Geçmişte ve günümüzde göçmenlik olgusu üzerine çok yazıldı ve söylendi. Bu konuda uzmanlaşanlar ve kendini uzman hissedenler de oldu. Şimdi de iltica göçü üzerine, Ortadoğu, Afrika ve Asya’dan gelen sığınmacılar hakkında aynı söylemler gündemde ve onlara da topluma uyum sağlama konseptleri uygulanıyor. Geçmişte olduğu gibi yeni şeyler yazılıp ve söyleniyormuş gibi olsa da yeni fazla bir olgu ve söylem yoktur.
Hükümetler, göçmenlere her türlü demokratik haklarının verilmesi halinde, Alman halkını karşılarına alacaklarını öne sürüyorlar. Göçmen karşıtı ve kendilerine halkın çoğunluğu diyen partiler ise günden güne güç kayıp ediyorlar. Öte yandan kendilerini halkın çoğunluğu sayan partiler, göçmenlere hâlâ demokratik haklarını vermemek için diretiyorlar. Buna rağmen sağcı, milliyetçi ve ırkçı partiler yükseliyorlar. Hâlâ kendilerini geçmişte Alman halkının çoğunluğunun partisi olduğu hayaliyle yaşıyorlar.
Ulusal uyum planı adı altında; göçmenler için, dünyanın küçüldüğü globalleşen dünyada tekniğin baş döndürücü bir şekilde geliştiği dikkati nazara alınmıyor. Göçmen azınlığı asimile etme amacı altında, gerekli hak verilmeden adeta kimliksizleştirilmeye çalışılıyor. Bu; göçmenlerin kendi kabuğuna çekilmesine, yaşamış oldukları toplumlardan kendilerini dışlanmasına ve ayrı bariyerler kurmasına neden olan bir politikadır. Bunun böyle olduğunu halkın çoğunluğunu temsil eden partilerin temsilcileri hâlâ düşünmüyorlar mı?
Almanya da yetişen göçmen kökenli gençlerin ve akademisyenlerin çoğu “bu ülkede artık geleceklerinin kalmadığını” vurguluyorlarsa bu konuda Alman hükümetinin düşünmesi gerekir.
Göçmen azınlık, kendilerinin istenmediklerinin ve toplumdaki tüm sorunlardan sorumlu tutulduklarının psikolojisi içinde yaşıyorlar. Yaşamlarında; kendilerini istenmeyen kişi psikolojisi altında, istenmeyenler olarak düşünüyorlar. Göçmen azınlık kendilerinin istenmediğini anladıkları andan itibaren, yaşamış oldukları toplumların değer yargılarına karşı kendilerini şartlandırmış oluyorlar. Korona nedeniyle de rahatça kabuklarına çekilen göçmen azınlık toplumlar ile aralarına bir duvar örüldüğünü düşünerek kendi yaşamlarını yalnız sürdürmeye çalışıyorlar.
Böylece, yaşamış oldukları toplum içinde var olsalar dahi bu toplumun dışında kaldıkları için her alanda kendi alt yapılarını kurma çabası içine giriyorlar. Fakat buna rağmen sorunun günümüzde çok zor olduğunu görebiliyorlar.
Göçmenlerin kurdukları küçük işletmeler, korona virüsü nedeniyle finansal olarak çok zor durumda. Korona nedeniyle de bir kabuğa çekiliş yaşıyorlar. Böylece toplumdaki çoğu nimetlerden faydalanma imkânı sağlanmadığı gibi aksine horlanıyorlar. Mevcut politikayı belirleyenler bunu çok iyi bildiği için, göçmenlerin ulusal değerlerini ön plana çıkartmadan ulusal uyum kisvesi altında benliklerinin yok edilmesi için hareket ediyorlar. Almanya’nın bir göçmen ülkesi olduğu halde bir göçmen politikası uygulanmıyor. Aynı zamanda Avrupa’nın da bir göçmen-azınlık politikası ve konsepti yok.
Bu tehlikeli bakış açısı, ilerleyen yıllarda Avrupa’da yaşayan göçmen azınlığın yaşamış oldukları toplumlar içinde tamamen erimeyip çok paralel toplumlar haline gelmesine yol açıyor. Bugün Avrupa da yaşayan göçmen azınlıkların çoğu kabuğuna çekildiği için ülke Yönetimleri bu durumu “azınlıklar toplum ile kaynaşmış” diye lanse ediyorlar. Türkiye’den gelenlerin, göçmenler içerisinde çoğunluğu teşkil ettiğini ve bunların, kabuğuna çekilmemek gibi bir arayış içine girdiğini görüyoruz. Fakat iktidarların yanlış politika ve önlemleri göçmenlerin kabuğuna çekilmelerine neden olacaktır.
Avrupa da sınırların ortadan kalktığı bir süreçte, göçmen azınlığa karşı yeni duvarlar örmek yerine, eşit demokratik haklar verilmelidir. Almanya bunu isterse, Schleswig Holstein Eyaleti'nde 100 bin Danimarka vatandaşına azınlık hakkı tanıdığı gibi yapabilir. Ama nedense 15 milyon göçmen azınlığa eşit ve demokratik haklarını vermede hâlâ direniyor.
Avrupa’nın geleceği açısından da göçmenlere karşı antidemokratik davranışlar ileride çok tehlikeler yaratabilir. Bu anlayış göçmenlere karşı ırkçı, milliyetçi ve yabancı düşmanlığı uygulamalarını sağlar. Bu tehlikeli gidişatı dile getiren basına karşı da bir karalama kampanyasının sürdürülmediğini kimse iddia edemez. Avrupa’nın göbeğinde Almanya da göçmen azınlık, eşit vatandaşlık hakkından mahrum tutulduğu sürece basın bunları dile getirecek ve bunlardan da Yönetim elbette ki rahatsız olacaktır.
Dünyanın küçüldüğü, globalleştiği bir çağda, Avrupa da sınırların ortadan kaldırıldığı bir süreçte, göçmenleri asimile etmek için hayata geçirilen ‘ulusal plan’ uygulaması, ancak milliyetçiliğin ve ırkçılığın yeniden horlanmasına sebep olur.
Avrupa da göçmen azınlıkla ‘barış içinde bir arada yaşanmak’ isteniyorsa, yaşayan göçmen azınlığa her türlü eşit vatandaşlık haklarının verilmesi şarttır.
Günümüzde ulusal sorun, "tek bayrak, tek ulus" anlayışı ile değil, ülkede yaşayan herkese ezmeden, horlamadan her türlü eşit haklar ile verilerek çözülür. Bu yapılmadığı sürece, gelecekte her türlü sayısız problemlerin doğacağını söylemek için müneccim olmak gerekmiyor.