Türkiye siyasal tarihi içinde çok önemli bir yeri olan 1968 kuşağı, aynı zamanda Türk solu açsından da bir hayli önemlidir. Dönemin devrimci gençliği, ülke sevgisiyle, ezilenin yanında ezene karşı duruşuyla, emperyalizm ve yerli işbirlikçilerine karşı verdikleri bilinçli mücadelenin neferleri olarak hafızalarda yer edinmeyi hak edenlerdir. Sadece yaşarken değil, kendi inancı uğruna yaşamını feda ettikten sonra da hafızalarda yer edinen devrimci gençliğin en parlak, en ahlâklı, en yürekli ve en yiğit liderleri kimdir diye sorulursa, hiç kuşku olmasın ki bu 'ölümsüzlerden‘ biri de Mahir Çayan'dır. Mahir, "Türkiye Halk Kurtuluş Partisi- Cephesi“ (THKP-C)´nin kurucusu olan ilk ve son lideridir.
Mahir Çayan, kendi hayatını, bir başka devrimci hareket olan "Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu“ (THKO) lider kadrosunun hayata kalmasını sağlamak amacıyla; 26 Mart 1972'de Ünye´de NATO'ya ait radar istasyonunda çalışan, bir Türk subayını, polisini ya da her hangi birisini değil, iki İngiliz ve bir Kanadalı teknisyeni kaçırmışlardı. Bu rehineler karşılığında, THKO kurucuları olan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın serbest bırakılmasının sağlanacağına inanmışlardı. Ama bu istek yerine getirilmez ve Mahir; Deniz,Yusuf ve Hüseyin adlı üç fidanı, üç yiğit devrimciyi darağacından kurtarmak için, dokuz dava yoldaşı ile beraber, Tokat´ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere Köyü´nde 30 mart 1972´de ölümsüzleşti.
Mahir Çayan, kendi hayatını, kendisinden çok daha farklı bir siyasi çizgiye sahip olan Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının hayatını kurtarmak için bilerek feda etti. Şu sıralarda milletvekili olmanın keyfini yaşayan Ertuğrul Kürkçü ise, Mahir ve diğer yoldaşları gibi halkının özgürlüğü ve ülkesinin aydın geleceği için ölümsüzleşmeyi değil, 30 Mart 1972 tarihinde Kızıldere köyündeki aynı evin samanlığına gizlenerek "hayatta kalmayı“ tercih etti.
Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş gibi ölümsüz yiğit devrimcilerin kurdukları siyasi örgütlerin isimleri 'Türkiyeli' değil 'Türkiye'dir, "Türkiye Halkları“ değil 'Türk Halkı'dır. Bu isimlendirme, yani bu iki devrimci hareket 'Türkiyeli' ya da "Türkiye Halkları" gibi yapay ve zoraki isimlendirmeleri değil 'Türk Halkı' terimini isteyerek ve bilerek kullanması, bilinçli olarak tercih etmişlerdir. Böylelikle, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuranların birleşkesi olarak 'Türk Halkı' demeleri ve bu halka zulüm eden Emperyalizme, Emperyalizmin Türkiye temsilciğini yapan faşist odaklara, emekçi işçi sıfının emeğini sömüren tekelci burjuvazi ve topraksız köylülere zulüm eden toprak ağaları ve aşiretlerine karşı, kurtuluşun tek başına olmayacağını, kurtuluşun ortak mücadele ve sınıfsal temelde yürütülmesi gerektiği doğrusunu, teori ve pratikleriyle hayata geçirmiş, anti-emperyalist ruhlu ve yurdu olan yurtsever devrimcilerdir.
Mahir Çayan liderliğindeki devrimci hareketin doğrularını ve yanlışlarını burda tartışmak yerine, bir iki önemli tespiti yapmada fayda var: Bir defa, THKP-C ve THKO'nun en temel özelliklerinin başında, sivil halka kurşun sıkmamak, ülkesini ve halkını canından çok daha fazla sevmek, Emperyalizme ve onun Türkiye‘deki işbirlikçilerine karşı 'tam bağımsız Türkiye‘ inancını kendilerine şiar edinmek ve Mustafa Kemal Atatürk’ün anti-emperyalist çizgisine sahip çıkmak şeklinde özetlenebilir.
Bir başka önemli tespit de şudur: Mahir Çayan liderliğindeki siyasi çizgi, varoluşundan günümüze kadar, sivilleri hedef alan tek bir harekete imza atmamıştır. Hele hele toplu katliamlara, sivil halka yönelik canlı bomba türü terörist eylemler, Mahri Çayan çizgisinin temelden reddettiği olguların başında gelir.
30 Mart 1972 yılında 9 dava yoldaşı ile ölümsüzleşen Mahir Çayan, yurtsever olmanın, ülkesini sevmenin, etnik milliyetçilik yerine 'ortak mücadele ve ortak kurtuluş‘ anlayışı ile, ezilenlerin, sömürülenlerin, alın teri emeklerinin karşılığını alamayanların, toplumdan dışlanan, horlanan, toprak ağalarının zulümü altında inleyen topraksız köylülerin ve özetle temel insan hakları elinden alınanların, Emperyalizme karşı ortak mücadele etmesi gerektiğinin ne demek olduğunu ve bu mücadelenin nasıl verilmesi gerektiğini de hayatı ile ödeyen bir devrimci idi.
Mahir Çayan ruhunu taşıyan devrimci bir kuşak, ne yazık ki şimdilerde yok. Şimdilerde olan; Mahir’in adını kullanarak köşe olan, kendi ülkesine ve kendi halkına giderek yabancılaşan, vatansızlaşan, tekelci sermayenin temsil edildiği iktidar, parti ve kurumlarda yer almada birirleriyle yarışır hale geldiler ve Mahir Çayan’ın dahi hayal edemeyeceği yeni ve bambaşka bir Türkiye‘nin oluşması için kurulan değirmene istemeyerek de olsa su taşıdılar.
Mahir Çayan’ın kabullenemeyeceği ve de uğruna hayatını verdiği o güzelim Türkiye, şimdi kitlesel katliamların yaşandığı RTE’ın yeni Türkiyesi oldu. RTE ve etnik milliyetçilerin kuyrukçuluğunu yapanlar, sözde 'barış' adına oluşturulan emperyalist ittifakta yer alanlar, gelinen aşamada, sadece Atatürk cumhuriyeti sayesinde elde edilen çoğulcu ve parlamenter demokrasi (bir çok eksikliğine ye yanlışlığına rağmen), laik devlet, laik eğitim, "yurtta sulh cihanda sulh" gibi evrensel değerleri yerle bir etmekle kalmadı: aynı zamanda Emevi İslam anlayışını ve Ortadoğu bataklığını da Anadolu topraklarına kadar taşıyarak, aynı haram sofrasında tıkanan yeni bir asalak, dinci, sübyancı ve etnik milliyetçilik yapan bir asalak zümrenin oluşmasına da neden oldular.
Emevi İslam anlayışı ile, İdris-i Bitlis- Yavuz Sultan Selim ittifakını bin yıl sonra da olsa hayata geçirmek isteyen katliamcı bir zihniyet, Mahir Çayan’ın adı arkasında gizlenen silik isimlerin de yer aldığı bir ittifak, Suriye ve Türkiye’de iç savaşın koşullarını oluşturdu; soyguna, talana, dolana, doğa katliamlarına, kadın ticareti ve töre cinayetlerine, iftiraya, Emperyalizmle işbirliğine ve sübyancılığa dayalı yeni bir Türkiye yaratı. İşte bu yeni Türkiye, 2016 yılının baharından beri, İdris-i Bitlis ve Yavuz Sultan Selim ittifakını gündeme getirenler tarafından, büyük bir enkaza dönüştürüldü. Gün geçmiyor ki bir Kürd sivil can, kör bir kurşuna hedef olmasın, gün geçmiyor ki bir Türk askeri ve polisi, genç bedenini, hayin pusularda vatan toprağına feda etmesin. Türkiye´nin bu acılı manzarası, Mahir´in kabulleneceği bir durum değildir.
Ankara Kızılay'da canlı bombaya kurban giden sivil bir Türk vatandaşı ile, Yüksekova’da kör bir tek kurşunla toprağa düşen sivil bir Kürd’ün ortak kaderinin böyle olmadığını, Mahir Çayan 45 yıl öncesinden biliyordu. Emperyalizm ve işbirlikçilerinin kurduğu tezgâhda, Türk’ü Kürd‘e ve Kürd’ü de Türk‘e düşman etmenin hayinliği içinde olanları, Mahir kesinlikle ve kesinlikte kendinden saymazdı. Emperyalist oyunda hayatını yitiren her bir can, Mahir Çayan perspektifinden bakınca, bütün Türkiye için büyük bir kayıptır.
Türk halkının Emperyalizmin hegomonyasında kurtuluşu, Kürd olmadan, ya da Kürd´ün Kürd Toprak Ağaları, Şeyhleri ve Aşiretlerinin sömürü ve zulümünden kurtuluşu, Türk olmadan asla mümkün olmayacaktır. Türk ve Kürd emekçileri binlerce yıldır aynı kaderi, aynı tasayı, aynı sevinç ve hüzünü bir arada yaşadılar ve yaşamaya da devam ediyorlar. Aynı vatan toprağında bu ortak yaşamın köküne, ‘çözüm süreci‘ adlı emperyalist tezgaha taraf olanlar maalesef kibrit suyu döktü. Budan dolayı, içlerinde kendi seçmeni dahi olsa bile, ülkesini ve halkını seven ne kadar yurtsever, anti-emperyalist, ilerici, demokrat, namuslu, ahlaklı ve samimi inanç sahibi sünni müslüman ve Alevi varsa, Kürd -Türk demeden, ne yazık ki kitlesel ve bireysel katliamlara bir süre daha maaruz kalmaya devam edecektir.
Ankara Kızılay'da, İstanbul İstiklal Caddesinde yaşanan sivil katliamlar, Sur, Yüksekova, Şemdinli vb. gibi yerleşim yerlerinde kadınların ve çocukların da siper edildiği bölgelerde yaşanan kanlı çatışmalar, dolaysıyla sivil insanlarımızın yaşadığı zulüm, bu korkunç sürecin somut örnekleridir. Bundan dolayı tüm vatandaşların ve irili-ufaklı örgütlerin şu anki temel hedefi; Türkiye ve yurttaşlarının tümünün can ve mal güvenliklerini büyük bir tehdit altında tutan şeytan üçgeninden uzak durmak, bunlara verilen desteği bir an evvel kesmek, aklı ve mantığı kullanarak; Alev-Sunni ve Türk-Kürd demeden ortak vatan, ortak kader, ortak tasa, ortak sevinç, yurttaşların tümüne eşit hak ve yükümlülükler temelinde ve Mahir Çayan’ın da hayatı ile ödediği, Şeyh Bedrettin felsefesinde ifadesini bulan‚ "yarin yanağından gayri her şeyi" Türkiye’de huzur içinde paylaşmanın mümkün olduğuna inanmak ve bunu herkese göstermek olmalıdır.
Bu perspektif temelinde hareket etmek, başta Mahir Çayan çizgisinde olanların ve sorumluluk sahibi herkesin hayati meselesi olmalıdır. Aksi takdirde, Emperyalizmin, Türk halkını birbirine kırdıran 'böl- parçala‘ planı gerçekleşecek ve olan Türkiye’mize ile yurttaşlarımıza, canlarımıza ve yeni Mahir Çayan’larımıza olacaktır.
30 Mart 2016