Günay’ın bu tespiti, ki liberaller ile bir çok Kürt aydını da bu iddia da buluşmaktadır, üzerinde durulması gereken bir yanılgıyı içeriyor. Aslında rasyonel bir değerlendirme gerektiren güncel durum, emosyonalite ile ele alınmaktadır. Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında gerçekleştirilen trajik olayların yarattığı duygusallık, son derece anlaşılırdır.
Ancak emosyon, reel durumu değerlendirmek ve bu değerlendirmeden siyasî sonuçlar çıkartmak için iyi bir yol gösterici değildir. Bilim bu nedenle analizlerini her zaman empirik verilere ve çıplak gerçeğe dayandırır. Çıplak gerçek nötrdür ve duygusal değil, soğukkanlı bakış açısıyla ele alınmayı gerektirir.
İddia, »eskinin katı inkarcı ve imhacı sisteminin çözülmüş« olduğu ve »statükonun« çöktüğüne dairdir ve temelinde AKP’nin »askerî-bürokratik vesayet rejimini ortadan kaldırdığı« algısı yatmaktadır. İddianın gerçeğe yakın olup olmadığını, yani »statükonun« çöküp çökmediğini ortaya çıkarmak için, rejimin karakteristik özelliklerinin değişip değişmediğini incelememiz gerekir.
Türk »ulus devletinin« kurulduğu günden bu yana ezilen Kürt halkının kendisini Kürt olarak tanımlaması, anadilini kullanması engellenmiş, Kürtler »Türkleştirilmeye« çalışılmış ve buna direnenlere karşı zor kullanılmıştır. Her isyan kanlı bir biçimde bastırılmış, PKK’nin ortaya çıkmasının ve hâlen devam etmekte olan silahlı direnişin koşulları yaratılmıştır. İnkâr ve imha siyasetine dayanan »statüko« kısaca böyle tanımlanabilir. Bunun Türk »ulus devletinin« oluşma sürecinin bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz.
Peki, »statükonun« çöktüğünü, rejimin karakteristik özelliğinin değiştiğini gösteren emareler nelerdir? Görüngülere bakılarak AKP’nin generalleri »dize getirdiği«; Kürtlerin varlığını tanıdığı; müzakerelere işaret edilerek, Kürt sorununun çözümü için »irade sahibi« olduğu; anadilde eğitim, basın-yayın haklarını tanıdığı; Güney Kürdistan’da olduğu gibi, bağımsız bir Kürt »ulus devletini« kabul edebileceğini gösterdiği ve anayasaya etnik kimlikler üstü bir vatandaşlık tanımını yerleştirmek istediği örnek olarak gösterilebilir.
Doğru, ama şüphesiz on yıl öncesine nazaran olumlu görülebilecek bu adımlar »statükonun« çöktüğünü kanıtlıyor mu? Hayır! Bunların kanıtladığı tek gerçek, »statükonun« yeni »elbiseler« ile yola devam ettiğidir. Neden? Bir kere 2011 verilerine göre 134 milyar Dolar ihracat gerçekleştiren Türkiye kapitalizminin bugün ulaştığı aşamada »kemalist elbise« artık dar gelmektedir. Diğer yandan sermaye birikiminin bugünkü seviyesi, dış pazarlara açılmayı ve yurtdışındaki yatırımları askerî araçlarla güvence altına almayı gerektirmektedir. Bu zorunluluk, ülkenin jeostratejik konumu, modernize edilmiş TSK ve Ortadoğu’daki enerji kaynaklarına olan devasa gereksinim, dış ve savunma politikalarını belirlemekte, »bölgesel güç« olmayı dayatmaktadır. Bunun yapılabilmesinin önkoşulu ise »evin içini temizlemektir«.
»Milliyetçilik karşıtı« söylemin ve »Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ortak paydasının« ardında duranlar bu maddî gerçeklerdir. »Statükoda« yeni olan bir şey varsa, o da »sünnî din kardeşliği« temelindeki »yeni ulus« anlayışıdır. Bu »yeni ulus« anlayışını kabul eden, neoliberal uygulamaları ve yayılmacı siyaseti onaylayanların kendilerini »Laz«, »Kürt« veya »Türk« olarak tanımlamaları artık önemli değildir. Önemli olan, görünümünü değiştiren »statükonun« kabullenilmesidir.
Oslo ve İmralı müzakereleri, »statüko çöktüğü« için değil, yoksul Kürt halk hareketinin direnişinin bir sonucu olarak yürütülmektedir. Egemen bloktaki »tasfiyelerin« nedeni ise, zamana ayak uyduramayanların »ayıklanmasıdır«. İlişkilerin yeniden düzenlenmeye çalışıldığı doğrudur, ama bunun da amacı, temel sorunu »PKK sorununa« indirgemek ve AKP’nin »yegâne partner« olduğunu telkin etmektir. »Statükonun« propagandif başarısı, farklı kesimleri »çöktüğüne« inandırmasıdır.
23 Şubat 2013