Ankara Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov, Türkiye'nin kalbi Ankara'nın merkezi konumunda bulunan Çağdaş Sanatlar Merkezinde bir resim sergisi etkinliğinde öldürüldü.
Daha önceki yazılarımda da değinmiştim. Türkiye sonu olmayan ve tabiri caizse 'bermuda üçgeni' olarak bilinen, bugünde Orta doğu bataklığı olarak ifade edilen bir sürece uzun süredir sürüklenmekteydi. Söz konusu sürece, içinden geçtiğimiz zaman diliminde, son birkaç günlük yaşanılanlarla denkleştirdiğimizde karşılaştığımız sonuç, bataklığa koşar adımlarla yaklaştığımızı söylersek yanılmış ve 'abartmış' olmayız.
Rusya Büyükelçisinin suikast sonucu ölümünden sonra, yine komplo teorilerinin ayyuka çıkacağı, hamaset türü açıklamaların havada uçuşacağı aşikârdır. Yandaş basın, havuz medyası bu görevi zaten üstlenmiş durumdadır.
Türkiye Rusya ilişkilerine yönelik olarak, 'yapılmış' bir saldırı olduğu açıklamaları, uluslar arası komplo teorileri yandaş basının manşetlerini süslemektedir.
Peki, böyle bir, 'komplo teorisi' mümkün mü? Olabilir. Böyle bir komplonun, uluslar arası ilişkilerde sermaye çevreleri tarafından kullanıldığını, tümüyle yok saymak akla ziyandır derim. Ama bu teorileri üretmeden önce kendi, 'gerçekliğimizle' yüz-yüze gelmek nedense hiç akla gelmemektedir. Gözlerden kaçırılmakta, yok sayılmakta, fikir fukaralığı oluşmaktadır.
Neden, toplumda, başta Saray olmak üzere, devlet eliyle körüklenen ayrışma, ötekileştirilme, 'bize bizden başka dost kimse yok' çevremizde herkesler, 'bize düşman' anlayışının algısal bir politika olarak savunulması, yadsınabilir mi? Belleğimizde yarattığı tahribatı görmemezlikten gelebilir miyiz?
Devlet aklı, Saray, yandaş basın, havuz medyası her gün, her Saat, her dakika komşu ülkelerle veya Türkiye'nin ilişkilerinin olduğu ülkelerle, en küçük bir kriz yaşandığında, estirilen kötümser havanın bu tarz suikast ve eylemlerde oynadığı rolü yadsıyabilir miyiz?
Komşumuz Suriye topraklarında yaşanan savaş koşulları ve olumsuzluklar, katliamları görmek, tabiî ki basının gözlemleri arasında olmalıdır. Objektif olarak Türkiye toplumuna sunmak basının asli görevleri arasındadır.
Peki, yandaş basın ne yapmakta? Suriye topraklarında yaşanan savaş koşullarından, katliamlarından kendine, 'pay çıkarmak' algısıyla yaklaşmakta, devlet aklıyla gelişmelere yorumlamaktan başka ne yapmaktadır? Halep'te yaşanan katliamlara, 'kayıtsız kalmamak' adına, manipülasyona dayalı haberleri, şişirerek, manşetten veren ve basın ahlakını dahi zorlamaları nasıl değerlendireceğiz?
Bu suikast ve saldırıyı, ''Eeyyy Rusya, eeyyyy Amerika, eeyyyu Almanya, eeyyy AB, Fransa'' vb. söylemlerin toplumda yarattığı ve 'milliyetçilik' 'din' istismarlığıyla harmanlanan, Türk İslam sentezine dayanan, faşizm olarak ifade edilen düşünce yapılanmasından ayrı tutulabilir mi? Rusya Büyükelçisine suikast girişiminde rol alan, çevik kuvvette görevli polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş, suikastı gerçekleştirirken, 'bağırarak' kendini yırtınması, söylemleri, hiç mi, akıllara bir şeyler getirmiyor?
Suikastçı saldırganın, İslami çete ve tecavüzcü organizasyonu El Nusra yapılanmasının, 'Arapça marşını' söylediği gerçeğini nereye koyacağız? Yine saldırganın, Halep'le ilgili söylemleri, ne anlama gelmektedir. Bütün bunlar, devlet aklının, Saray'ın açıklamalarıyla paralellik ifade etmesi, bir şeyler hatırlatmıyor mu?
Bir zamanlar, ''biz dindar ve kindar gençlik yetiştireceğiz'' diyerek, 'övünen' devlet, 'büyükleri' suikastçı saldırgan, katil, 'yetiştirdiğiniz' gençlerden bir tanesi olmasın?
20 Aralık 2016