Ortadoğu halkları korkunç karabasandan kurtulamayacak gibi. 3 Temmuz’da gerçekleştirdikleri darbe ile Mursi’yi görevden alan üniformalı kapitalistler Mısır’ı kan deryasına çevirdiler. Müslüman Kardeşlerin örgütledikleri protestoları yüzlerce insanı katlederek bastırmaya çalışan Abdülfettah el Sisi ve çetesi, Mısır halkını iki uzlaşmaz düşman kampına ayırdı.
Demokratik bir alternatifi oluşturabilecek güçlerin zayıflığı durumu daha da çetrefilleştiriyor. Çünkü karşı karşıya duran iki toplumsal cephenin de demokrasi diye bir dertleri yok. Neoliberal-islamist Müslüman Kardeşler demokrasiyi, çoğunluğun azınlık üzerindeki hakimiyeti ve bir egemenlik aracı olarak algılarken, seküler kesim darbeyi ve diktatörlüğü onaylıyor. Olan ise ekonomik durumları gün be gün zorlaşan yoksul halk kitlelerine oluyor.
Son günlerdeki gelişmeler Mısır’daki toplumsal ve siyasî ihtilafların radikalleşeceğine işaret ediyor. Mısır ordusunu yakından tanıyan bazı uzmanlar, generallerin bilinçli bir radikalleştirme stratejisini izlediklerini iddia ediyorlar. Bu görüşe göre Müslüman Kardeşlerin ve diğer islamist grupların daha da radikalleşerek illegaliteye çekilmeleri generallerin işine geliyor. Çünkü islamistlerin silahlı muhalefeti seçmeleri ve şiddet başvurmaları hem bu grupların toplumsal tabanını zayıflatacak, hem seküler kesimlerin orduya desteğini artıracak, hem de oluşan terör ortamı polis devletini uluslararası arenada meşrulaştıracak.
Darbecilerin uyguladıkları politikalara ve Müslüman Kardeşlerin uzlaşmaz tutumlarına baktığımızda, böylesi bir senaryonun gerçeğe hayli yakın olduğunu söyleyebiliriz. Halihazırda ordu yönetiminin olağanüstü hal uygulamaları ve devlet terörüyle belirli bir süre daha ayakta kalabilecekleri görülüyor. Ancak bu Mısır yönetiminin iktisadî durumu daha ne kadar dayanabilirlilik sınırında tutabileceğine bağlı. Eğer ekonomik buhran derinleşirse, seküler kesimlerin de desteği kaybedilecektir.
Darbe rejiminin ayakta kalabileceği süreyi tahmin edebilmek için Körfez ülkelerindeki despot yönetimlerin Mısır politikalarına bakmak gerekiyor. Ve elbette Batının alacağı tavra da. ABD ve AB dolaylı yönlendirmelerin yanı sıra kendi inandırıcılıklarını kollama kaygısıyla, Mısır’daki tarafları itidale davet ediyor ve şiddeti eleştiriyorlar. Kendi kamuoylarına yönelik açıklamalarda »demokrasi«ve »insan hakları« vurgusu hakim. Hatta Mısır ordusunun en büyük destekçisi ABD bile geçici hükümetin ivedi olarak şiddeti durduracak önlemler almasını talep ediyor, başkan Obama NATO partneri Mısır ordusuyla yapılacak askerî manevrayı erteliyor. Ancak orduya her yıl yapılan 1,3 milyar Dolarlık hibenin ertelenmesinden bahseden yok.
Mısır ekonomisi hızla çöküyor. Yabancı yatırımlar ve Avrupa’nın gönderdiği yardımlar durma noktasına geldi. Ülke ekonomisinin amiral gemisi sayılan turizmde büyük sıkıntılar baş gösteriyor. Avrupa basını Mısır turizminde yüzde 80’e varan iptaller olduğunu bildiriyor.
Körfez ülkeleri ise belirleyici konuma yükseliyorlar. Körfez ülkelerinin gönderdikleri 12 milyar Dolar geçici hükümete nefes aldırabiliyor. Kendi ülkelerindeki muhalefetin, bilhassa, islamistlerin güçlenmesinden korkan Körfez despotlarının bu yardımın sürdürülmesi konusunda stratejik bir karar almaları, generallerin egemenliklerini uzun bir süre sürdürmelerine büyük destek anlamına gelecektir.
Diğer yandan İsrail’in güvenliği, AB’ne yönelik göçün engellenmesi, enerji taşıyıcılarının Avrupa’ya nakledilmesinin güvence altına alınması, NATO partnerliği çerçevesinde »güvenlik ve savunma işbirlikleri«, Kuzey Afrika ülkelerinde »serbest piyasa ekonomisinin kökleştirilmesi«, ticaret ve gümrük kolaylıkları ve Doğu Akdeniz havzasındaki devasa doğal gaz rezervleri gibi konular uzun vadede Batının da Mısır egemenlerine destek çıkmasını zorunlu hâle getirecek.
Velhasıl, Mısır halkı başta olmak üzere, Ortadoğu halklarının başlarına karabasan çökmüş durumda. Ortadoğu’da kaos hakim. Lübnan ve Irak’ta bombalar patlıyor. Bahreyn’de protestolar yeniden alevlendi. Suriye’de yıkım ve kırım devam ediyor, islamist çeteler Rojava’da terör estiriyor. Tunus’ta hoşnutsuzluk had safhada. Bangladeş’ten ölüm haberleri geliyor. Türkiye’de Haziran İsyanı, çözüm(süzlük) süreci ve kapıyı çalan kriz egemen bloku birbirine düşürüyor, 1 Eylül’den sonra neler olabileceği belli değil. Karabasan halkları kan ter içinde bırakıyor. Nereye kadar, işte o belli değil.
17 Ağustos 2013