Tarih öğreticidir. Herkesin tarih sayfalarında anılma, gelecek kuşaklara öğreti bırakma şansı vardır. Ama olumlu, ama olumsuz. Tarihin sayfalarına nasıl girileceği ise, kişinin duruşu ile bağlantılıdır, yani lânetle mi yoksa saygı ile mi anılacağını yaptıkları ile belirleyebilir insan. Tarihin kanla yazıldığı günümüzde de bunu gözlemleyebilmekteyiz.
Suriye’deki gelişmelerden bahsettiğimi fark etmişsinizdir. Bu bağlamda iki insandan, iki Kürt’ten alıntı yapmak istiyorum. Birisi Demokratik Birlik Partisi PYD’nin eşbaşkanı Salih Müslüm. Ne diyor Müslüm: »Bizim Türk halkıyla herhangi bir sorunumuz yok. Aldığımız tedbirler halkımızı korumak içindir. (...) Biz demokratik çerçeve içerisinde, yani Suriye’nin bütünlüğü içerisinde Kürt halkının anayasal olarak tanınmasını ve ulusal haklarının verilmesini istiyoruz«. Müslüm, Batı Kürdistan’da Demokratik Özerkliği yaşama geçirmek için mücadele verenlerden. Ve Suriye’deki olayların patlak vermesinden bu yana temsil ettiği partisiyle her zaman dış müdahaleye karşı çıkan, Suriye’deki sorunların ancak Suriyeliler tarafından çözülebileceğini söyleyen bir muhalif. Barışçıl, demokratik çözüm çizgisinden hiç sapmayan bir siyasetçi.
Alıntı yapacağım diğer kişi ise Orhan Miroğlu. Miroğlu Perşembe günkü Taraf gazetesinde yayımlanan köşe yazısında, »PKK’nin önünde iki tercih« olduğunu vurgulayarak, şunları yazıyor: »Kendisi ile beraber hareket etmeyen Suriye Kürtlerini ve Güney Kürdistan’ı, SUK’u ve Batı’yı karşısına alma pahasına özerk bölge – buna tampon bölge de diyebilirsiniz – peşinde koşmak, - ki bu siyasi intihardan farksızdır -, ya da Suriye devriminin bir parçası olmayı kabul etmek«. Miroğlu, Kürtleri emperyalizmin saflarına çağırıyor. Batı’nın lejyonerleri, islamist terör grupları ve »Sünnî Yayı«nın oluşturucuları ile aynı safa yani. Yazısını sindirerek okumanızı salık veririm. Görülen o ki, Miroğlu çoktan egemenlerin yazdıkları tarihin sayfalarına geçme kararını vermiş.
Ama bir konuda Miroğlu haklı. Evet Suriye’de bir »devrim« yaşanıyor. Ama bu »devrim« Miroğlu’nun arzuladığı »rejim değişikliği« değil, Batı Kürdistan’da halkın kendisinin başlattığı bir devrim süreci. Halk meclisleri, halk savunma güçleri ve kurulan ulusal ittifak ile Paris Komünü ‘nü andıran radikal bir süreç ile karşı karşıyayız. Bu sürecin radikalliği, kimi Kürt milliyetçisinin özlemini çektiği »Büyük Kürdistan« ulus devletini değil, her kökenden Suriyelilerin eşit olacağı bir halk iktidarını gerçekleştirme kararlılığından kaynaklanmaktadır.
Sürecin radikalliği, başta Türkiye ve Sünnî despot Arap yönetimleri olmak üzere, egemenlerin Batı Kürdistan’daki Demokratik Özerkliğe düşman olmalarının temel nedenidir. Batı Kürdistan’ın Barzani’nin öncülüğünde biçimlendirilmesine ne Türkiye, ne Suudî Arabistan, ne de Batı karşı çıkmaktadır. Tam aksine, bu durumda kurulacak bir Kürdistan ulus devletine bile onay verilebilir. Mesele, egemenliğin kimin elinde olacağıdır: Kürt burjuvazisinin mi, yoksa baldırı çıplakların mı. Esad Rejiminin yıkılmasının arifesinde tüm planları karmaşıklaştıran temel soru budur.
Bu nedenle Batı Kürdistan’da halk meclisleri üzerinden kurulan otoriteye karşı saldırgan girişimlerin gecikmeyeceğinden hareket etmek ve kimi Kürt aydınlarında gördüğüm hayalci yaklaşımlardan vazgeçmek gerekmektedir. Salt Kürtlere değil, bölgede yaşayan tüm halklara düşen asıl görev, elde edilen kazanımların savunulmasıdır. Ve bu savunu radikallikten vazgeçmeyerek, halkın ve emekçi kitlelerin iktidarını pekiştirecek daha ileri adımlarla gerçekleştirilebilecektir.
Rosa Luxemburg »Rus Devrimi üzerine« adlı makalesinde şöyle yazar: »Hiç bir devrimde ›altın orta yol‹ ayakta tutunamaz, devrimin doğa kanunu hızlı karar verilmesini gerektirir: Lokomotif ya tüm gücüyle tarihsel yükselişin en üst noktasına getirilecektir, ya da kendi ağırlığı ile başladığı noktaya geri kayacak ve zayıf güçlerle onu durdurmaya çalışanları uçuruma atacaktır«.
Rosa haklı. Türkiye’nin savaş istemeyen kitleleri, demokrasi güçleri ve sol-sosyalist hareketi Batı Kürdistan’daki Demokratik Özerkliğin gönüllü savunucuları olmak ve yaşadıkları topraklarda kendi Demokratik Özerkliklerini gerçekleştirmek için seferber olmak zorundadırlar. Çünkü güvenli geleceklerine giden yol Kürdistan barışından geçmektedir.
Kürdistan barışı ve bölgenin bütün ülkelerine yayılacak Demokratik Özerklik fikri tüm emperyalist planları altüst edebilir. Che’den alıntıyla: İki, üç, daha fazla Kürdistan dünya üzerinde yeşerdikçe, gelecek günlerin parıltılı ve yakın olduğunu göreceğiz.
28 Temmuz 2012