Bugün, ezilen ve sömürülenlerin özgürlük mücadelesinde yepyeni bir çığır açan büyük kuramcı Karl Marx’ın 200’üncü doğum günü. Marx ve düşünceleri tüm postmarksist, liberal, küçük burjuva karalamacıların hezeyanlarına, yaygın burjuva medyasının iftiralarla değersizleştirme çabalarına rağmen capcanlı yaşamaya devam ediyor. »Hayaleti« hâlâ burjuvaziyi karabasanlara boğuyor; deyim yerindeyse, »gölgesinden« bile korkuyorlar.
Marx modern işçi sınıfının tarihsel bir kategori, yani tarihsel varoluş koşulları ve hareket yasaları olan kendiliğinden bir sınıf olduğunu tespit etti ve proletaryayı tarihsel görevine bağlayarak, yani sosyalist devrim ve devinimleri gerçekleştirmek üzere siyasî iktidarı ele geçirme göreviyle kendine sınıf hâline dönüştürdü. Materyalist tarih anlayışı ve kapitalist gelişme teorisiyle silahlandırarak bilinçli sınıf mücadelesi tabanına çektiği işçi sınıfını, kucağında çiçek açtığı kapitalist toplum düzeninin mezar kazıcısı yaptı.
Yoldaşı Friedrich Engels ile bugüne kadarki tüm toplumların tarihinin son kertede üretim ve mübadele ilişkilerinin tarihi olduğunu ve özel mülkiyet egemenliği koşulları altında bu tarihin siyasî ve sosyal alanda sınıf mücadeleleri biçiminde geliştiğini ortaya koyarak, insanlık tarihinin en önemli zembereğini, yani itici gücünü görünür kıldı. Böylelikle bilinç ile varoluş, insanın arzusu ve toplumsal tavrı ve bugüne kadarki tüm toplum biçimlerinin amaç ve sonuçları arasındaki oransızlık açıklanabilir oldu. Nihâyetinde insanlık Marx’ın düşünceleri sayesinde kendi toplumsal süreçlerinin sırrına erebildi.
Kapitalist gelişmenin yasallıklarını kanıtlayarak ise kendi tarihini yapan toplumun doğal, bilinçsiz evreden, bilinçli ve iradeli evreye geçişinin yolunu da göstermiş oluyordu. Ancak, Engels’in deyimiyle toplumun bütünü için sosyalist devinimlerle gerçekleşecek olan »hayvanlar aleminden insani özgürlüğe sıçrama« uzak bir günün değil, bugün ve burada, günümüzün toplum düzeni içerisinde verilen mücadelelerin özünü oluşturmak zorundadır. Çünkü günümüz toplumlarının tüm sorunları egemen mülkiyet ve iktidar ilişkilerinden kaynaklanmaktadır.
Bunu neden bu kadar kesinlikle söyleyebiliyoruz? Çünkü Marx toplumsal bilincin tüm biçimlerinin, sınıf ve grup çıkarlarının yarattığı anlaşmazlıklar, maddi yaşamın çelişkileri ve nihâyetinde »toplumsal üretici güçler ve üretim ilişkileri arasında var olan ihtilaf« üzerinden açıklanabileceği sonucunu ortaya çıkarmıştır. Ve Marx sayesinde, »sosyal, siyasî ve zihinsel yaşamı belirleyen maddî yaşamın üretim biçimidir« yasası temelinde tarihsel gelişmenin yönünü görmeyi, mücadele ve politikamızı yerel, bölgesel ve evrensel düzeyde ortaya çıkan yeni görüngülere uyarlamayı ve esas olanı söylemeyi öğrenebildik.
Uyarlama dediğimiz sonucunda devrimci reel politikadan başkası değil, yani Marx’ın anladığı ve kuramsallaştırdığı biçimde proleter sınıf politikasıdır. Ve Lenin’e dayanarak söyleyebiliriz ki, devrimci reel politika tarihsel gelişme tandansında tek gerçek ve bugün-buraya ait olan politikadır. Ve komünistler olarak iddia edebiliriz ki, Marx’ın öngördüğü gelecek, kapitalizmin Marx tarafından ortaya çıkarılan yasallıkları sayesinde gerçek olacaktır.