ArtıGerçek15-7.jpeg

CHP, ikisi de Kürd'e zulmetmiş Tayyip ile Esad'a çöpçatanlık yerine Kürt halkının temsilcileriyle gerçek bir Halk Cephesi oluşturma sorumluluğunu üstlenmelidir. 

Recep Tayyip Erdoğan , son bir ay içince art arda yaptığı görkemli dış temaslarla, özellikle de Türkiye'nin üye olmadığı Batı örgütü G-7'nin İtalya'daki, hemen ardından Asya devlerinin başını çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü'nün Kazakistan'daki zirve toplantılarına katılarak "iki taraf için de vazgeçilemez lider" imajını güçlendirdikten sonra Washington'daki NATO zirve toplantısında bastırdı... Başta ABD olmak üzere tüm üye devletler Türk silahlı kuvvetlerinin Suriye ve Irak'taki Kürt yapılanmalarına karşı sürdürdüğü imha operasyonlarına destek olmalıydı.

Zirve toplantısının sonunda yayımlanan bildirgede, bu isteğe uygun olarak, "Terörle mücadelenin, NATO'nun kolektif savunması açısından vazgeçilmez olmaya devam ettiği, teröristler ve terör örgütleri tarafından ortaya konan tehdit ve zorluklara kararlılıkla karşı koymaya devam edileceği" vurgulandıktan sonra, iki yıl sonraki NATO zirvesinin Türkiye'de toplanacağı da açıklanarak Erdoğan'ın karizmasına doping yapıldı.

Avrupa Birliği'nin altı aylık dönem başkanlığını üstlenmiş bulunan Türk Devletleri Teşkilatı üyesi Macaristan başbakanı Viktor Orban tarafından da, NATO toplantısı sırasında, "Anlaşma yapabilen tek başarılı devlet adamı" ilan edilen Erdoğan, bu desteklerden aldığı hızla, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Irak ve Suriye'deki Kürt yapılanmasını tamamen bitireceğini ilan ettiği gibi, yıllarca "Esed" diye aşağılayarak her türlü diyalogu kestiği Suriye Devlet Başkanı Esad'a da, bu imha operasyonunda desteğini almak için, görüşme çağrısı yaptı. 

Erdoğan alacağı sonuçtan öylesine emin ki, iki gün önce İstanbul'da düzenlenen Milli Savunma Üniversitesi Mezuniyet Töreni'ndeki konuşmasında "Kahraman güvenlik kuvvetlerimiz sayesinde çok önemli başarılara imza attık. Irak Suriye sahasında örgüt iyice kapana sıkışmış durumda. Pençe Kilit harekat bölgesinde çok yakında kilidi kapatıyoruz" müjdesi verdi!

Uzun yıllar, uluslararası diplomaside yalıtlanmış olan Suriye de, özellikle Türkiye'ye sığınmak zorunda kalmış Suriyelilerin ülkelerine dönebilmesini sağlayacak bir çözüm bulabilmek için Erdoğan'ın çağrılarına kapalı değil. 

Suriye Dışişleri Bakanlığı'nın bu konudaki açıklamasında, Ankara'yla ilişkilerin normale dönmesi için "Sadece Suriye’nin değil, Türkiye’nin güvenliğini de tehdit eden terör örgütleriyle mücadele"nin şart olduğu vurgulandı.

Bu arada Irak da devreye girerek, Erdoğan-Esad buluşmasının kısa zamanda Bağdat'ta yapılabileceğini açıkladı.

HRW'NİN ANKARA REJİMİ İÇİN UTANÇ VERİCİ SURİYE RAPORU

Tam da bu sırada, Birleşmiş Milletler'in "İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Aşağılayıcı Muameleye ya da Cezaya Karşı Komitesi"nin 8 Temmuz'da Cenevre'de başlayan toplantısına Suriye'nin Türk işgali altındaki bölgesinde işlenen insan hakları ihlalleri üzerine dehşet verici bir rapor sunuldu.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) tarafından sunulan 10 sayfalık raporda, Türk devletinin Suriye topraklarındaki askeri varlığı “işgalci güç” olarak tanımlanıyor, Türk silahlı kuvvetleri ve ona bağlı Suriye Milli Ordusu (SMO) güçleri tarafından işlenen kaçırma, keyfi gözaltı ve tutuklama, işkence ve gözaltında cinsel şiddet suçları şöyle belgeleniyor:

"Türkiye, 2016'dan bu yana sınırındaki Kürt varlığını zayıflatmak amacıyla Suriye'nin kuzeyine üç askeri operasyon düzenledi. 2016'daki ilk operasyonunda Halep'in kuzeyinde, daha önce İslam Devleti'nin (IŞİD olarak da biliniyor) kontrolünde olan Azez, El Bab ve Cerablus'u içeren ve ağırlıklı olarak Arapların yaşadığı bölgeyi işgal etti. 

"2018'deki ikinci saldırısında, Azez'in hemen batısında 2012'den beri Kürt liderliğindeki güçlerin kontrolü altında olan ve çoğunluğu Kürt nüfusa sahip bir yerleşim bölgesi olan Afrin'i ele geçirdi. 

"Türk Silahlı Kuvvetleri 2019'daki üçüncü saldırısında ise Suriye'nin kuzeydoğusunda Tel Abyad ile Resulayn (Kürtçe adıyla Serekaniye) arasındaki yaklaşık 150 kilometre uzunluğunda ve 30 km derinliğindeki dar bir şeridin kontrolünü Kürt güçlerinden aldı. 

"Türkiye her üç operasyonu da Türkmen gruplar, eski Özgür Suriye Ordusu grupları ve 2017'de Suriye Milli Ordusu olarak anılmaya başlanan diğer İslamcı gruplar da dahil olmak üzere çeşitli yerel silahlı grupların yardımıyla gerçekleştirdi. Askeri saldırılar kitlesel yerinden edilmelere yol açtı, ayrım gözetmeyen bombardıman, yargısız infazlar, hukuksuz gözaltılar, işkence ve zorla kaybetmeler, sistematik yağma ve yasadışı el koymalar da dahil olmak üzere hem insan hakları hem de insancıl hukukun ciddi ihlallerine sebebiyet verdi.

"Bugün Türkiye, işgal ettiği topraklar üzerindeki kontrolünü hem silahlı kuvvetleri ve istihbarat teşkilatları ile Suriye'nin kuzeyinde 100'den fazla askeri tesis, üs ve gözlem noktasıyla, hem de silah, maaş, eğitim ve lojistik destek sağladığı Suriye Milli Ordusu üzerindeki doğrudan kontrolü aracılığıyla sürdürüyor. 

"Türkiye ayrıca işgal altındaki bölgeler üzerinde, Türkiye'nin komşu bölgelerindeki yerel makamlar aracılığıyla idari kontrol de uygulamaktadır. Örneğin Türkiye'nin Hatay Valiliği, Afrin'deki eğitim, sağlık, mali hizmetler ve insani yardımları doğrudan denetlemektedir. 

"Suriye Milli Ordusu resmiyette Suriye muhalefetini temsil eden Azez merkezli ve uluslararası tanınan Suriye Geçici Hükümeti'nin Savunma Bakanlığı'na bağlı olsa da, bünyesindeki gruplar nihai olarak Türkiye'nin askeri güçlerine ve istihbarat teşkilatlarına hesap vermektedir. 

"Türk yetkililer, ABD destekli Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) en büyük bileşenleri olan Halk Savunma Birlikleri (Yekineyen Parastina Gel, YPG) ve Kadın Koruma Birlikleri'ni (Yekineyen Parastina Jin, YPJ) Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bir tutmaktadır. Türkiye, PKK'yı bir terör örgütü ve Türkiye'ye yönelik varoluşsal bir tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle belgelenen ihlallerin çoğunluğuna SDG yönetimi altında evlerinde yaşayan ve topraklarıyla ilgilenen, bu nedenle SDG veya bileşenlerine sadık olduğu düşünülen Kürtler maruz kalmıştır. Suriye Demokratik Güçleri ve kontrolündeki bölgelerde sivil yönetim organı olan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile bağlantısı olduğu düşünülen Araplar ve diğerleri de hedef alınmıştır.

 "Türkiye'nin askeri harekatlarının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilen ikinci bir amacı da işgal edilen topraklarda ‘güvenli bölgeler’ oluşturulması ve birçoğu yıllardır Türkiye'de yaşayan ve Suriye'nin farklı bölgelerinden gelen bir milyondan fazla Suriyeli mültecinin bu bölgelere yerleştirilmesidir. Çok sayıda insanın zulüm veya işkenceye uğramaktan korktukları bölgelere geri gönderilmeleri Türkiye'nin uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal edecektir. Toplu sınır dışı ve yerleştirme, zorunlu demografik değişimler yaşamaya alışkın bir bölge olan Kuzey Suriye'nin etnik yapısını da büyük ölçüde değiştirecektir.

"Türkiye daha önce de Suriyeli mültecileri zorunlu olarak geri göndermiştir. 2017'den bu yana Türkiye güçleri binlerce Suriyeli mülteciyi gözaltına aldı, tutukladı ve genellikle ‘gönüllü’ geri dönüş formlarını imzalamaya zorlayıp çeşitli sınır kapılarından Kuzey Suriye'ye geçmeye mecbur ederek sınırdışı etti. Nitekim Türkiye yalnız Temmuz 2023'te 1.700'den fazla Suriyeliyi Tel Abyad bölgesine geri göndermiştir.

"İşgalci bir güç ve bölgedeki fiili hükümet olarak Türkiye, mevcut kuvvetlerinin uluslararası insan hakları ve insancıl hukuka sıkı sıkıya uymasını sağlamak, kontrol ettiği bölgelerde kamu düzenini ve güvenliğini yeniden tesis etmek ve sürdürmek, bölge sakinlerini şiddetten korumak, ihlallerin faillerini sorumlu tutmak, kendi güçleri ve kontrol ettiği yerel güçler tarafından gerçekleştirilen ciddi insan hakları ihlallerinin mağdurları için giderim sağlamak, mülk sahiplerinin ve geri dönenlerin haklarını güvence altına alarak mülklerine hukuka aykırı olarak el konulanların ve kullanılanların her türlü zararını tazmin etmekle yükümlüdür.

"ERDOĞAN-ESAD BULUŞMASINDA CHP KİMDEN YANA?

Son günlerin bir başka önemli gelişmesi ise, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in "Ben Esad'ı masaya oturmaya ikna edebilirim. Yeter ki Erdoğan'ın böyle bir niyeti olsun" diyerek kendisine bir misyon biçmesi oldu.

Özel'in yıllarca Meclis Grubu başkanlığını yaptığı CHP'nin, AKP ve diğer sağcı partilerle birlikte "Gazi Meclis" adına Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sadece Irak ve Suriye'de değil, Kafkasya'da sürdürdüğü operasyonlara nasıl destek verdiğini unutmayanlar için bu "arabuluculuk" çıkışı kaygı uyandırıcıydı.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncay Bakırhan da, Özel'in "Esad'ı Erdoğan ile masaya oturmaya ikna edebilirim" sözlerine derhal "Sayın Özel, Erdoğan'la Esat, Kürt karşıtlığı üzerinden bir ittifak yapmaya çalışıyor. Sen bu arabuluculukla Kürt karşıtı bir siyaseti mi örgütlemeye çalışıyorsun? Bunun sana da, bize de, Türkiye halklarına da bir yararı yok" diye tepki gösterdi.

Gerçekten de, Suriye ile ilişkiler konusunda Erdoğan'ın arabuluculuğunu yapmak yerine, ana muhalefet partisi liderinin her şeyden önce, onun yönetimi altında yıllardır Irak ve Suriye'de sürdürülen işgalci operasyonların hesabını sorması, herkesten önce demokratik bir çözüm için Suriye ve Irak Kürtlerini muhatap almaya zorlaması gerekmez miydi? 

CHP Diyarbakır milletvekili Sezgin Tanrıkulu dahi, geçen hafta Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada,"Eğer Suriye'de barış inşa edilecekse Kürtleri dikkate almayan, oradaki halkların iradesini dikkate almayan bir barış inşa edilemez" diyordu. 

 AKP'nin Suriye konusunda "özeleştiri vermesi, kendi yanlışını görmesi ve buradan yürümesi gerektiği" görüşünde olduğunu belirten Tanrıkulu, hükümetin bölgedeki politikalarını şöyle eleştiriyordu:

 "Oradaki halkların iradesine uygun demokratik bir Suriye rejiminin inşa edilmesi gerekirken Adalet ve Kalkınma Partisi ne yaptı? Dünyanın bütün cihatçı örgütlerini, bütün küresel teröristlerini, dünyanın 80 ülkesinden küresel teröristleri, cihatçıları Esad'ın düşmesi açısından Suriye'de topladı ve Türkiye'de lojistik destek sağladı.

 "Dolayısıyla bugün Suriye’nin bu noktaya gelmesinde ve bu sorunun bizim iç meselemiz haline gelmesinde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yanlış politikaları vardır."

 Evet, Türkiye'nin gerçekten demokratikleşmesini, Irak, Suriye, Kafkasya ve Ege bölgesinde barış ve dostluğun ihya edilmesini istiyorsa, CHP yönetiminin, AKP'nin gönlünü hoş edecek "yumuşama" ve "çöpçatanlık" gösterilerinden vazgeçip, bir an önce Kürt halkının temsilcisi, Meclis'in üçüncü büyük partisi DEM ile masaya oturması, son Fransa seçimlerinde olduğu gibi, gerçek bir Halk Cephesi oluşturması gerekir...  

Geç olmadan...

(Artı Gerçek, 15 Temmuz 2024)