Böyle bir konu üzerine yazmanın, düşünme yeteneğinin diplere vurduğu dönemde, çok alıcısı olur mu, bilemem. Az sayıda da olsa, alıcısı var olduğu varsayımıyla kaleme alıyorum bu satırları.

Bir zamanlar Türkiye’de, ‘diyalektik’, ‘diyalektiğin yasaları’ sosyalistlerin ağzından düşmeyen sözcüklerdi. Bugün, yaşları 60’ın üstünde olanlar, aşağıda anlattıklarımı anımsayarak, gülecekler belki.

Özellikle 1970’li yıllarda; belli alanda araştırma yapmadan, konunun içeriğini incelemeden, herhangi bir bilim alanında doğru dürüst bilgi sahibi olmadan, diyalektiğin dört yasasını öğrenerek, gerçekliğe şablon gibi uygulayarak, her şeyin açıklanacağı gibi bir yanılsama yaygındı.

Diyalektiğin dört yasasının ezbere öğrenildiği bir dönemdi. Ancak salt edilgen ve ezbere dayanan eğitim, ‘Suya yazı yazmaya’ benzer diyordu, Alman filozofu Hegel.

Diyalektiğin ezbere öğrenilen yasalarından biri; ‘Niceliğin niteliğe dönüşmesi’ yasasıydı. “Isıtılan suyun buharlaşması” örneği, en çok kullanılan açıklamaydı. Su, 99 dereceye kadar hâlâ su olarak özelliğini koruyor; ancak 100 derecede buhara dönüşüyordu.

Peki ama, kaç ağaçtan sonra, ‘orman‘ oluşur? Veya kaç kişinin bir araya gelmesiyle, bir devletin veya bir ulusun oluştuğuna karar verilir? Yahut; kaç fabrika kurulduktan sonra, bir ülkede kapitalist üretimin egemen olmasından bahsedilebilinir? Bunun ölçüsü neydi? Bir ülkede işçilerin, niceliksel olarak sayılarının artması, otomatik olarak bilinçlenmesi ve sosyalizme gitmesi mi demekti?

Ancak uzun yıllar sonra bu yaklaşımın Türkiye sosyalistlerine özgü olmadığını, dünya çapında sosyalistler arasında yaygın olduğunu gördüm. Bu yanlış yaklaşım, esas olarak Sovyetler birliğinde, Stalin döneminde, diyalektiğin bir dogma getirilmesinden ve Sovyet ideologu Jdanov'un yozlaşmış materyalizminden kaynaklanıyordu. Bu gerçeği bilecek, bilgiden yoksunduk geçmişte.

Marksizmin (Aaa daha kalmış mı? diyenler vardır mutlaka), Hegel’in düşünsel definesinde aldığı, değerli düşüncelerden biri diyalektiktir. Marksizmin yerine başka teorileri geçirmek ve diyalektiği gözden düşürmek için, son 150 yıl içinde sürdürülen çabalar biliniyor. Ancak Marksizme ve Diyalektik düşünceye en büyük darbeler, dışardan değil, bizzat bunları savunanlardan geldi.

Örneğin; Marksizmi savunduğunu iddia eden, II. Enternasyonal’in işçi sınıfı partilerinin Emperyalist savaşı desteklemeleri, sosyalizme ihanetti. Ve Marksizm adına Marksizme vurulan ilk büyük darbeydi. Diyalektik düşünceye ise, en etkin darbe Stalin döneminin SSCB’den geldi. Diyalektik Materyalizm, 1931 yılında Stalin tarafından, bir genelge ile Marksizm-Leninizm’in resmi felsefesi olarak ilan edildi. “Diamat” olarak kısaltılan Diyalektik Materyalizm, hem sosyalist ülkelerin tüm entelektüel hayatına damgasını vurdu, hem de Batı'nın komünist partilerine empoze edildi. Resmi felsefe olarak ilan edilen “Diamat”, tüm bilimlerde "diyalektik materyalizme" üstünlük tanınmasını savunuyordu.

Filozofların, bilim insanlarının vb. faaliyetleri, denetim altına alındı. Diyalektik, şematize edildi, dogma haline getirildi. Gerçekliği; diyalektik şemaya uydurmak, onu bozmak demektir. Çünkü gerçeklik, uygulanan diyalektik şemaya uymazsa, o zaman gerçekliği hizaya sokmak gerekir. 1938 yılında ise Stalin, diyalektiğin yasalarını kodladı. Her nedense, ‘yadsımanın yadsınması’ yasasına yer vermemişti Stalin.

Diyalektik Materyalizm, her kapıyı açacak bir sihirli anahtar sanılıyordu. Formel (analitik) mantık, ‘bu Aristo mantığıdır’ diye küçümseniyordu. Marx, Engels ve Lenin’in, formel mantığın geçerli olduğunu söylemelerine karşın, Stalin döneminde Aristo’nun formel mantığı, antik çağın üstyapısına denk düştüğü iddiasıyla, aforoz edilmişti.

Nasıl ki; Kuantum Mekaniği, Newton mekaniğini geçersiz hale getirmeyip, Newton mekaniğinin geçerlilik alanlarını sınırladıysa, (Newton mekaniği makro dünya için geçerliyken, mikro dünyada geçersizdir), Diyalektik de, analitik mantığın geçerlilik alanlarını sınırlandırmıştır. Tikel şeylerin (‘Bu ağaçtır’, ‘Bu masadır’ vb.) saptanmasında formel mantık geçerlidir; Ama bütünlüğü ve çelişkileri kavramak açısından yetersizdir

Aforoz edilen sadece Aristoteles’in mantığıyla sınırlı kalmadı. Sosyoloji bilimi de reformizme götürdüğü nedeniyle reddedildi; psikoloji, ise burjuva bilimi olduğu gerekçesiyle dışlandı. Wilhelm Reich, Diyalektik Materyalizm ve Psikanaliz başlıklı kitabında, Freud’un geliştirdiği psikanalizi idealist çarpıtmalarından kurtarma çabasına girişerek, Marksizm ile psikanalizi birleştirmeye çalıştı diye, sorgusuz sualsiz Alman Komünist Partisi’nden atıldı.

***

Doğu Almanyalı doğa bilimcisi (kimyacı) Robert Havemann, ilk defa 1964’de yayınlanan ‘Dialektik ohne Dogma’ (Dogmatik olmayan Diyalektik) başlıklı kitabında bir olayı anlatır. Matematik ve fizik bilimcisi Max Born’dan kendisine gelen mektuptan kısa bir cümle aktarır. Born şöyle yazmıştır Havemann’a: “Diyalektik materyalizmin tüm özelliklerini reddetmenize karşın, yine de diyalektik materyalizmi savunmanız, dışarıdan bakan için, anlaşılması çok zor bir şey.” (Dialektik ohne Dogma, s. 23)

Havemann, bu durumu okuyucuya şöyle açıklar: Max Born, yanlış anlamanın kurbanı olmuştur. Şöyle ki; doğa bilimcileri arasında yaygın olan ve diyalektik materyalizm olarak kabul edilen şey, gerçekte diyalektik materyalizm değildir. Diyalektik materyalizmin böyle yanlış anlaşılmasının nedeni, daha doğrusu suçlusu, doğa bilimcileri değil, tam tersine diyalektik materyalizmin ‘resmi temsilcileridir’, ki; bunlar, kendi kaba ve mekanik materyalizm anlayışlarını, ‘diyalektik materyalizm’ olarak göstermeye çalışmışlardır ve hala çalışmaktadırlar.

Diyalektik materyalizm konusunda bir tespitini şöyle ifade ediyor Havemann: Diyalektik materyalizm, modern doğa bilimi teorilerinin geliştirilmesinde ve son 50 yılın en önemli bilimsel sorunlarının çözümünde şimdiye kadar hiçbir yaratıcı, üretken rol oynamamıştır. Ama bu diyalektik materyalizmin, gelecekte bir rol oynamayacağı anlamına gelmez.

Stalin döneminden itibaren, diyalektik düşüncenin, Sovyetler Birliği’nde bir dogma haline getirildiğini vurguluyor. Sovyetler Birliğindeki politik durum ile ‘dogmatik’ felsefe arasındaki belirli bir ilişki olduğu gerçeğine dikkat çekiyor. Doğa bilimlerinden hiç anlamayan filozofların, doğayı açıklama çalışmalarını gülünç buluyor.

Alman filozofu Hans Heinz Holz da; SSCB’de felsefenin, Lenin ve Buharin’in sosyolojisinden sonra ideolog Jdanov’un yozlaşmış materyalizmine saplanıp kaldığını belirtiyor. Bir başka yazar, Peter Dudek, benzer şeyleri ileri sürüyor: Engels’in diyalektik ve doğa üzerine yaptığı, ama yayınlanmasını düşünmediği araştırması, ilk defa 1925 yılında, Sovyetler Birliğinde Marx-Engels Enstitüsü başkanı D. Ryazanov tarafından "Diyalektik und Doğa" başlığı altında yayınlandı. 1935'den sonra ise kitabın başlığı "Doğanın Diyalektiği" olarak değiştirildi. Sovyetler Birliğinde diyalektiğin yasaları dogma haline getirildi. (Peter Dudek, Prokla Dergisi, Sayı, 24 s. 132)

***

Hegel açısından diyalektik, en zor bilimlerden biridir. Diyalektik ne demektir? Kimileri için diyalektik; verili gerçeklik hakkında bilgi edinilmeden, şablon gibi uygulanacak bir yöntemdir. Bazıları için diyalektik; doğa ve toplumdaki gelişmenin teorisidir. Kimileri için; sadece özne-nesne ilişkisinin olduğu yerde diyalektikten bahsedilebilir. Dolayısıyla, Marksist harekette; geçmişte başlamış olan ve hala sonlandırılamamış olan tartışmalardan biri, diyalektik sorunudur.

Hegel’in, lise müdürlüğü yaptığı dönemde; lise öğrencileri için felsefe ve mantık derslerinin yararlı olmadığına dair bir söylemini anımsıyorum okuduğum bir kitapta. Çünkü felsefe, eğer belli bir alanda bilimsel bilgilere dayanmazsa, anlamsızdır; köklü bilgilere dayanmayan bir felsefi eğitimin, ezbere dayanan felsefenin bir faydası yoktur. Ancak üniversite yıllarındaki felsefi eğitimine hazırlayacak konular işlenebilir lisede. Yani; sentetik düşünme yeteneğini kazanmadan önce analitik düşünmeyi öğrenmek gerekir. Analitik düşünmeyi öğreten ise, formel mantıktır. Marx, Engels ve Lenin’in; formel mantığın geçerli olduğunu söylemelerine karşın, Stalin döneminde Aristo’nun formel mantığı, antik çağın üstyapısına denk düştüğü iddiasıyla, aforoz edilmişti.

Araştırıp yeni bulgulara ulaşamayanlar, eski bilgilerine sıkıca sarılırlar. İnsanların eski bilgilerini değiştirmesi zordur, ama daha zor olan inandığı şeylerden kopmasıdır. Bazen inançlar, bilgilerden daha üstün olur, insan yaşamında. Dolayısıyla inançları, hisleri, duyguları değiştirmek daha da zordur.

***

Mantık Bilimi adlı eserinde, Hegel, üç türlü Mantık olduğunu söyler: 1) Formel Mantık); 2) Diyalektik Mantık; 3) Kurgusal Mantık.

Bu üç mantık, gerçekliğin ifade biçimleridir, dolayısıyla üçü de geçerlidir. Diyalektik mantık, formel mantığı dışlamaz; onun üzerinde daha yüksek bir aşamayı temsil eder. Kurgusal mantık ise diyalektiği içerir; ama onu aşarak daha bir üst aşamaya geçer.

Bu üç mantık biçimini, şematik olarak kısaca şöyle ifade etmek mümkündür. Formel mantık, analiz eden mantıktır. İlkin tikel nesnelerin (ağaç, masa, nehir v.) belirlenimi için gereklidir; dolayısıyla analitik mantıktır.

Diyalektik mantık ise, çelişkileri saptayan, bu çelişkileri aşmayı amaçlayan bir mantık biçimidir. Dolayısıyla, çelişkili toplumsal gerçekliği olumsuzlayan (yadsıyan) mantıktır. Kurgusal mantık ise, aşılan çelişkinin yerine, yeni ve olumlu bir gerçekliği öneren, ütopik olana işaret eden mantık biçimidir.

Ne yazık ki, kurgusal mantık, yeterince dikkate alınmayan bir mantık biçimidir. Bu üç mantık biçimi, etraflıca ele almak bu yazının konusu değil. Sadece konuya dokunmak istedim.

***

Marksist teorinin en önemli bileşeni Hegel diyalektiğidir. Modern diyalektiğin yaratıcısının Hegel olduğu biliniyor. Hegel’in yarattığı diyalektiğin önemini kavrayan ilk düşünür Marx idi. Marx, Kapital’in Almanca ikinci baskısına yazdığı ‘Sonsöz’de şöyle diyordu: “Hegel'in elinde diyalektiğin mistisizmle bozulması, ayrıntılı ve bilinçli bir biçimde diyalektiğin genel işleyiş biçimini, ilk kez onun sunmuş olduğu gerçeğini örtemez.

Pek, diyalektik ne demek ve neden gerekli?

Hegel açısından, diyalektik; esas olarak verili toplumsal gerçekliğin olumsuzlanması, aşılması demektir. Peki, niye toplumsal gerçekliği aşmak gerekir? Çünkü; içerdiği yetersizlikler ve çelişkiler nedeniyle toplumsal gerçeklik, insanlığın insancıl gelişmesinin önünde engeldir.

Dolayısıyla diyalektik düşüncenin çıkış noktası, varsayımı şudur: İnsan, özgür değildir, verili toplumsal gerçeklik, yetersizdir; çelişkiler içeren yapısal bir durum arz etmektedir. Demek ki diyalektik; öncelikle özgür olmayan dünyanın yadsınması demektir.

Diyalektiğin insana çağrısı şudur: Verili gerçekliğe boyun eğmektense, onu değiştirin! "Eğer çevrenizi ve dolayısıyla kendinizi değiştiremez duruma düşerseniz, hayvandan farkımız kalmaz" diyor filozof A. Kojeve. Çünkü; hayvan esas olarak, kendini çevresine uydurur. İnsanlığın ilerlemesi, insanca olmayan koşulların ortadan kaldırılmasını gerektirir. Ne demişti Marx; ‘Eğer insan, toplumun ürünüyse, o zaman toplumu insanca şekillendirmek gerekir.’

Ne var ki; toplumun insancıllaştırılması, amacı ve iradesi olan bilinçli öznelerin varlığını şart koşar. Peki ama; sanal sosyal medya, günümüzdeki biçimiyle, insanı geliştiriyor mu, yoksa sığlaştırıyor mu? Üçüncü bir alternatif olarak da şu: Sanal medya sığlığı mı geliştiriyor?

İnsanların kendilerini ifade etmesi açısından sosyal medyanın olumlu rolü reddedilemez, ancak aynı sosyal medyanın günümüzde, öznelliği ve bilinci sığlaştırdığı gerçeği de görmezden gelinemez.

Rus Marksisti Plehanov, cahilliğe ve sığlığa karşı bir öneride bulunmuştu: Okumak, incelemek için masa başına!

Gelecek yazıların birinde diyalektik konusunda Engels’e yönelik eleştirilere değineceğim.