Marks'ın meşhur bir cümlesi var; "Burjuvazi'nin en büyûk silahı, işçilerin bölünmüşlüğüdür."  veya' " Ayrıcalıklı sınıf'ın en büyük silahı cehalettir. " gibi. Türkiye de yaşanan en son gelişmeler, bu iki cümleyi çok haklı çıkaracak nitelikte.

İslami faşizm, 15 Temmuz 2016 da darbe girişimi oyunu ile devleti ele geçirdikten sonra muhalefeti yok etmek için kuşatmayı daraltmaya başladı. Bu kuşatmanın ilk halkasında, en çok korktuklarını ve en tehlikeli olarak gördüklerini içeri aldı. Bunlar sırasıyla, Kemalistler, Kürt hareketi, Solcular, ve Feto oldu. En örgütlü olan kimse, ona en fazla saldırdı. HDP, bu anlamda faşizmin saldırılarından en fazla nasibini alan muhalif parti oldu. Selahattin Demirtaş'ın suçsuz ve yasadışı bir şekilde içerde siyasi bir rehine olarak tutulması, onun Kürt olmasından daha çok, daha örgütlü ve daha çok dik duran bir siyasi örgütlülüğün lideri konumunda olmasındandır. Kimilerinin sandığı gibi, veya göstermek istediği gibi sadece Kürt olması yüzünden değildir.

En örgütlü ve en radikal olan kimse, faşizmin öncelikli düşmanı O'dur. Burda onu ilgilendiren, kimin Kürt veya Türk olması değildir. Osman Kavala, Türk olduğu için AKP faşizminden ayrıcalıklı ve torpilli bir uygulama yaşamamıştır. Keza Kemalistler de Türk olarak AKP faşizminin torpilli tutsakları olmamıştır. HDP'ye daha azgınca yüklenilmesi, HDP'nin daha örgütlü ve daha direnişci olmasıyla ilgilidir. Benzer bir örgütlülük ve direnişcilik Trakya'da veya Ege'de olsa, İslami faşizm, " Siz Türksünüz, size hakiki mermi yerine plastik mermi kullanalım." demeyecektir.

Geçmişte, Kızıldere de nasıl saldırdıysa, Cizre'de, Nusaybin'de de öyle saldırmıştır. Ve öyle de saldıracaktır. Bu gerçeği atlayarak faşizme karşı mücadeleyi Kürt, Türk, Alevi, Sünni ekseninde ele almak, ve ona göre örgütlenmek, tam da faşizmin istediği bir bölünmedir. " Böl, parçala, yut." sözü boşuna söylenmemiş. Tayyip çetesi, bunu en iyi kullananlardan. Kaldı ki zaman zaman bunu açıkca ağızlarından kaçırdıkları da oldu. Onların en çok korktukları ezilenlerin birliği, en çok sevindikleri ise, ezdiklerinin parçalanmışlığıdır. İşte burda, muhalefetin tüm kanatlarına tarihsel bir görev düşüyor. O da İdeolojik, mezhepsel, " etnik " ayrılıkları derinleştirme yerine, ortaklaşan ahlaki, vicdani değerler üzerinden ekonomik ve siyasi taleplerin demokratik cephesini yaratmak. Gezi direnişi bunun en güzel örneğini sundu. Toplumun tüm kesimlerini, tüm farklı siyasi eğilim ve renkleriyle bir araya getirmenin paha biçilmez direnme deneyimini hep birlikte gördük. Bu gerçeği keşfedememiş bir ton örgüt'ün, ve " derin " teorisyenleri 'nin ne kadar uyduruk bir duruma düştüklerine hep birlik de şahit olduk. Çözüm ortada. Çözümsüzlük de ortada. Mesele, ayrılıkların mı, yoksa  aynılıkların mı tercihi meselesinde.

AKP faşizmi, kuşatmanın son halkasında çemberi iyice daraltmış durumda. Sosyal Medya yasakları ve yeni tutuklama dalgaları her an başlayacak son darbeye işaret ediyor. Bir anlamda bunu yapmak zorundalar. Hem içerde hem dışardaki tıkanmayı ancak zamla, zulümle ve devlet terörü ile bastırabilirer. Çünkü halka en kıytırığından da olsa verebilecekleri bir sus payı bir rezervleri yok. Diğer taraf dan halkta biriken büyük bir öfke ve hoşnutsuzluk var. Direnme damarı hala güçlü. Avukatlar, işçiler, emekliler, KHK'liler kendi mecralarında hala ses veriyorlar.

Eksik olan Gezi'de ki birleşme ve bunu kucaklayacak siyasi bir önderlik. En azından cumhuriyeti, laikliği, demokrasiyi kurtaralım cephesi kurulabilinirdi. Bunun için yeterli gerekçeler de vardı. Yasaklanan veya yavaş yavaş kaldırılmak istenen 23 Nisanlar, 19 Mayıslar, 29 Ekimler vb. bayramlara sahip çıkılarak sokaklara çıkılabilinirdi. Ne oldu ? Hiç bir şey. Bir taraf da iyice sinmiş Kemalistler, diğer tarafta bunu umursamayan Kürt milliyetçileri, iki arada gezinen cüce Sol, ve ne yapacağını bilmeyen bir halk hala ortak bir kurtuluş cephesinde buluşamamışsa bunun suçluları bellidir. Demokratik bir Cumhuriyet cephesin de bile bir araya gelmeye yanaşmayan herkes, kendi ipini çekmiş demektir...