıldız’ın, “yeni resmi ideolojinin kaynağı” diye betimlediği ve yazarları arasında Hilal Kaplan, Melih Altınok, İsmail Çağlar gibi Pelikancı imzaların da yer aldığı, “Yetmez Ama Evet”çilerin toplaştığı “sivil toplum”cu dergi(msi) çevresidir!

1970’li yıllarda Louis Althusser’den, Jacqus Derrida’dan, Nicos Poulantzas’dan bahsedip; Pier Paolo Pasolini’nin “Asla ortodoks olmayan bir Marksizm” sözüne sarılan Murat Belge’nin “iddiaları”[10] 1992-1993 kesitinde hararetli bir “Medine Vesikası” tartışmasına meze olacaktı… Bu “iddialar”, İslâmcı cenahtan Ali Bulaç’ın da “tartışma”ya “katkı”da bulunması; sonrasında Sivas katliamı ve İslâmcıların katliam karşısında tavır alamamalarıyla yerle yeksan olmuştur!

Buna rağmen Uğur Vardan’ın, “Senin de içinde bulunduğun ‘birikim’cilere yönelik eleştiriler için ne dersin?” sorusuna şu yanıtı verir Tanıl Bora:

“Soldan İslâmcılığa bakanlar açısından -ki solun içinde azınlık kalan bir tutumdan bahsediyoruz- durum farklı. Bu ittifak gibi bir şey değildi. Benim açımdan burada bakışı açısı şuydu: Müslüman bir çoğunluğun olduğu, İslâmi sembollerin, motiflerin, referansların toplumsal ve politik olarak iş gördüğü bir memlekette, o dünyaya vâkıf olmak, bilmek, anlamak gerek ki, oraya hitap edebilesin. Sözünü oraya da ulaştırabilesin. Kendi dünya görüşün çerçevesinde, sol ve sosyalist yönelimde bağdaşabilecek bağlar, temaslar kurabilesin. Bunlar bugün temenni seviyesinde olabilir ama belki istikbalde yapabilirsin. Bunun için, yani bilmek, anlamak ve ilişki kurmak gerektiğini hâlâ düşünüyorum. Bunda hayal kırıklığı, karamsarlık-iyimserlik bence ikincildir. Önemli olan sebat... ‘birikim’in bu konudaki ilgisi ve bakışını böyle tanımlarım.

Birikim günah keçisi olarak çok sevilir. Birikim’e bir laf çakmak çok iş gören ve solda hayatı çok kolaylaştıran bir oyundur. Örneğin meşhur ‘yetmez ama evetçilik’ faslında da bu söz konusu oluyor. Hakikâten öyle bir bakış hâkim oldu ki, son birkaç yılda sanki evrensel düşünce akımları arasında liberalizmin, sosyalizmin filan yanında ‘yetmez ama evetçilik’ diye bir şey de var, dört başı mamur bir akım sanki...”[11]

Özetin özeti: AKP faaliyetini “muhafazakâr demokrat inkılâp” olarak tanımlayan “Birikim”in -ana ekibinin- yıllardır coğrafyamız hakkındaki hiçbir öngörüsü, teorik yaklaşımı doğrulan(a)mamış, hepsi fos çıkmıştır; Leonardo da Vinci’nin, “Doğru yürüyen nadir düşer,” tespitini tekzip edercesine…

Fethullah Gülen Cemaati’ni “sivil toplum örgütü” olarak sundukları varit; ucuz “aydın” tiplemesinin vücut bulmuş hâli olarak; sol-liberalizmi temsil eden post-modern duruşu ile, “sosyalist kültür dergisi” diye sunulsa da öyle olmayıp, -sosyalist olmadıkları aşikâr- Etyen Mahçupyan ve Ali Bayramoğlu’nun yazdıkları bir dergidir söz konusu olan!

İtirazların, tutarsızlıkların, ithamların, uzun ve karmaşık cümlelerin dergisidir; elitist yaklaşımlarıyla, “akademik Marksizm”in kaynaklarındandır.

* * * * *

Ve geldik tartışmaya konu olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na…

Refik Halit Karay ile birlikte, Osmanlı kalıntısı Anadolu’yu vakti zamanında en iyi anlayan ve anlatan iki yazardan birisidir ve -muhtelif rezerv ve değerlendirmeleriyle- Kemalist’tir. Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları arasında yer alıp, “İnsan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz?” demişti.

1921 (ya da 1922)’de, ‘İkdam’daki yazısında, “Tarihin bir başlangıç noktasındayız: uzaktan uzağa bir fecir söküyor. Bazıları bunu bir yangın parıltısı zannediyor ve ürkerek gözlerini kapıyor: gelecek, yeryüzünün bütün mazlum ve mağdur insanlarının olacaktır!” diyen; Cumhuriyet’in doğmasına ve büyümesine tanıklık eden yazar-siyasetçidir. 1962’de, “Atatürk ilkelerine ters düşüldüğü iddiası”yla, önemli isimlerinden biri olduğu CHP’den istifa etmişti...

Birbirinin zıddı ‘Fecr-i Ati’ ile ‘Servet-i Fünun’da yazan; ‘Sovyet Yazarlar Birliği’nin ilk kurultayında konuşma yapan; Şevket Süreyya ile birlikte ‘Kadro Dergisi’nin kurucuları arasında yer alan Yakup Kadri, 27 Mayıs 1960 darbesi ile oluşturulan kurucu meclisin en yaşlı üyesi olması sebebiyle açılış gününde meclis başkanlığı yapmıştı.

1 Eylül 1964’deki mektubunda, “İki Gözüm Fâlih (Falih Rıfkı Atay), Adnan Menderes Atatürk’e, millî mücadeleye ya da inkılâplara dil uzatmış. Adnan Menderes memleketin iktisadî mâlî durumunu altüst eden bir yağma ve vurgunculuk çığırı açmış. İki gözüm Falih; insaf edelim. Adnan Menderes ve partisi iktidara gelmezden evvel, bizde millî mücadele ruhundan ne kalmıştı? İnkılâplar, mekteplere konan din dersleriyle, açılan imam vaiz medreseleriyle ve nihayet Halk Partisi’nin seçimlere giderken peşine taktığı ticânî dervişleriyle zaten çürütülüp gitmiş değil miydi?” satırlarını kaleme almıştır.

Özetle görüşleri bakımından her ne kadar toplumsal yozlaşmadan, yanlış batılılaşmadan ve inkılapların yanlış yorumlanmasından dert yanmış olsa da, kendisi de bunların içerisindedir.

Ayrıca ‘Hasan Âli Yücel’e Mektuplar’da Nurullah Ataç’a “Beyoğlu Züppesi”, Vâlâ Nurettin’e “Komünist Bozuntusu” diye giydiren Yakup Kadri, 27 Haziran 1929 tarihli ‘İkdam’ gazetesindeki röportajda Nâzım Hikmet’ın kişiliğine saldırdı:

“Bazıları ipten ve kazıktan kurtulmuş kaşarlı sabıkalılardır. Bunların içinde öyleleri varmış ki, daha yirmi beş yaşına basmadan hayatlarının en güzel çağını zindan köşelerinde çürütmüşlerdir. Bir kısmı ise komünist Çekalarının Türk ırkdaşlarımızın kanı ile bulanmış ellerini öpmeyi ve onlara dair kasideler terennüm etmeyi bir maişet vasıtası hâline koymuşlardır.

“Anadolu harbi sırasında düşmana karşı çıkmaktan ürkerek, Maarif Vekâleti’ni dolandıran ve çaldıkları para ile Karadeniz’i aşıp Bolşeviklere iltihak eden iki vatansızdan bir tanesi şimdi Akşam gazetesinin sütunlarında bir halayık ismi ve bir halayık şivesiyle, bir nevi ortaoyunu soytarılığı yaparak, halkı güldürmeye çalışıyor. (...)

“Yalnız hayasızlıktan ve kıskançlıktan kuvvet alan bu gibi taarruzlardan, gözümün önüne gelen manzara şudur:

“Eski İstanbul’un viranelikleri arasından kendi hâlinde bir adam işine giderken, ansızın bir sürü aç ve uyuz köpeğin hücumuna uğrar. Elindeki bastonunu, bu pis deriden ve kırık kemikten mahlukatın üzerine indirir, indirir. Fakat köpekler, gene saldırışlarına devam ederler; çünkü açlığın ve kuduzluğun verdiği bir fena ateş bunlardaki hayvani hassasiyeti de iptal etmiştir.”[12]

Bunun üzerine Nâzım Hikmet ‘Resimli Ay’ın Temmuz 1929 nüshasında ‘Cevap’ başlıklı şiirini yayımladı. Şiiri şöyleydi:

“Behey!/ Kara boynuz gibi kaşlı/ Mukaddes Apis başlı adam/ Behey!/ Kara maça bey/ Sen, şiirin asıl kamusuyla konuşuyorsun,/ Ben asaletten anlamam,/ Şapka çıkarmam konuştuğun dile/ Düşmanıyım asaletin/ Kelimelerde bile/ Behey!/ Kara maça Bey!/ Ben bilirim/ bu tehevvür bu şikâyet niçin?/ bilirim/ beni uykumda boğmak için/ bekliyorsun geceyi/ ben ki bileklerinde tel kelepçeyi/ bir altın bilezik gibi taşımışım/ ben ki ilmikleri sabunlu iplere bakıp/ kıllı kalın ensemi kaşımışım/ tehdidine papuç bırakır mıyım hiç?/ Behey kara boynuz gibi kaşlı/ mukaddes Apis başlı adam/ Behey kara maça bey/ Behey yüzü kara/ Ruhunu zenci bir esir gibi çıkardın pazara/ Bir orospu odası yaptın kafatasını/ Hâki ceketli ölülerin ceplerinden/ çalarak parasını/ Satın aldın kendine/ İsviçre dağlarının havasını/ Ve bundandır ki bugün/ Ablak sarı suratında senin/ Kanlı altınların kızıllığı var/ Acayip rüzgârlar esmesin başımdan/ Yoksa musahhih maaşımdan/ Haftada üş papel taksite bağlayıp seni/ Bir şamar oğlanı gibi kullanırım/ Beyimin böyle işlerle ülfeti var sanırım/ Mükemmel yapar vazifesini/ Behey!/ Kara maça bey/ Halka ahmak diyen sensin/ Halkın soyulmuş derisinden/ sırtına frak giyen sensin/ Yala bal tutan beş parmağını/ beş çürük muz gibi/ homurdanarak dolaş besili bir domuz gibi/ Meydan senin/ mi dersin/ hata edersin/ bizde o göz var mı baksana a/ Ben içirmek için sana/ kendi kara kanımı/ bir ateş çemberle çevirdim dört yanımı/ sağa git/ yok geçit/ sola git/ yok ileri/ geri/ yok/ Kıvır kuyruk kalemini kalbine sok/ Bir akrep gibi intihar et.”

Bir de ‘Nur Baba’da[13] “Bir Bektaşî tekkesinde mumlar nasıl söndürülür?” satırlarını kaleme alarak Alevîleri aşağılamaktan geri kalmamıştı!

Hangi mülahazadan hareket edilecek olursa olsun, önemli bir yazardır. Okunması, konuşulması gerekir. Roman, öykü ve makaleleri ile toplumunun Tanzimat’tan beri geçirdiği değişiklikleri anlatıp, yapıtlarında önemli tespitlere yer verir.

Evet, ‘Birikim’ şürekâsının anlattığı “Proust” ya da “resmi ideoloji” karşıtlığıyla hiçbir ilgisi olmayan Kemalist Yakup Kadri faslına bu satırlar da eklenmelidir!

* * * * *

O hâlde insanlığın ilk tarihsel olgusunun gereksinmelerini karşılayan araçların üretimi, maddi yaşamın kendisinin üretimi[14] olduğunu asla “es” geçmemeliyiz.

Malum! Kapitalist toplumdaki maddi hayatın ürünü düşünceler, burjuva ideolojik referanslı tasarımların sistemleş(tiril)miş hâliyken; ezilenlere hizmet etmeyen düşünce ve davranışlar egemenlerin safındadır. Çünkü burjuva ideolojisi, sömürücü sınıf ideolojilerinin seçmeci toplamıdır.

Tam da bunun için sistemi meşrulaştırma, pasifikasyon gibi işlevleri yerine getirir.[15]

Bize bunları hatırlatan Cengiz Gündoğdu (Hoca)’ya bir kez daha müteşekkiriz.

13 Ağustos 2024 18:55:15, Muğla.

N O T L A R

[*] İnsancıl Dergisi, Yıl:34, No: 410, Eylül 2024…

[1] Franz Kafka.

[2] Şerif Temurtaş, Edebiyatta İsyan, Somut Yay., 2023.

[3] “Oportünizm ve sosyal şovenizmin politik içeriği aynıdır; sınıf işbirlikçiliği, proletarya diktatörlüğünün inkârı, devrimci eylemin reddi, burjuva yasallığının koşulsuz kabulü, burjuvaziye güven ve proletaryaya güvensizlik.” (V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.)

[4] Cengiz Gündoğdu, Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Türk Yazınında Gerçekçiliğin Temel Taşı, İnsancıl Yay., 2024, 155 sahife.

[5] Huzursuz Bir Ruhun Panoraması-Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Edebiyat ve Düşünce Dünyası, Derleyen: Yalçın Çakmak ve Özge Dikmen, İletişim Yay., 2022

[6] Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik, çev: Melis Ölçüm, Kafe-Kültür Yay., 2013, s.11.

[7] Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1997, s.68.

[8] Karl Marx, Yahudi Sorunu, çev: Sol Yayınları Yayın Kurulu, Sol Yay., Ekim 1997.

[9] Larry Diamond, “Toward Democratic Consolidation”, Journal of Democracy, 1994… https://muse.jhu.edu/article/225379

[10] 1 Mart 1975’te yayın hayatına “Merhaba” diyen Murat Belge yönetimindeki derginin “Çıkarken” başlıklı giriş yazısında amaçları şöyle özetlenmişti: “1) Teorinin büyük ustalarının ışığında, kendi sorunlarımız, hedeflerimiz, kendi toplumsal bütünlüğümüz açısından, kendi teorik dünyamızı kurmak; 2) Bunu yaparken yöntemi, bilimsel teoriyi aynı anda hem kavramak hem uygulamak, hem de açıklamak; yöntemi soyut değil, olması gereken yerde, somutun içinde bulmak; 3) Geçmişin ve bugünün kültürünü araştırmak, eleştirmek ve böylece geleceğin kültürel temellerini şimdiden kurmak; 4) Sosyalist kültürü, bir yaşama sorunu olarak ele alıp işlemek; 5) Bütün bunların üstesinden gelecek bir aydın kadrosunun oluşmasına katkıda bulunmak için mümkün olan her türlü çabayı harcamak”… Nereden nereye?!

[11] Uğur Vardan, “Tanıl Bora: Kısa vadede karamsar ve kaygılı ama uzun vadede iyimserim”, Hürriyet, 17 Ocak 2017… https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/tanil-bora-kisa-vadede-karamsar-ve-kaygili-ama-uzun-vadede-iyimserim-40335995

[12] “Yakup Kadri vs Nâzım Hikmet”, 26 Ocak 2010… https://edebiyatmeclisi.blogspot.com/2010/01/27-haziran-1929-tarihli-ikdam.html

[13] Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Nur Baba, İletişim Yay., 1999.

[14] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976, s.53.

[15] Therborn, Göran, İktidarın ideolojisi ve İdeolojinin İktidarı, çev: İrfan Cüre, İletişim Yay., 1989, s.7.