Kapitalizmin organik krizinin yarattığı kasırga kâh şiddetlenerek, kâh hafifleyerek »yaşlı kıtaya« vurmaya devam ediyor. Troika’nın diktası altındaki Yunanistan’da olduğu gibi, müflis ülkelerdeki kriz yönetimi, »hastalığın kendisinden beter ilaca« benziyor.
Gerek Yunanistan ve İtalya’da, gerekse de Portekiz, İspanya ve İrlanda’da krizin faturasını halk kesimlerine çıkartan tedbirler, yatırımların sıfırlanması, sosyal kıyım paketlerinin sertleştirilmesi ve ücretlerdeki negatif gelişmelerle iç konjonktürü derdest ederek krizi derinleştiriyor. Uluslararası malî sermaye piyasaları aktörlerini kurtarmaya yarayan 1 trilyon Avro’luk malî stabilizasyon fonu hem daha henüz açıklandığında yetersiz görülüyor, hem de Avro Bölgesi ülkelerini cendere altına alarak, borç krizini kalıcılaştırıyor. Her kriz dalgasına yeni »kurtarma« paketleriyle yanıt veren hükümetler, ayakta kalmakta zorlanıyorlar. Bunun en son örneğini Hollanda’da gördük.
Çekirdek Avrupa’nın, bilhassa Almanya’nın krizin »kazananları« olduğu söylenebilir. Ancak Almanya’nın kârı, diğer AB üyesi ülkelerin zararı anlamına geldiğinden, AB içi ihracata dayanan Almanya ekonomisi açısından son derece kırılgan. Sadece ne zaman geleceği belirsiz olan, ama öncüllerinden daha şiddetli olacağına kesin gözüyle bakılan yeni kriz dalgası Almanya ve Fransa’yı da girdabın içine sokabilir.
Çekirdek Avrupa egemenleri, çalışanlara tanıdıkları, aslında ekonomik açıdan kırıntı bile olmayan, kısmî tavizler ile şimdiye kadarki krizlere yanıt verebilmişlerdi. Avrupa’nın her yanında protestocular sokakları doldururken, örneğin Almanya’da »yaprak bile kımıldamaması« başka türlü izah edilemez. Ama bu strateji ne kadar başarılı olacak o belli değil.
Almanya egemenleri de bu sorunun çok iyi farkındalar ve şimdiden tedbirlerini alıyorlar. Alman polis teşkilatının son dönemlerde daha sık bir biçimde »ayaklanma senaryoları« çerçevesinde eğitim görüyor olması bu açıdan son derece manidar.
Görüldüğü kadarıyla kriz tedbirlerine karşı oluşabilecek toplumsal direnişe sadece iç güvenlik tedbirleriyle karşılık verilmeyecek. Daha önceleri de olduğu gibi, yeniden sağ popülist ve ırkçı politikalara başvurularak, toplumsal bölünmenin gücüne yönelinmesi büyük bir olasılık. Burada en çok güvenilen faktörün, Batı Avrupa toplumlarının refah şövenizmi ve ırkçı önyargıları olduğunu ayrıca vurgulamaya gerek yok sanırım.
Çekirdek Avrupa borçlu ülkelerdeki parlamento çoğunluklarını boyunduruk altına almakta pek zorlanmıyor. IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası bunun için yeterli. Ancak Çekirdek Avrupa ülkelerindeki parlamento çoğunluklarını elde tutabilmek için administratif tedbirler yeterli olamayacak. Belki Almanya’da CDU/CSU, FDP, SPD ve Yeşiller’den oluşan fiîli koalisyon bunu kısmen başarabilir, ama Fransa’da seçmen çoğunluğunu neoliberal »ilaçlara« ikna edebilmek için daha farklı araçlara gereksinim var.
Fransa’daki Başkanlık Seçimi sonuçları, özellikle neofaşist Marine Le Pen’in elde ettiği başarı, bu aracın sağ popülizm olacağını gösteriyor. Sarkozy, hem Front National seçmenlerinin, hem de merkezci Bayrou’nun desteğini alabilmek için şimdiden söylemini sertleştirmeye başladı. 1 Mayıs’ta sendikaların etkinliğine alternatif bir mitinge çağıran Sarkozy, »Önce Fransa için gerçek emek« sloganıyla, hem sendikalara, hem de Front National’in »Fransız 1 Mayısı’na« milliyetçi bir meydan okumayla karşılık verecek.
Gerçi gözlemciler Marine Le Pen’in aynı babası gibi Sarkozy’e destek çıkmayacağını ve Front National seçmenlerinin önemli bir kesiminin oy vermeye gitmeyeceğini öngörüyorlar. Ancak İslam ve göçmen düşmanı bir söylemle seçim kampanyasını devam ettiren Sarkozy’in seçmen çoğunluğunu »sağcılaştırma« gücü de küçümsenmemeli.
Bu durum ve Sarkozy döneminde işsizlik oranının yüzde 7,8’den 10,5’ çıkması, gençlerin yüzde 23’ünün işsiz olması ve 8 milyon Fransız’ın »yoksul kategorisine« düşmesi sol açısından bir fırsat anlamına geliyor. Mélenchon’un Front de Gauche’u komünistleri, solsosyalistleri, küreselleşme karşıtları ve radikal solu birleştirerek 4 milyon oy aldı, ama sosyaldemokrat PS ile birlikte »sağcılaşan« seçmene Hollande’a oy verdirmesi güç gözüküyor.
Kısacası Fransa seçimleri güç dengelerinin sağ lehine kayacağına ve sağ popülizm ile ırkçılığın belirleyici siyasî kategoriler olacağına işaret ediyor. Bunun, beklenen yeni krizler ile birlikte emperyalist savaşlar ve yoksul dünya için ne anlama geleceğini varın siz düşünün artık...