2015’ten beri somut bir veri olarak, Erdoğan’ın kitle desteği zayıflamaktadır. Bugünlerde bu zayıflama süreci çok daha fazla belirgin haldedir. Bu durum, Erdoğan’ın gidişinin çok kolaylaştığını ve çok yakın olduğunu düşündürmektedir. Ne yazık ki gerçek böyle değildir. Diktatörler, kitle desteğiyle gelebilirler ama kitlelerin desteğini çekmesiyle gitmiyorlar. Bu realite, faşist diktatörlerin çok kullandığı iki temel yönteme dayanmaktadır. Demagoji, yalan ve algı üretme yöntemi ile zorun çok yoğun, yaygın ve kuralsız kullanılması diktatörlerin iktidarda kalabilmelerinin “sihirli formül”dür.
Her faşist diktatör, iktidara gelmeden önce, yalan demagoji ve algı üretme yöntemiyle, kitlelerin talep ve haklarını savunuyor gibi davranırlar. Hitler’in ve Mussolini’nin kendilerini sosyalist olarak tanımlamaları çok bilinir ve çok tekrarlanmıştır. Ancak diktatörler, kitleler için değil, temsil ettikleri ve mensubu oldukları kesimler için iktidar olduklarından dolayı, kitleleri yalanlarla aldatmaya ve her türlü zorbalıkla bastırmaya yönelirler.
Erdoğan da her diktatör gibi bu yöntemi harfi harfine uygulamış ve uygulamaya devam etmektedir. Önce yalan ve demagoji yoluyla kitleleri aldatarak iktidara gelen Erdoğan, sonra da hak ve özgürlüklerini talep eden kitleleri sınırsız yalanlarla ve zorbalıkla bastırarak iktidarda kalmaya çalışmaktadır.
Bu anlamda Erdoğan herhangi bir hükümet veya parti başkanı değil, böylesine kapsamlı ve faşist bir sosyo- politik projeyi hayata geçirmeye çalışan birisi olarak 2006’dan beri bir yanda devletin içinde güç ve mevzi elde etmeye çalışmakta bir yandan da güçlendikçe devleti kendi diktatörlüğüne uygun olarak yeniden yapılandırmaktadır.
Erdoğan, 2002’den beri hükümet ve parlamento çoğunluğu gibi devletin iki önemli kurumunu elinde tutmaktaydı. Ancak devlet bu iki kurumdan ibaret değildi ve Erdoğan devletin bütün kurumlarına hâkim olmak istiyordu. Erdoğan bu amaçla ilk önemli adımı 2004 yılında attı. AB’ye uyum kapsamında yapılan bir düzenlemeyle, Türk devletinin temel iktidar kurumlarının başında gelen MGK’nin iktidar olma özelliği ortada kaldırıldı.
Erdoğan’ın devleti ele geçirme ve yeniden yapılandırma süreci, 2006 – 2007 yılında düzenlenen Ergenekon operasyonuyla dışarıya yansıdığı söylenebilir. Bu süreç 23. Ocak 2010 tarihinde gerçekleştirilen Balyoz operasyonuyla devam etmiştir.
Devamında Erdoğan 2010 yılının mayıs ayında Hakan Fidan’ı MİT’e yerleştirerek devletin bu çok önemli kurumunu denetimi altına aldı. Böylece Hakan Fidan’lı MİT üzerinde Erdoğan, iktidarını üretme ve koruma konusunda önemli bir mevzi elde etmiş oldu. Bu düzenleme ve operasyonlarla Erdoğan, devletin hâkimi olduklarını sanan Kemalist yapıyı, önemli oranda tasfiye etti veya zayıflattı.
Erdoğan bunları yaparken bir yandan da kendi medyasını da oluşturmaya yönelmişti. 2004 yılında, Uzan’ların Medya grubu gasp edilerek, Ethem Sancak’a devredildi. 2014 yılında ise, kuralsız bir biçimde ve devlet zoruyla, Doğan Medya gibi çeşitli medya organlarına el konarak havuz medyasının oluşturulması sağlandı. Böylece faşist diktatörlüğün tesisi için önemli bir yol alınmış oluyordu.
Türk devletinin devam eden yeniden yapılandırılması sürecinde Erdoğan, 15. Temmuz. 2016 da “erken doğuma zorlanmış darbe”yle devletin içindeki diğer rakibi olan Gülen yapısını de devre dışı bıraktı.
Bu süreci “Allah’ın bir lütfu” olarak tanımlayan Erdoğan, dolu dizgin bir biçimde devletin diğer kurumlarını kendi iktidarına uygun olarak yeniden yapılandırmaya yöneldi. Bu çerçevede, yargının en üst kurumu olarak HYSK, Polis teşkilatı, yüksek öğrenim kurumu, dış politikanın belirlendiği merkezler gibi ne kadar irili ufaklı önemli az önemli kurum varsa hepsi Erdoğan’ın bizzat ve özel denetimi altına alındı.
Bunların dışında Erdoğan’ın kişisel olarak aynen Hitler ve Mussolini gibi SADAT adlı özel bir silahlı birim örgütlediği de bilinmektedir. Ayrıca kanunsuz mafyatik şahısların ve yapılanmaların Erdoğan’ın çevresinde itibarlı kişiler olarak tutulmaları da boşuna değildir. Çünkü devletler, Mafya karşıtı gibi görünmelerine rağmen, tam tersine mafyasız varlıklarını sürdüremezler. Ü
Erdoğan’ın Türk devletinde, “tek güç” olma savaşı, 2017- 2018’den beri uygulanan cumhurbaşkanlığı sistemiyle tamamlanmıştır. Özetle Erdoğan devletin bütün aparatlarını kendi kontrolü altına almış ve Türk devletini amacına uygun halde, tek adam diktatörlüğü olarak yeniden yapılandırmıştır. Bu süreç yeni olmaktan kaynaklanan bazı handikaplar taşımakla birlikte çok büyük ölçüde tamamlanmış bulunmaktadır.
Bu saatten ve bu gerçeklerden sonra Erdoğan’ın gitmesini belirleyecek olan ne sayısal olarak ne kadar insanın Erdoğan’ı destekleyip desteklemediğidir, ne de Erdoğan’a karşı devletin içinde yapılacağı varsayılan darbedir. Çünkü Erdoğan’a karşı mücadele çok farklı bir biçim ve içerik gerektirmektedir. Öncelikle Erdoğan a karşı mücadele Türk devletinin mevcut yapısal özelliklerine karşı bir mücadele olacaktır. Bu da hem ittifakları hem mücadele biçim ve tarzının değiştiren bir etkendir.
O nedenle kimse AKP’nin kolay bir yolla gidebileceğine dair sorunlu yaklaşımlara itibar etmemeli, böyle hayaller yaymamalıdır.
Ancak Erdoğan mutlaka gidecektir, ama bu sadece sloganlarla olmayacak. Erdoğan’a karşı örgütlü mücadelenin varlığı ve düzeyi hem Erdoğan’ın hem halkların geleceğini belirleyecektir. Halklar açısında Erdoğan’a karşı mücadelenin birkaç tık daha büyütülmesi zorunlu ve hayatidir.