23-26 Mayıs tarihleri arasında yapılacak Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri öncesinde ve sonrasında dikkatler dünya genelinde artan aşırı sağ populist ve milliyetçi partilerin yükselişinde yoğunlaşıyor.
Her ne kadar Soğuk Savaşın akabinden Avrupa dünyada barış ve refah projesi olarak ortaya çıksa da bugün 21. yüzyılın yeni dünya düzeninde ayakta kalma mücadelesi veriyor.
2015 yılından itibaren Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’daki savaşlara sessiz kalan, silah sevkiyatlarını devam ettiren üstelik savunma sanayisindeki gelirni artıran Avrupa ülkeleri yine aynı şekilde savaşın yarattığı göçü sorgulamaksızın bunu en büyük insan malzemesi yapmaya başladı. Mülteci akını ile politik arenada söylemlerini sertleştiren ve aşırı sağa kayan Avrupa bugün kendi içinde yakınlaşacak mı yoksa parçalanacak mı olgusunu tartışıyor?
Merkez sol ve merkez sağ tüm Avrupa ülkelerinde siyasi mimari olarak çökerken, oyları düşmekte , sosyal demokratlar demokrasinin beşiği sayılan ülkelerde bile hızla erimeye devame diyor.
Avrupa ülkelerindeki son beş yıllık siyasi konjonktür şöyle özetlersek, 2010’dan bu yana aşrı sağcı Viktor Orban ve partisi Fidesz’in işbaşında olduğu Macaristan’da pek çok temel hak ve özgürlük yok edildi. 2017’de yapılan genel seçimlerde iktidardaki Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) yerinde sayarken, muhafazakar Halk Partisi (ÖVP) ve aşırı sağcı Özgürlük Partisi (FPÖ) toplam yüzde 13 oy kazandı ve ortaklık kurdular.Avusturya’da adı video skandalın akarışan Başbakan yardımcısı Heinz-Christian- Strache görevinden istifa etti. İstifanın ardından, ÖVP-FPÖ kolaisyonuna devam edilmesi ve erken seçimlere gidilmesi seçenekleri tartışılıyor.
Fransa’da aşırı sağcı Milliyetçi Cephe’nin Adayı Marine Le Pen 2017’de yapılan başkanlık seçimlerinin ilk turunda yüzde 21.3 alarak ikinci tura kalmıştı. AP seçimleri öncesinde yapılan anketler ise Le Pen’in partisinin birinci olabileceğini de gösteriyor.
Fransız aşırı sağcı Ulusal Birlk Partisinin lideri Marine Le Pen, seçimlerin ardından Avrupa Parlamentosu’nda, Avrupa’nın diğer aşırı sağ görüşlü milletvekilleriyle bir ‘süper grup’ oluşturulabileceğini belirtiyor.
Sosyal demokrasinin kalesi olarak bilinen İsveç’te Sosyal Demokrat Parti, 2018’de yapılan genel seçimlerde 1908’den bu yana en kötü sonucu (yüzde 28) almasına rağmen birinci parti olmaya devam etti. Sağ popülist İsveç Demokratları (SD) ise oylarını yüzde 4.7 artırarak 17.5’e çıkardılar ve ülkede üçüncü büyük parti haline geldiler.Hollanda’da 15 Mart 2017’de yapılan genel seçimlerde sağ popülist Geerd Wilders’in partisi PVV yüzde 13 ile ikinci parti olmuştu. Geçen yıl yapılan yerel seçimlerde de PVV ikinci olmuştu. Son anketlere göre Hollanda’da aşırı sağcı, faşist görüşleri savunan Thierry Baudet’ın başını çektiği Demokrasi Forumu (FvD) partisi yükseliş içinde.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un ‘Avrupa’da yeni ordu yaratma ve Avrupa’nın yeni rönesans yaşaması gerektiği ideolojisi’ nasıl bir Avrupa gerçekleştirmek istediğininin de aslında yanıtını veriyor. Fransa’da izlenen neo-liberal politika, artan işsizlik, genç nüfus, emekçi, çalışan, yoksul kesimin daha da yoksullaşması karşısında Fransa’da ‘sarı yelek’ gösterileri de vahşi kapitalizmin bu yoksulluk karşısında çözüm üretemediğinin bir refleksi olarak ortaya çıktı.
Yaşadığımız Almanya’da sağ popülist, milliyetçi AfD 2017’deki genel seçimlerde yüzde 12.6 oyla meclise 96 milletvekili gönderdi. Anketlere göre AfD’nin oyu yüzde 12-14 arasında seyretmeye devam ediyor. Diğer ırkçı parti ve örgütler de propagandalarını sürdürüyorlar ve AP seçimlerine katılıyorlar.
Avrupa Birliği’ne en çok milletvekili gönderen ve AB içinde büyük bir ağırlığı olan Almanya’da ise Almanya Başbakanı Merkel’in partisi CDU ile Sosyal Demokrat koalisyon hükümeti mevcut sorunlara çözüm üretemediği gibi, Merkel’in CDU başkanlığını bırakmasının ardından artık merkez sağ hatta kimi zaman sol partileri de mültecilere ve yabancılara karşı politikalarını sertleştirmeye başladı.
Sağ populizm, ırkçı, milliyetçi söylemler elbette Avrupa’nın kaderini belirleyecek. Avrupa Birliği’nin ulusal, yerel kimliğine dönüp, kültürel önemini koruması gerektiğini savunan aşırı sağ ve popülist ideoloji uluslararası tekellerin hegemonyasına göre hareket ederek dünya dengesini korumaya çalışacağa benziyor. Bir taraftan ABD, diğer taraftan Rusya ve Çin baskısı ile karşı karşıya kalan Avrupa Birliği’nin bundan sonra nasıl şekilleneceği soru işareti.
Örneğin yaşadığımız Almanya’da Sosyal Demokrat Parti ve Yeşiller 2016 mayısında 250 milyon kişi neoliberal serbest ticarete karşı sokağa çıktığında anlayamadı. Bir yıl sonra on binler G20’yi protesto ettiğinde anlayamadı. Alman ordusunun silahlanmasının arttırılmasına ve Rusya’ya yönelik saldırgan politikaya halkın çoğunluğunun karşı olduğunu da anlayamadı. Artık Karl Marx Stadt’ın adı Chemnitz ve devlet direktifiyle sağlanan antifaşizmin yerini direktifli faşizm aldı.
Her ne kadar Türkiye politikası bu yıl seçim kampanyasının ana maddesi olmasa da, Türkiye’nin otokratik ve despot bir rejime dönüşmesi, insan hakları, basın özgürlüğünün tamamıyle yok edilmesi Avrupa Birliği ile müzakerelerin durmasına yol açmıştı. Aşırı sağ parti adayları Türkiye’nin hiçbir zaman AB’ye üye olamayacağını bu yıl da zaman zaman seçim kampanyalarında dile getiriyorlar.Kendi içerisinde, klübünde siyasal dönüşüm yaşayan Avrupa Birliği ile Türkiye arasında da aşırı sağın önemli oranda ses sahibi olmasıyla birlikte Brüksel, Strasburg ve Ankara arasında da çetin kamplaşmaların önümüzdeki süreçte de yaşanacağı öngörülüyor.