Her perşembe olduğu gibi bügünde danışma bürosu dünyanın birçok ülkesinden gelen mültecilerle dolu.
Bekleme odasının kapısını açıyorum. Siyah tenli küçük bir çocuk yetişkinlerin suskun, kederli ve acılarla yüklü dünyasına aldırmadan birşeyler çiziyor. Siyah teni için de karanlıkta bir yıldız gibi ışıldayan ğözleri bana ilişir ileşmez, ’’Onkel das ist für dich’’ (amca bu senin için) diyerek yarım bıraktığı resmi bana uzatıyor. Teşekkür edip resmi alıyorum. Henüz bitirilmemiş, yarım kalmış resmi tamamlaması için çocuğa “çok güzel olmuş, tamamlarsan çalışma odama asarım” diyerek geri uzatıyorum.
Çocuk siyah teni içinde sevinçten irileşen o süt beyazı inci güzelliğinde gözleriyle bekleme odasındaki sarı, siyah kırmızı tenli dünyalıları süzüyor. Dünyalı’lar diyorum, çünkü bekleme odasında asılı olan insan olmanın ortak özelliklerini fotograflayan afişteki, ’’insansak eğer, birçok ortak özelligimiz var’’ sözü bana milliyetçiliğin dünyada yükseldiği bu dönemde dünyalı olmayı, evrenselleşmenin ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Son yıllarda giderek gelişen ırkçı – milliyetçi akımlar insanları sahip oldukları ortak özelliklerinden uzaklaştırıp, insanı kendi nesline düşman ederek, insanlığa son yılların en felaketli, acı dolu ğünlerini yaşatıyorlar. Ruanda’da ölümden kaçarken, baltalarla parçalanan çocukların çıplak vucutları beynimde yeniden şekilleniyor.
90’lı yıllarda Bosnalı kadınların kurşuna dizilerek öldürülen çocuklarına yaktıkları ağıtlar beni alıp doğduğum topraklara götürüyor. O yıllarda Dersim’de, Sivas’ta yakılıp yıkılarak insansızlaştırılan köyler, gökyüzüne dans ederek yükselen alevlerin çıplaklığı içinde çığlıkların yansıyarak türküleştiği Kürdistan dağları bugünlerde yeniden ağıtlarla yankılanıyor. Terör bahnesiyle Kandil’de bombalanan evlerde geride kömürleşerek kalan çocuk cesetleri, Varto’da 10 Ağustos’ta yaşamını yitiren kadın gerilanın çıplak fotoğraflarının sosyal medya’da teşhiri “insanlık ve vatan” uğruna sürdürülen kirli bir savaşın geldiği boyutların insanlığa getireceği felaketi haber vermektedir.
Bir kişinin Sultan ve Halife olmak için vatanı bahane ederek savaşa sürerek öldürtüğü askerlerin arkasında dökülen sahte gözyaşları ve atılan nutuklar ölenleri geri getirmemekle birlikte, yeni ölümlere davetiye çıkarmaktadır. Her ölen genç bu toprakların acılarıyla birlikte yoğrulmuş, ortak kederini hep birlikte ağıtlaştırmış halkın çocuklarıdır. Suruç’ta kahpe bir tuzağın kurbanı 34 canın kanı toprakta henüz kurumadan Ceylanpınar’da karanlık bir planın hayata geçirilerek, iki genç polisin öldürülmesi bir savaş sanaryosunun daha önceden yapıldığını izah etmektedir.
Gezi’de emeğin ve özgürlüğün sesi olmak, yeni bir dünyanın yaratılması için yanlızca insan olmak ve insanca yaşamak isteminden başka hiç bir istemi olmayan özgürlük maratonuna çıkan gençlerin üzerine sürülen panzerler ve kurşunlara hedef seçilerek öldürülen gençler beni alıp öteki dünyalara, emeğin ve ezilenlerin dünyasına, evrenselleşmeye götürüyor.
’’Abi sıra bende’’ diyor Rojan. Küçük bir çocuğun beni sürükledigi düşünce dünyamdan sarsılarak uyanıyorum. Rojanı danışma odasına alıyorum. Rojan daha önceleride birkaç kez danışmaya gelmişti. Her seferinde olduğu gibi bu kezde kaldığı mülteciler yurdundan yakınıyor. ’’Abi, ne olur, bana bir oda bulsan, sozialamt kirasını öder’’ diyor. Rojan’ın gözleri uykusuzluktan sişmiş, günlerden beri yatmadığı hemen göze çarpıyor. 27 yaşında olan Rojan yaşından daha çok gösteriyor.
Mülteci yaşamı Rojanı yıpratmış. Rojan diyorum “ne o rahatsız mısın?” Rojan bir an susuyor, ne diyeceğine karar veremiyor dudakları arasından öfkesi hafifçe kelimelere dökülüyor. ’’Bu namuzsuzlar, bu naziler hepimizi yakacaklar. Baksana başladılar yurtları ateşe vermeye. Tek bir suçlu da bulunmadı. Ellerinden gelse bizden birini suçlu bulup olayları kapatacaklar. Abi geceleri yatmamak için demli çay içiyorum. Gündüzleri yatıyorum’’. “Böyle devam edersen sağlığın kötüleşir, en iyisi sen geceleri uyumaya çalış” diyorum.
’’Zaten kümes gibi dar bir odanın içinde 4 kişi kalıyoruz. Yatılır mı?, en iyisi yatmamak’’ ’’Ama sen’’ diyor, ’’bana bir oda bulursan en büyük iyiliği yapmış olursun. Üç yıldan beri bu yurtta hayvan gibi yaşatıyorlar bizi. Hem benim oda arkadaşlarımda adam değilki, hepside alkolik’’.
‘Söz vermiyeyim, ama bakarım” diyorum. Rojan’ın umudu bende. Rojan içine düştüğü korku dünyasından bir an önce kurtulmak istiyor. Rojan iki şeyden korkuyor, yakılmaktan ve geri gönderilmekten. Rojan’ın üç yıldan beri devam eden iltica davası henüz sonuçlanmamış. Rojan üç yıl içinde sağlığından çok şey kaybetmiş. Anlattığına göre korkuyu Almanya’da tadmış. ’’Yaşlandım’’ diyor, teselli ediyorum.
Rojan üç yıl önce Şemdin’linin Herki (bugünkü adı meşelik) köyünden kalkıp Almanya’ya gelmiş. Köyünden birçok aile göç etmiş. Gençlerin büyük bir kısmı Avrupa’ya mülteci olarak gelmiş. “Köyde genç kalmadı, gerilaya katılanda çok. Vallahi ayağımdan sakar olmasaydım bende dağa çıkardım” diyor. Rojan buraya gelmekten başka seçeneğinin kalmadığını, sürekli götürülüp karakolda dövüldüğünü askerlerin kendisine ’’ya dağa çık, yada çek git, yoksa seni öldürürüz’’ dediklerini ve ölmemek için geldiğini söylüyor. Rojan konuşmak istiyor, korkusunu benimle paylaşmak, iç dünyasında yaşadıklarını bana anlatmak istiyor.
Rojan diyorum “ sırada bekliyen çok insan var, danışmanın olmadığı bir günde gel seninle daha uzun sohbet ederiz.”, ’’tamam abi’’ diyor. Rojan odadan çıkmadan, ’’bak“ diyorum “Pazartesi günü Marktplatz’da Pegida’ya karşı miting yapılıyor, katılırsan iyi olur’’.
’’Bakayım, uykuda kalmazsam gelirim. Pegida ne abi’’ diye soruyor. Ben, “ ırkçı, mültecilere düşmanlık yapan bir insiyatif”, “O zaman gelirim abi, söz” ve Rojan korku dolu dünyasını beraberinde alıp gidiyor. Yakılmak ve geri gönderilmek korkusu Rojan’ın üç yıllık mülteci yaşamıyla bütünleşmiş.
Küçük siyah tenli çocukla Annesini içeri alıyorum. Çocuk bana çizdiği resimi tamamlamış. Resime bakıyorum. Resim’de yanan evler, gökte ateş saçan uçaklar, ölümden kaçmaya çalışan insanlar altı yaşındaki çocuk tarafından çocukca çizilmiş. Resim çocukça çizilmiş olsada, o çocuğun benliğinde vahşetin bıraktığı derin anılar dünyamızın kara Afrikasın’da savaş ve vahseti tüm çıplaklığıyla sergiliyor.
Bir an Şemdinli bir film şeridi gibi beynimin perdesine yansıyor.Yakılmış arabalar,kurşun ve bombalarla delik deşik edilmiş evlerin duvarları, boş sokaklar ve terkedilmiş bir şehir. Ve bembeyaz sütten gözleriyle küçük kara Afrikalı beni yeniden düşünce dünyama çekip Rojava’ya , Kobani’ye ve Şengal dağlarına götürüyor. Beynimde IŞİD teröründen kaçarak dağlara sığınan Yezidi kadın ve çocukların çığlıkları yeniden canlanıyor.
Duyguda da olsa o an onların acılarına ortak oluyorum. Küçük kara Afrikalı çocuk bana dünyamızda milliyetçiliğin insanlığa getirdiği felaketi anımsatarak, birkez daha ’’insansak eğer, birçok ortak özelliğimiz var’’ sözünü beynimin derinliğine bırakıyor.
Bonn, 21.08.2015