Sevgili Barış ve Özgürlük mücadelesinin şehitleri,
toprağa düştüğünüz günün birinci yılı yaklaşıyor. Bir yıl geçmek üzere. Katilleriniz henüz bulunmadı.
Bulmakta istemiyorlar.Çünkü iktidardakilerde bu işin içinde.
Sizden sonra neler mi oldu? Barış için bedel ödediğiniz o günden beri ülke daha da karanlıklaştı.
Sizden sonrada ülkenin bir çok kentinde IŞİD denilen ve kimler tarafınden beslendiği bilinen o katiller çetesi bir sürü katliamlar yaptı, yapmaya devam ediyor.
Sizden sonra öldürülenlerinde katilleri bulunmadı, bulmakta istemiyorlar.
Ortalık bu it sürüsüyle dolu, yeni katliamlar için yukardan emir bekliyorlar.
Her patlayan bombadan sonra sadece kamera önünde nutuklar atıldı.
Demokrasi ve Barış nutukları atılarak, barış isteyen Akademisyenler işten atıldı.Tutuklananlar oldu, tutuklamalar devam ediyor. Hocalarıyla dayanışma eylemi yapan yüzlerce öğrenciyi okullarından atarak, onlarcasını tutuklayarak üniversitelerde korkuyu hakim kılmaya çalışılıyorlar.
IŞİD’a karşı savaş adı altında Suriye topraklarına girildi. PYD/YPG bahane edilerek Kürt köyleri bombalanıyor. Haftalardan beri Halep abluka altında. Halep‘te ölüm günlük yaşamın bir parçası olmuş. Kurşunların ve bombaların öldüremediği çocuklar açlıktan ve sussuzluktan ölüyor. Tüm Suriye’de bombalanmayan ve yıkılmayan tek bir Kent bulunmuyor. Amerika ve Rusya Suriye’de savaşı bitirme niyetinde değiller. Savaş uzadıkça silah tüccarları ceplerini doldurdukça dolduruyorlar. Uluslararası silah sanayi son yılların en kârlı yıllarını yaşıyor.
Ülke içindeyse Kürt halkına karşı halen savaş devam ediyor. Kürt köylerinde sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Yüzbinlerce Kürt kendi toprağında mülteci hayatı yaşıyor.
Can Dündar yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Yazar Aslı Erdoğan kürt halkıyla olan dayanışmasından dolayı "teröre destek veriyor“ diye tutuklandı. Son olarak Altan kardeşlerde tutuklandı. Tutukamalar devam ediyor.
Bu arada 15 Temuz 2016 tarihinde “FETÖ –Terör Örgütü“ tarafından bir darbe girişiminde bulunuldu. Aradan üç ay geçmek üzere. Kimlerin bu işin arkasında olduğu kamuoyuna açıklanmış değil. Niye açıklasınlar ki, daha düne kadar aynı yatağı paylaşanlar, birlikte ülkeyi adım adım Diktatörlüğe dönüştürenler bugün düşman görünselerde günü geldiğinde aynı bardağın suyunu içecekler.
Sultan Başkomutan olarak OHAL ilan ederek, istediği gibi ülkeyi yönetiyor. OHAL tekrar üç ay daha uzatılacak. Başkomutan Erdoğan 12 ay OHAL yetmez diyor. Darbeye karşı darbeyle Erdoğan gemisini tümüyle sağlam limana çekti. FETÖ bahane edilerek onbinlerce Eğitim Sendikası üyesi eğitim emekçisi işten atıldı.
Son olarak demokrasi güçlerinin sesi olan televizyon kanalları da kapıtılarak ülke tümden derin bir sessizliğe gömülmeye çalışılıyor.
Asıl darbe demokrasi ve barış isteyenlere karşı, emekçilere ve kürt halkına karşı düzenlendi.
Ülke ve halk olarak karanlık bir dönemi yaşıyoruz. Yazılacak o kadar çok şey var ki, yazmaya sayfalar yetmiyor.
Kanlı Cumartesi günü şehit düştüğünüzde dünyam karardı. O gün kaleme aldığım, duygu ve düşüncelerimi bir yıl sonra da olsa sizlere ithaf ediyorum.
10 Ekim günü kara bir haber internet sayfalarına düştüğünde keşke bir rüya olsa diye haykırdım. Dilim tutuldu, ağlamak istedim, ağlayamadım. Dışarı çıktım, yürüdüm ve yanlızca tek başıma kendimle başbaşa kalarak, yürüdüm. Ayaklarım beni Ren nehirine taşıdı. Saate baktım, zaman geçmiyordu. İlk haberler 30’un üzerinde öldürülen ve 126 yaralı demokrasi yürüyüşçüsünden bahsediyordu. Kaleşçe planlanan bu tür katliamlarda şehit düşenlerin sayısının hergeçen saat artacağından korktuğum için, cep telefonumu kapatım. Ren nehiri hüzünle akıyordu. Eve döndüğümde saat 17.00‘e yaklaşıyordu. Bende ki hüzün evde de yaşanıyordu. Annem aradı, telefonda ağlıyordu. "Yetmişin üzerinde ölü var, duydun mu?" diye soruyordu. Cevap veremedim, "seni sonra ararım" diyerek telefonu kapattım.
O gün hiç birşey yapmadan kendimle başbaşa kaldım. Ve o gün yanlızdım. Yanlızlığımı demokrasi için şehit düşenlerle paylaşmak istedim.
İnsanlık tarihinde kanlı günler iktidarlarını kaybetme korkusuyla telaşa kapılan Diktatörler tarafından halka son bir kez gözdağı vermek için hep düzenlenmiştir. Bu tür katliamlar Diktatörlerin totaliter sistemlerini ayakta tutmalarının aksine daha hızlı çökmelerine yol açmıştır.
Ankara’daki kanlı Cumartesi’de tek adam olmak isteyen bir zat‘ın, halkın barış , özgürlük ve birlikte birarada kardeşçe yaşama talebini kanla bastırarak, kurmak istediği sultanlık saltanatı için ne kadar gözü kara olduğunu göstermek tedir.
Ama herşeye rağmen Türkiye toplumu, - türküyle, kürdüyle, lazıyla, zazasıyla, arabıyla ve toplumun bütün bireyleriyle - Barış ve Özgürlük için başlattığı bu uzun yolculukta ergeç hedefine ulaşacaktır. Bu kanlı Cumartesi tek adam olmak isteyen bir zat’ın günlerinin sayılı olduğunun işaretidir.
Barış ve Özgürlük ulaşılması zor bir ütopya değildir. İnsanlık tarihinde toplumlar hep ileriye,daha özgür bir yaşam için mücadele etmişlerdir. Sultanlar ve Diktatörler ise arkalarında hep kanlı bir miras bırakarak gitmişlerdir. Kazanan hep halk olmuştur.
Toplumsal barışa, insanların eşit koşullarda ve eşit yurtaşlar olarak birarada yaşamalarını düzenleyen bir sistemin kurulmasıyla ulaşılır. Toplumun tüm sosyal grup ve katmanlarıyla kendi kendini yönetmeleri modern toplumların en temel koşullarından biridir. Demokrasi halkın kendi kendini yönetme, yönetimde söz sahibi olmasıdır.
İnsanlık tarihi bize toplumun en üç temel gereksinmeye ihtiyacının olduğunun altını çizmektedir. Birincisi düşünmek ve eylemde bulunmak, ikincisi çalışarak üretmek ve ürettiğinin karşılığını alarak insanca yaşamaktır, üçüncüsü ise yönetimde söz sahibi olmak,yönetmek.
Düşünmek ve eylemde bulunmak: var olanın yerine daha iyisini koymak , toplumu daha ileriye taşıyan bir sistemin yaratılması için mücadele etmektir. Mücadele ederken teröre kurban gitmeyi göze almadan başarıya ulaşmak mümkün değildir. Türkiye’nin mücadele tarihine baktığımızda 10 Kasım’daki kanlı Cumartesi ilk katliam değildir ve saltanatını sürdürmek isteyenlerin başvurduğu son katliamda olmayacaktır. Daha fazla Demokrasi için, daha insanca yaşamak için, çocuklarımızın geleceği için tüm demokrasi güçlerinin biraraya gelerek direnmeleri tek seçenektir.
Çalışarak üretmek: çalışmak insanların en temel gereksinimlerinden biridir.Üreterek toplumsal yaşamı daha da ilerletmek insanların en temel ihtiyacıdır. Insanlar, üretirken daha iyi yaşamak, daha iyi iş koşullar içinde örgütlenmişlerdir. Örgütsüz bir toplum ilerleyemez. Dünya’da ve Türkiye’de işçi sınıfı ve ezilenler örgütlenerek hak elde etmişlerdir. Üretimden kopuk,soyut istemler ve talepler hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Barış ve Demokrasi güçleri işçi sınıfı ve ezilenlerin taleplerini kendi talepleri olarak algıladıkları oranda, onları mücadelelerinin bir parçasına dönüştürdükleri oranda başarılı olurlar. İşçi sınıfı ve ezilenlerin yönetimde söz sahibi olmadıkları – adı ne olursa olsun - her yönetim biçimi başarısızlıkla sonuçlanacaktır.
Modern toplumlarda yönetimde söz sahibi olmak, gerek işçi sınıfının ve gerekse toplumun ezilen tüm sosyal gruplarının temel taleplerinden biri olmuştur ve olacaktır. Demokrasi’nin temel taşı toplumsal katılımcılıktır. Toplumun tüm birey ve sosyal gruplarının katılmadıgı, yönetimde söz sahibi olmadıkları yönetim biçimleri kendilerini Demokrasi’yle yönetilen modern toplumlar olarak görselerde, belirli bir zümrenin veya bir grubun iktidarının Demokrasi adına halka satılmasıdır. Demokrasi halkın öz yönetim biçimi olarak tüm kurumlarıyla yaşam bulduğunda Demokrasi‘dir.
Gün aramızdaki farklılıklara rağmen birlikte hareket etmektir. Birbirimizin farklı düşüncelerini bir zenginlik olarak algıladığımız oranda hep birlikte başarılı olacağız. Özgürlük ve Demokrasi mücadelesinde ortak hedefler için birlikte çalışmak zorundayız. 10 Ekim’deki kanlı Cumartesi bizlere bunun ne kadar gerekli olduğunu ve bizlerin katliama uğrayanlara karşı mücadele borcumuzun olduğunu unutmadan Barış ve Demokrasi bayrağını yükseltmemizi zorunlu kılıyor. Ölenler hiç bir kaygı gütmeden, farklı siyasal düşünceden insanlar olarak bir araya gelmişlerdi. Tek istemleri Barış ve Özgürlüktü.