Avrupa Parlamentosu Uluslararası Kürt Konferansı 12. kez Brüksel’de gerçekleştirildi, ama Kürt basını haricinde kamuoyunda pek ilgi çekmedi. AP Sol Grubu himayesinde yapılan geleneksel konferansta Kürt temsilcileri ve dostları birbirlerini dinleyip, karşılıklı söylenenleri teyit ettiler. Söylenenlerin, yapılan tespitlerin, ileri sürülen taleplerin hiç birisi yanlış değil. Peki ama sonuç?
Yanlış anlaşılmasın, diplomasi alanında yapılan iyi bir işi yermek değil amacımız. Ama Kürdistan’da kentler yerle bir edilir, cesetler sokaklarda çürümeye başlar, kurşun yaraları kokan ve muhtemelen kan kaybından ölmek üzere olan düzinelerce yaralı bodrum yıkıntılarında bekletilirlerken, Avrupa’nın merkezinde yapılan bir konferanstan geleneksel sonuçların ötesini beklemek hakkımız değil mi?
Kanımızca Kürt siyaseti ve Avrupa’daki Kürdistanlı kurumlar ham hayallerden ve illüzyonlardan vazgeçmek zorundadırlar. Bunun içinse bazı gerçeklerin bilince çıkartılması, bilhassa ve öncelikli olarak AB’nin »ne« olduğu konusunda netlik kazanılması gerekmektedir.
Biz, AB’ni Avrupalı emperyalist devletlerin, Almanya’nın patronajı altında yayılmacılığın ve militarist saldırganlığın başat merkezlerinden birisi hâline gelen iktisadî ve siyasî yapılanması olarak değerlendiriyoruz. AB, her türlü demokratik meşruiyetin ve burjuva demokrasisinin altını oyan, üye ülkelerin ulusal parlamentolarını işlevsiz kılan, ekonomik gücüyle çeperindeki ülkeleri kontrolü altına sokan ve uluslararası tekellerin çıkarlarını dünya çapında militarist yöntemler ve despot rejimlerle işbirliğinde koruyan bir sermaye birliğidir. Kısacası, demokratik ve sosyal bir Avrupa, AB denilen konstrüksiyon parçalanmadan yaratılamayacaktır.
Milliyetler sorunu, insan hakları, demokrasi veya barış AB politikalarının şekillendirilmesinde, şartlı rehin ve gerekçe olarak kullanılmanın haricinde hiç bir rol oynamamaktadır. Tek belirleyici sermaye çıkarları ve jeostratejik gerekçelerdir. AB ve AKP rejimi, ihtilaflarına rağmen, burada ortaklaşmaktadırlar.
AB, AKP rejimini kontrolü altına almaya çalışmaktadır. Mülteci sorununda tampon bölge olarak öngörülen Türkiye için yeniden açılan AB üyelik süreci bir lütuf değil, sürecin karakterinin gereği olan egemenlik alanı devriyle AB’nin etkisini artırma çabasıdır. Brüksel, AKP rejiminin iktisadî, siyasî ve askerî açıdan AB’ne orta ve uzun vadede ihtiyacı olduğunu çok iyi bilmektedir. Ama AKP de mülteci »kartını« oynayarak pozisyonunu güçlendirmek istemektedir.
Aynı şekilde AKP’nin Kürt sorununda belirli tavizler vermesi AB’nin çıkarınadır. Ancak bu tavizler, barış ve demokratikleşme anlamında değil, Kürt siyasetinin ehlileştirilmesine, ehlileştirilemeyenlerin ise tasfiyesine yol açacak tavizlerdir. Çünkü söz konusu olan, sermaye yatırımlarının korunması ve genişletilmesini, sömürü mekanizmalarının sürdürülebilirliğini güvence altına alacak biçimde bir »istikrar« ortamının yaratılmasıdır. AB ve AKP rejiminin çıkarları bu noktada da örtüşmektedir.
Başa dönersek; günümüz koşulları altında »diplomasi« çalışmaları da faydacı yaklaşımlardan ziyade, direnişi destekleyen bir çizgiye gelmeli ve asıl soruya yoğunlaşmalıdır. Evet, AB, AKP rejimini neden desteklemektedir? Yanıtlanması gereken bu sorudur.
30 Ocak 2016