Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunu, sanırım hem kısa ve uzun vadede hem de ülkenin tarihsel gerçekleri ve emperyalist sistem ile olan bağlantılar çerçevesinde ele almak gerekiyor. Önce soruna uzun vadede ve uluslararası ilişkiler çerçevesinde baktığımızda şunları görüyoruz:
Uzun vadede hiçbir Sosyal-Demokrat iktidar, Batı dâhil hiçbir ülkede, kitleler lehine çözüm üretememiştir. Bunun temel nedeni; dayandıkları sınıfın özelliklerindendir. Avrupa’da işçi sınıfı içinden gelen Sosyal demokrasi, giderek tekelci burjuvazinin ‘sol’ kanadını oluşturmuş ve buna göre siyasi mücadelenin içinde yer almaktadır. Bu da onun son tahlilde kitlelerin değil, tekelcilerin çıkarları için siyaset yaptığını bize söyler. Bu siyasi oluşum, ülkemizde daha farklı şekillenmiş, özellikle küçük-burjuva devrimciliğinden etkilenerek gelişmiş fakat büyük burjuvazinin kontrolü dışına hiçbir zaman çıkamamıştır. Sosyal Demokrat Partilerin çıkış noktasında olumluluklar olsa da geldiği noktada, emperyalist sistemin ‘sol’ aparatı haline gelmesi, neredeyse kaçınılmazdır. Bu ikilem de partinin politikasında ve liderlerinde ki gel-git ve uzun vadedeki tutarsızlıklarının temelini oluşturmaktadır. Uzun vadede ülke gerçeklerini analiz edip soruna yaklaştığımızda da şunları görüyoruz:
Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin ve ülkenin siyasi geçmişine damga vurmuş Atatürk, İnönü ve Ecevit’e birçok yönleriyle benzediğini söyleyebilirim. Bu ortak özellik, aynı şekilde olumlu-olumsuzluklar(gel-gitler) şeklinde kendini ortaya koyuyor. Örneğin M. Kemal'in Sultanlığı yıkıp Cumhuriyeti kurması bir devrimdir. Fakat feodalizmi tasfiye etmemesi, Kürt ve sosyalistlere karşı politikası veya dini getirip devletin içine yerleştirmesi olumsuzluklarının başında gelir.
İ. İnönü de aynı gel-git çizgiyi izlemiştir: Tan gazetesi baskını, 1946 seçimlerine sosyalist partilerin katılımını engellemek vb. olumsuzlukların yanında, Deniz-Hüseyin ve Yusuf’un idamına karşı mücadele vermesi de olumluluklar listesi içindedir.
Ecevit’te aynıdır. ‘Toprak işleyenin su kullanın’ diyen, siyasi af çıkartan, Afyon konusunda ABD’ye kafa tutan ve dürüst kişilikli Ecevit, 1978 yılında ABD ile yaptığı anlaşmayı eleştiren DİSK yönetimine ‘gölge etmeyin başka ihsan istemez’ diyen kişidir. Aynı Ecevit yıllar sonra MHP ile ittifak kurup, Cezaevlerinde ki devrimcileri kadın erkek demeden kimyasal bombalarla imha edilmesine emir verebilmiştir.
Aslında tüm bu gel-gitler, Kılıçdaroğlu’nda da benzer şekilde var. Her şeyden önce dürüst ve mütevazı bir kişilik ön planda, fakat dokunulmazlıkların kaldırılmasına, tezkerelerin onaylanmasına vb. Birçok olumsuz siyasi kararlara da imza atan odur.
Bu tanımı tüm CHP’li sıradan üyelere kadar genişlettiğinizde de aynı tutarsızlık ve yaman çelişkilerle karşılaşışınız. Örneğin İmamoğlu’nu ele alalım. Yaptığı hizmetlerle, kadın sorununa bakışıyla, Kürt halkıyla olan ilişkisiyle vb. ile yüksek puan alan bu insan, ‘Topal Osman benim geçmişimdir’ türünden bir açıklamayla karşı uca geçebilmektedir. İşte bunlar da CHP’nin devam ettirdiği tarihsel paradigmasının (değerlerinin) ipuçlarını bize verir.
CHP’NİN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ KISIR DÖNGÜ(SENDROM)
Bu öylesine bir değerler dizisidir ki, 1915’ler de Ermeni-Helen halkı olmak üzere tüm Müslüman olmayanlar katledilmişti. Bu soykırımlar Anadolu halkı üzerinde büyük bir şoka neden olmuş ve bu şok, mandacı-şeriatçı-ırkçı sağcı güçler tarafından kendi kitlesel tabanlarını yaratmak için kullanılmış ve istismar edilmiştir. Böylece emekçiler tarihsel olarak konsolide edilmiş oldu. Özellikle 1915 yılı sonrası, Topal Osman gibi faşistler aracılığıyla Rum halkı, daha sonra genç Cumhuriyet ordusu tarafından Kürtler kitlesel katliamlara uğratılarak, geçmişte halkta var olan büyük şok, sürekli hale gelmiş ve bu CHP’nin sendromu olarak kayda geçmişti. Dolayısıyla CHP’nin elinde, sadece bir türlü demokratik bir içeriğe kavuşamayan Cumhuriyet kalmıştır. Düşünsenize, 1950’ler de Sağcılar halkın %60 oyunu alabilmiş, halk, 1960’da darbeyi korkudan desteklemiş ve ilk fırsatta da Demirel’i yeniden seçmişti. Aynı örnek çok çarpıcı olarak 12 Eylül darbesinde de yinelenmiştir: korkudan orduya %93 destek veren halk, ilk fırsatta Askerlerin partisini değil sağcıların partisi ANAP’ı iktidara taşımıştır. Bugün ise bu örnek, daha çarpıcı biçimde kendini göstermektedir: düşünsenize, 20 yıldır ülkeyi, her türlü hırsızlık, soygun, kanunsuzluk, ahlaksızlık, katliam ve haksızlıklarla yöneten AKP, hala birinci parti konumunda. CHP neden bu derece yozlaşmış ve pisliğe bulaşmış parti karşısında bir türlü atağa geçemiyor ve ipi tek başına göğüsleyemiyor dersiniz? İşte bu gerçeğin arkasında yatan paradigma budur. CHP’nin esas yapması gereken, halkın tarihsel hafızasına kazınmış olan soykırımlarla yüzleşip ezilen halklarla barışması esas olandır. Bunu yapmadığı müddetçe tek başına iktidar olması kesinlikle mümkün değildir. Demokratik olmayan cumhuriyet koridorunda istediği gibi atını koşturabilir. Ama asla dışına çıkamaz!
Bütün bu gel-gitler ve hatalarla yüzleşmemek, sonuçta kitlelerle olan ilişkiyi, sadece demokratik olmayan Cumhuriyetçilik koridoruna hapsetmiş olmuyor, aynı şekilde kitlelerin ekonomik-sosyal sorunlarını çözebilmek için gerekli olan tekelci (oligarşik) sistemin karşısında dik durma-mücadele etme direncini alıp götürmüş oluyor. Kılıçdaroğlu işte böyle olumlu ve olumsuz bir geleneğin temsilcisidir. Bu kişinin adaylığını analiz ettiğimizde ortaya, gelecekte çok önemli olumsuzlukların çıkacağı neredeyse kesin gibidir.
Bu olumsuzluklar, yukarıda da gösterdiğim gibi adı geçen liderlerin kişilikleriyle açıklanmaz. Bu sınıfsal ve tarihsel bir sorundur. Dünyamız, emperyalizm denen ve doymak nedir bilmez bir canavar tarafından yöneltilmektedir ve Sosyal-Demokrat Partilerde bu gerçeğin ve de temsil ettikleri geleneğin bir parçası olarak vardırlar. Bu da bize gösteriyor ki uzun vadede Kılıçdaroğlu’nun(veya bir benzerinin) iktidarında ki gelecek hiçte beklendiği gibi olmayacaktır.
Kısa vadede ise, ülkemiz açısından durum, bunun tam tersidir. Ülkenin ve halkın başında bulunan felaket, ne yazık ki emekçiler ve onun temsilcileri tarafından alaşağı edilemiyor. Muhalefette olan partiler ve bunların başını çeken CHP ve lideri, demokratik kitlesel gücü elinde bulunduruyor. Uluslararası gücün temsilcisi oldukları için de iktidar tarafından muhalefet olarak baskı altına alınamıyor ve mücadele imkânlarını koruyabiliyorlar. Geçmişte Menderes iktidarıyla, bugün de RTE ile ortaya çıkan sağcı ve kitlesel felaketlerin nereden kaynaklandığını bulup çıkartmadığı ve bu nedenlerin üzerine gitmediği oranda, CHP hem tek başına iktidar olamayacak hem de iktidarının ülkeye uzun vadede vereceği bir gelecek olmayacaktır.
Fakat kısa vadede var olan büyük tehlikenin bertaraf edilmesinde; emekçilerin, Kürtlerin ve komünistlerin CHP’ye dönük tarihsel tepkisine rağmen, Kürtlerin desteğiyle, bugün mevcut iktidarı değiştirmekte, CHP ve Kılıçdaroğlu’ndan başka bir alternatif gözükmüyor. Evet, bu çerçeve de uzun vadeli uyarılarımızı ve öngörülerimizi koruyarak, başımızda ki belanın kalkması için Kılıçdaroğlu liderliğindeki muhalefetin desteklenmesi zorunlu gözüküyor.