Yaratıcı sürgünlüğün Belçika'daki eseri olan Güneş Atölyeleri 50. yılına gençleşmiş bir yönetimle ve daha kapsamlı bir programla giriyor.
Geçtiğimiz hafta Hamas lideri Haniye'nin sözüm ona yüksek koruma altında olduğu İran'da katledilmesi üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Karabağ'a nasıl girdiysek, Libya'ya nasıl girdiysek bunun benzerini İsrail'e de yaparız" diye tehditler savurması, hemen ardından da Rusya ile başta ABD olmak üzere bazı Batı ülkeleri arasında MİT aracılığıyla "rehine" takası gerçekleştirilmesi tüm dünyanın dikkatlerini Türkiye'ye yoğunlaştırdı.
ABD Başkanı Biden ve diğer taraf ülkelerin liderlerinden Türkiye'ye övgü ve teşekkür yağarken, güdümlü Türk medyası da bunu "Erdoğan'ın diplomatik zaferi", "Türkiye güven merkezi", "Türkiye teşekkürü hak ediyor" manşetleriyle yansıtmakta gecikmedi.
İyi hoş da, başkentinde yedi farklı ülkeden 26 rehine takas edildiği için alkışlanan Türkiye'nin zindanlarında halen 350 Bin'den fazla insanın çile çekmekte olduğuna, durmadan artan tutuklu ve mahkum sayısını demir parmaklıklar arkasında tutabilmek için yeni yeni cezaevleri inşa edildiğine dair bu medyada tek satır yok...
Kürt liderleri, milletvekilleri ve düşünürlerinin, Gezi direnişçilerinin, muhalif gazeteci ve yazarların çektiği zindan çilesi umurlarında değil...
Ya düşüncelerinden ve siyasal tercihlerinden dolayı AKP-MHP diktasının zindanlarda tuttuğu vatandaşların yanı sıra, aynı akıbete uğramamak için sürgüne çıkmak, mücadelelerini ve yaratıcılıklarını oralarda sürdürmek zorunda kalanlar?
Almanya'daki siyasal sürgün dostlarımızdan Engin Erkiner önceki gün sosyal medyada paylaştığı "Bizim yaratıcı sürgünlüğümüz" başlıklı yazısında tam da bu konuyu işliyordu.
"Yaratıcı sürgünlük yeni bir kavram sayılır. Tarihte örneklerinin az olmamasına rağmen bu kavramın yeni olmasının nedeni, sürgünlüğün yıllarca bunalım, sıkıntılar, iletişimsizlikle birlikte düşünülmüş olmasıdır. Sürgünlükte bunlar vardır ama başka bir yön daha bulunur: sürgündekilerin değişik konularda üretmeleri..."
Ardından da örnekler veriyordu: "Türkiye insanının 1971 ve özellikle 1980 sonrasındaki sürgünlüğüne bakıldığında çok sayıda üretici isimle karşılaşılır. Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul’un üretkenlikleri 1971 sonrasında başlarken kitlesel denilebilecek yaratıcı sürgünlük 1980 sonrasındadır. Server Tanilli, Yusuf Ziya Bahadanlı, Fakir Baykurt, Doğan Akhanlı, Gökhan Harmandalıoğlu, Yılmaz Güney, Oya Baydar, Demir Özlü, Dursun Akçam, Nihat Behram, Ataol Behramoğlu, Abdülkadir Konuk ilk aklıma gelen isimlerdir."
YARATICI SÜRGÜNLÜĞÜN BELÇİKA’DAKİ ÖRGÜTLENMESİ
İlginç bir raslantı, Avrupa Sürgünler Meclisi'nin yönetim kurulu üyesi olan Engin Erkiner'in bu yazısını paylaşmamızın hemen ardından, 1971 darbesinden sonra sürgünde başlattığımız yaratıcı çalışmaların en kalıcı ürünlerinden biri olan Güneş Atölyeleri'ndeki dostlarımızla geleceğe yönelik önemli bir atılımı kutlamak üzere bir araya gelmiştik.
Güneş Atölyeleri'nin kurucusu olan ve 37 yıl yöneticiliğini yapan İnci Tuğsavul, 2011 yılında bu görevi Iuccia Saponara'ya devretmişti. Bu yıl emeklilik yaşına erişmiş bulunan Iuccia da, yönetim kurulu başkanlığını sürdürmekle birlikte, atölyelerin yönetimini 1999'den beri yardımcılığını yapan Elise Thiry'ye devretmiş bulunuyor.
1974'te kurmuş olduğumuz Güneş Atölyeleri, 1971 darbesinin ardından diğer sürgün arkadaşlarla birlikte Avrupa ülkelerinde başlattığımız Demokratik Direniş Hareketi'nin ürünüydü. O yıllarda Türkiye ile birlikte üç Avrupa ülkesi daha, İspanya, Portekiz ve Yunanistan da faşist diktatörlükler altındaydı. O dönemde bu ülkelerin anti-faşist direnişçileriyle sürekli eylem birliği ve dayanışma içindeydik, onlardan y aratıcı sürgünlük üzerine çok şey öğrendik.
Sürgünümüzün ilk üç yılı, 1971’den 1973’e kadar, Demokratik Direniş’in Belçika, Hollanda, Almanya, İsveç ve Fransa başta olmak üzere çeşitli ülkelerde örgütlenmesi, cunta yönetiminin kirli yüzünü teşhir etme mücadelesiyle geçmişti.
O dönemde Türkiye'deki insan hakları ihlallerini, işkence ve zulüm uygulamalarını arka arkaya yayınladığımız İngilizce üç kitapla başta Avrupa Konseyi olmak üzere uluslararası kuruluşlara ve medyaya duyurmuştuk. Bu üç belge son olarak büyük boy 828 sayfalık bir kitap olarak Info-Türk tarafından Resistance Documents adı altında yayınlanmış bulunuyor.
Legale çıktıktan sonra Türkiye gerçeklerini dünya kamuoyuna çeşitli dillerde sistemli bir şekilde duyurmak üzere 1 Mayıs 1974’te, demokratik direnişte yer alan arkadaşların katılımıyla Avrupa’nın başkenti Brüksel’de enformasyon ve dokümantasyon merkezi İnfo-Türk’ü kurmuştuk.
İnfo-Türk’ün haber bültenlerinin ve Türkiye’de basımı hâlâ yasak olan kitapların Belçika’da yayınlanmasını finanse etmek amacıyla piyasaya da iş yapacak bir dizgi, mizanpaj, grafik ve baskı atölyesi kurmuştuk. Ben bülten ve kitapların metinlerini Türkçe döner kafalı bir IBM dizgi makinesinde yazıyor, ardından iki üç kez elden geçirerek satırların tamamını sona blok hale getirip mizanpaj ve baskı için İnci’ye veriyordum. Atölyenin tüm teknik yükü, baskı ve cilt dahil, İnci’nin sırtındaydı.
TC Büyükelçiliği’nin bizi “tehlikeli kişiler” diye jurnallemesi yüzünden Belçika Yabancılar Polisi’nin oturma ve çalışma izni vermeyi üç yıl boyunca reddetmesine rağmen BM mültecisi sıfatıyla bu çalışmayı ısrarla sürdürdük.
1976 yılında Türkiye’de kurulan Türkiye İşçi Partisi’nin Avrupa’da örgütlenmesi ve sesinin çeşitli dillerde dünya kamuoyuna duyurulması, 12 Eylül darbesinden sonra parti liderlerinin Avrupa’ya iltica etmelerinin sağlanması, sadece partililere değil, cunta karşıtı tüm güçlere açık Demokrasi İçin Birlik örgütünün kurulması da bu alt yapı sayesinde sağlandı.
Darbeden sonra Evren cuntasına karşı Avrupa başkentinde ilk kitlesel protesto gösterisi de Demokrasi İçin Birlik tarafından örgütlendi.
Belçika’daki Türkiyeli göçmen işçilerin üye bulundukları iki büyük sendikanın, FGTB ve CSC’nin Türkçe gazeteleriyle Belçika, Hollanda ve Fransa’daki ilerici göçmen örgütlerinin gazete ve bildirilerinin de hazırlandığı dizgi, mizanpaj, grafik ve baskı atölyemizdir ki, daha sonra büyük bir çeşitlilik kazanacak olan Güneş Atölyeleri’nin çekirdeğini oluşturdu.
Bu çalışmalara paralel olarak, 70'li yıllarda Brüksel'deki Türkiyeli işçilerin kurduğu Türkiyeli İşçiler Dayanışma Örgütü (TİDÖB) ve Türkiyeli İşçiler Kültür Merkezi (TİKM)'nin sosyal ve kültürel çalışmalarının sorumluluğunu da üstlendik.
Sosyo-politik mücadelemiz sadece Türkiye ile de sınırlı kalmadı. Belçika’daki yabancı kökenli emekçilerin ve ailelerin eşit haklara sahip olması, siyasal planda da seçme ve seçilme hakkı kazanmaları için tüm ilerici göçmen örgütlerinin ortaklaşa başlattıkları kampanyada hep aktif olarak yer aldık, Göçmen İşçi Örgütleri Eşgüdüm Komitesi (CLOTI)'de ve Brüksel Kültürlerarası Etkinlikler Merkezi (CBAI)'de sorumluluk üstlendik.
1983 yılında göçmenler aleyhine bazı projeler hazırlanması üzerine demokratik örgütlerin ve sendikaların organize ettiği büyük protesto yürüyüşünde İnci'nin öğrencileriyle birlikte oluşturduğu ve çeşitli pankartlar taşıyan grubun geçişi büyük olay olmuştu.
Anti-faşist mücadelemiz devam ederken, aynı zamanda Brüksel okullarında Türkiyeli çocuklara dil ve kültür öğretmenliği yapan İnci’nin girişimiyle 1982 yılından itibaren göçmen çocuklarının okullarda başarılı olmasını sağlamak için yardımcı sınıflar, yetişkinlerin dil öğrenip çalışma yaşamında ve sosyal ilişkilerde başarılı olmaları için sürekli eğitim kursları örgütledik.
Gençlerin, çocukların, hattâ yetişkinlerin çeşitli sanat dallarında kendilerini ifade edebilmeleri, geldikleri ülkelerin kültürel zenginliklerini herkesle paylaşabilmeleri için de yaratıcı atölyeler oluşturuldu.
Başlangıçta bunlara sadece Türkiye ve Fas çıkışlı göçmenler gelirken, dil, ırk, inanç farkı gözetmeksizin tüm insanlığa açık enternasyonalist çizgisi nedeniyle bir kaç yıl sonra atölyelerde her gün üç kıtadan 50’yi aşkın milliyete mensup 300’e yakın yetişkin ve 100’e yakın genç ve çocuk bir araya gelmeye başladı.
GÜNEŞİN ÇOCUKLARININ ESERİ: GÜNEŞ ATÖLYELERİ
Katılanların gittikçe büyüyen çeşitliliğini ve kavganın enternasyonalist boyutunu göz önünde tutarak atölyelere bir isim vermek gerekiyordu. Yüksek iktisat öğrenimi görürken Campanella’nın herkesin eşit yaşadığı Güneş Devleti ütopyası beni çok etkilemişti. Katılımcılarımızın büyük çoğunluğu güneşli güney ülkelerinden geldiği için Güneş Atölyeleri ismini seçtik.
Başlangıçta kamuoyuna yönelik kültürel çalışmalar daha çok Türkiye kaynaklıydı. 1976’da FGTB sendikasına üye Türkiyeli işçilerle birlikte örgütlediğimiz Nazım Hikmet’e Saygı gecesi, aynı zamanda klasik gitarist olan İnci’nin 1982’de başlattığı notalı saz kursları, Brüksel’in dört belediyesinde Karagöz ve Botanique Kültür Sarayı’nda Nasreddin Hoca gösterilerinden sonra 1983 yılında Uluslararası Basın Merkezi’nde göçmen ihraç eden ülkelerin karikatüristlerinin eserlerini tanıtan bir sergiyle çok kültürlülüğe açıldık.
Bu açılımda en önemli dönüm noktalarından biri, 1985’te çeşitli milliyetlerden gençlerin gerçekleştirdiği, Aşık Veysel’in ünlü türküsünden esinlenen ve tüm göçmenlerin geldikleri ülkelerde karşılaştıkları ortak sorunları sergileyen Gidiyorum Gündüz Gece tiyatro gösterisiydi.
Türkiye’de faşist baskıların artması sonucu Belçika’ya siyasal göç akımında ön plana çıkan Kürt, Asuri ve Ermeni arkadaşların Güneş Atölyeleri ile kurduğu sıcak ilişkiler, sadece kültürel planda değil, aynı zamanda anti-faşist mücadele planında da ses getirecek etkinlikler gerçekleştirmemizi sağladı.
70’li yıllarda Tekoşer adı altında kurulmuş bulunan Brüksel Kürt Enstitüsü 1981’de Evren Cuntası’na karşı düzenlediğimiz protesto gecesinde hem mesajıyla, hem de folklor grubuyla aktif bir şekilde yer almıştı. Daha sonra Belçika Asuri Enstitüsü ve Belçika Demokrat Ermeniler Derneği kuruldu.
90’lı yıllarda Kürt, Asuri, Ermeni örgütlerine ve işyerlerine yapılan saldırılar, TC Büyükelçiliği’nin ve onun hizmetindeki Türkçe medyanın kışkırtmasıyla bize karşı açılan linç kampanyaları dayanışmamızı, güç ve eylem birliğimizi daha da pekiştirdi.
Ermeni, Asuri ve Kürt soykırımlarının, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin yıldönümünde, Tayyip faşizminin bitip tükenmez saldırıları karşısında düzenlediğimiz ortak direniş etkinlikleri, Güneş Atölyeleri’nin 50 yıllık geçmişinin en önemli sayfalarındandır.
Güneş Atölyeleri’nin doğuşu, gelişimi ve eserleriyle ilgili tüm veriler internetteki http://www.ateliersdusoleil.be sitesinde herkesin ulaşımına açıktır.
Yaşımız ilerlediğinde enerjimizi ağırlıklı olarak İnfo-Türk yayınlarına ve 50 yıllık arşivlerimizin değerlendirilmesine verebilmek için Güneş Atölyeleri’nin yönetimini yıllarca birlikte çalıştığımız, zorluklara karşı birlikte mücadele verdiğimiz çeşitli milliyetlerden genç arkadaşlara devrettik…
Onlar, yine çeşitli milliyetlerden oluşan çalışma ekibiyle birlikte çok kültürlü Güneş Atölyeleri’ni başarıyla geleceğe taşıyorlar. Gurur duyuyoruz. Atölyeleri yöneten Iuccia Saponara ve Elise Thiry başta olmak üzere çalışan tüm arkadaşlara teşekkür ediyoruz.
Sadece onlara değil, “Vatansız” Gazeteci kitabımın Fransızcası yayınlandıktan sonra 2014’te düzenlenen tanıtım toplantısında İnci ile beni “İnsanlık Vatandaşları” olarak ödüllendiren Belçika Asuri Enstitüsü, Belçika Demokrat Ermeniler Derneği, Belçika Kürt Enstitüsü ve Brüksel Halkevi yöneticisi dostlarımıza, kavga arkadaşlarımıza da yürekten teşekkür borçluyuz.
Biz 1971'de Belçika'ya illegal olarak geldiğimizde birimiz 35, diğerimiz 31 yaşındaydık... Bugün birimiz 88, diğerimiz 84 yaşında... Uzun ve çalkantılar dolu bir yolculuğun sonuna yaklaştık.
Dileğimiz odur ki, biz göremesek de, önümüzdeki dönem Türkiye’de Tayyip-Bahçeli terörünün çöktüğü, sadece bizim ülkemizin değil, baskı ve zulüm altındaki tüm ülkelerin insanlarının özgür olduğu, sürgünü yaşamak zorunda kalanların da doğduğu topraklara, sevdiklerine ve sevenlerine kavuşabildikleri bir dönem olsun…
(Artı Gerçek, 6 Ağustos 2024)